4|Medcezir

1.3K 89 7
                                    

İnsan sevmeye başlayınca
yaşamaya da başlar

W. Shakespeare

'Sen bilir misin ki, içimden geçen Sergüzeşt, ruhumun Medceziridir'

Gözlerim tozlu rafların arasında ona kaydı. Parmakları arasında tuttuğu kitabın sayfalarında gezen eli aheste, aheste yavaşladı. Düşündüğü şey mi onu acelesinden esir almıştı yoksa savrulduğunu garip yanlızlığımı.

Kısa bir an sonra elinde tuttuğu ince sayfaları ayrık kitabı masanın üzerine bıraktı. Gözlerinde duran kalın çerçeveli gözlükleri boynuna doğru saldı. Uzun ince boynu hafifçe içeriye doğru çökmüştü. Bedenini yana doğru kaydırdı. Elimde duran tozlu bezle kalın kitabın sert yüzeyini silmeye başladım. Lakin toz kitabın kapağına öyle yapışmıştı ki, arınması hayli zor oluyordu. Gözlerimin önüne düşen hatıraları yad etmek en ziyade ömrümden alıyordu. En olmayacak zamanlarda gözümün önüne dolan geçmiş henüz kabuk bağlamayacak kadar derindi.

'Gözlerinin önüne gelen hicran hiç geçmez mi dersin değil mi? Bir bana mı bu yara diye kahır edersin gönlünü değil mi? Yaşamak ömrün boyunca budur büsbütün' dedi

Kelimelerin yüreğime denk düşmesi olacak iş miydi? Gözlerim onun ihtiyar yüzünde kısa bir süre dolaştı. Bana bu denli uzak kalmış bir seyyah'ın cümlelerinin üzerime bu denli tesir etmesi beni şaşırtmıştı. Ne diyeceğimi bilemez halde karşısında dilim lal olmuştu. Elimde tuttuğum toz bezi parmak uçlarımın ucunda durakladı.
Gözlerini benden uzunca bir süre tuttu. Gözlerim onun ela gözlerini içine düştü. Bir toz bulutunun içinden kopan sisli bir tabakayı andıran hareleri eksenin kaybetmiş bir orantısızlık ile önüne düştü.Gözleri, her vakit önüne yığılan adamın içinden geçen kelimeler yüreğime ağır geldi. Bazı şeyler anlatılmasa da hissediyordu. Onun da kendi içinde bir bırakıp gideni vardı.

Gözlerini benden çekip uzunca merdivenlere tırmanmaya başladı. Yüreğime çöken hüzünle baş başa kalmıştım. Kitaplar benim seyircim olmuş burnumun ucunu sızlatmıştı.
Bir insanın yokluğuna düşen hüzün, bir başka nesnenin cansız varlığıyla bile içimi ısıtmaya yetmiyordu. Eskiden içimde garip bir hüzün hissetsem elime kitabı alır az da olsa o yıpranıştan tamamen uzaklaşırdım. Şimdi ise içimde belki de hiç bir zaman geçmeyecek olan mutsuzluk hakim sürüyordu. Bir haftadır çalıştığım bu sahaf bile kendi içimden bana yabancı gelmiyordu.
Vakit geç olunca sahaftan çıkmış tramvay hattına doğru yürümeye başlamıştım. İstanbul, sonbaharın bıraktığı hüzün gibi yaprakları dökülmüş sabah ayazı gibiydi.

Eve geldiğim de kapıyı açan babaannem olmuştu. Pencereden yolumu beklemişti anlaşılan. Endişeli sureti yüzünde kol geziyordu.

"Nerede kaldın Gümüş, eğer biraz daha geç kalmış olsaydın seni aramaya çıkacaktım.." Bir çocuğun hüzün dolu gözleri gibiydi sanki bakışları, yıpranmış kaderin üzerine yapışmış izi sanki hiç gitmeyecek gibiydi yüzünden.

"Geldim işte babaanne" diye ayağımda ki botları vestiyere koymuş ve kabanımı çıkartmaya başlamıştım.

"Ne gerek var kızım çalışmana, birikmiş paramız var halim Allah, he bide aylığım bize yetiyor artıyorda" Babaannem hala çalışmamı kabul etmiyordu.

"Babaanne, kafam az da olsa dağılıyor..." diye söylendim ona doğru. Merdivenlerden yukarıya çıkarken oda arkamdan geliyordu.

"Gümüş okulunun bitmesine ne kaldı şunun şurasında hem ortalığın halide belli, yüreğime indireceksin yavrum" diyen sesiyle son basamağı çıkarak ona doğru döndüm. Endişe dolu yüzü üstümde gezindi. Tonton yanakları eskisi gibi tonton olmaması canımı sıkmıştı.

Güz MatemiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin