Luhan çıkıp tenha kokan boş sokaklarda yürümeye başladı. Acelesi yoktu. Sadece düşüncelerinin geceye karışıp dağılmasını istiyordu.
Kollarını birbirlerinin beline dolamış iki sevgilinin karşısından ona doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Şu an atışıyor olsalar da birbirlerini sevdikleri ve mutlu oldukları gözlerinin içine bakışlarından belli oluyordu. Küçük olan sanki bir şeye alınmış da diğerine naz yapar gibi bir ifade takınmıştı. Uzun olan kolunu diğerinin omzuna atıp eğilerek burnunu onun burnuna sürttü. Diğeri ise onun göğsüne doğru vururken bir yandan da azarlıyordu ama aslında sinirli falan olmadığını kim görse söyleyebilirdi.
"Hep böyle yapıyorsun."
Diğeri gülerek cevapladı.
"Huysuzluk yapma. Neden suratını asıyorsun. Bana güvenmiyor musun?"
'Bana güvenmiyor musun...'
'Güvenmiyor musun...'
'Güvenmek...'
Luhan içinden, Kai'nin onu yıkıcı bir şekilde terk etmeden önce söylediği cümlesini tekrarladı.
'Bana güvenmeni istiyorum...'
Sinirlendi Luhan. Neden ona güvenmesini istemişti ki! Madem eninde sonunda acımasızca ortada bırakacaktı, o zaman bunu da layıkıyla yapmalıydı. Luhan'a kalbini ona teslim etmesini sağlayacak ve aklının bir köşesinin hep onda kalmasına neden olacak sözler sarf etmemeliydi. Unutmak bu yüzden zordu. Çünkü sözler kalbe bir kere işleyip duyguları yücelttiği zaman geri dönüşü olmazdı. İnanırdı kalp, gerçekleri bilse de inanmak isterdi bazı şeylere. Tıpkı Luhan'ın kendini kandırdığı gibi. Kelimeler işte bu yüzden tehlikeliydi. Belki de o gün hiç sormamalıydı Luhan.
Her şeyi tek başına yaşayıp hayal etmiş olamazdı değil mi? Luhan sadece sanmış mıydı? Kai'nin de ona dokunduğunda heyecanlandığını, ona baktığında gözlerinin içinin parladığını, onu öptüğünde bunun sadece duygusuz ve basit bir temas olmadığını... Sanmış mıydı? Aylar geçmesine rağmen kendini bunları düşünmekten alıkoyamıyordu Luhan. Sormak istiyordu, yakasına yapışıp her şeyin bu kadar kolay olamayacağını yüzüne haykırmak istiyordu.
Artık daha fazla dayanamıyordu. Mantığını kaybetmeye başlamıştı. Hem zihni hem de hisleri kendine zarar verme iç güdüsüyle yanıp tutuşmaya başladı. Hayatının bu kadar anlamsızlaşmış olabildiğine inanamıyordu. Gitgide duyarsızlaştığını hissetti. Her gün her yeni sabah 'geçecek', 'iyi olacağım', 'onu unutacağım' diyerek uyanmaktan ve tek bir günün bile hislerinde bir gram farklılık yaratmamasından usanmıştı. Bu çok yorucuydu ve artık savaşma gücü kalmadığını hissediyordu.
Başını kaldırdığında sonunda ıssız ve dar sokaklardan caddeye çıkmış olduğunu gördü. Trafik lambaları ve yaya geçidi az ilerideydi. Kırmızı ışık henüz yanmamıştı. Kaldırımın kenarında durup vızır vızır geçen arabalara baktı. Çenesini yukarı kaldırdığında titrek bir nefes salıverdi. Yumruklarını sıkarken gözünden bir damla yaş geldi. Sıcak gözyaşı yanağından süzülüp çenesine inene kadar soğumuştu. Öne doğru çekingen ve ufak bir adım atarken burnunu çekip sweetinin kapattığı elinin tersiyle gözyaşını sildi. Diğer ayağını da usulca öbürünün yanına getirdi.
Yol şimdi bomboştu ama karşıya geçmeyip beklemeye devam etti. Uzaktan gelmekte olan arabaların nokta şeklindeki birbirine karışmış ışıkları gitgide yaklaşıp büyüyorlardı. Hafif ılık bir esinti saçlarını okşayıp hareketlendirdi. Rüzgar bile fısıldıyordu kulaklarına, cesaret vermek ister gibi.
Her zaman derlerdi de inanmazdı Luhan. Bilemezdi bir gün kendisine olacağını. Bir anda tüm hayatının gözlerinin önünden geçip gideceğini... Deselerdi inanmazdı.
Hafızasında nasıl yer ettiğine kendinin bile inanamadığı hatıraları zaman şeridinde akıp geçerken bir noktada ağır çekime girer gibi süzülmeye başladı resimler. Sesi kulaklarında çınlıyordu.
'Çok erkeksi değil mi?'
'Söylesene ne tür bir salak yüzmeyi bilmez ki?'
'Hoşuna gidiyor mu?'
'Sana bayılıyorum.'
'Sandığımdan daha da aptalmışsın Luhan.'
'Seninle sadece oynadım.'
'Oynadım.'
Kocaman tır kör edici farlarıyla yaklaşırken sağır edici korna sesi de etrafta yankılandı. Luhan yolun ortasına kadar geldiğinin farkına bile varmamıştı. Gözlerini ışıktan korumak için kolunu kaldırıp elini önüne siper ederken kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Korkuyordu ama ayaklarını hareket ettiremiyordu. Bütün bedeni uyuşmuş gibiydi. Üzerine gelmekte olan tıra bakmaktan başka bir şey yapamadı. Öylece durdu. Belki de vazgeçmesi daha iyiydi. Sonunda ruhu huzura kavuşabilecekti.
Araba frene bastığında tekerlekler yolda acı bir gürültüyle sürtünmeye başladı. Ama artık çok geçti. Bembeyaz ışık Luhan'ın yüzünde parladı. Bedeni havaya savrulurken bir anda her şey kararmıştı. Ama tuhaf...Acı hissetmiyordu.
'Sonunda...'
Gülümsedi Luhan ağzının kenarından kanlar boşalırken.
Tanrı ona fazlasıyla acımış olmalıydı. Gözlerini öbür dünyaya açar açmaz Kai'nin yüzüyle ödüllendirilmek ne büyük mükafattı.
'Teşekkürler Tanrım.'
Kai onu göğsüne bastırıyordu.
'Tanrım, meleklerin de kalbi atıyor mu? Çünkü şu an onu duyabiliyorum.'
'Saçları neden siyah?'
"Aptal..."
'Neden ağlıyorsun Kai? Gözyaşların yüzüme düşüyor. Çok sıcaklar. Sana bir şey söyleyeyim mi? İnsanlar ne kadar acı çekerek ağlarsalar, gözyaşları da o kadar tuzlu ve sıcak olurmuş. Seninkileri tadabiliyorum. Çok tuzlular. Dudaklarımı yakacak kadar. Sen de benim kadar acı çekiyor musun yoksa? Ama artık her şey bitti değil mi? Bana sonsuza kadar güzel olduğumu söyleyebilir misin? Hayır, beni şımartman için demiyorum. Sadece...sesin çok güzel. Sesini duymayı çok seviyorum.'
"Lütfen, tekrar söyle güzel olduğumu... Ağlamadan Kai."
'Omuzlarının sarsıldığını hissedebiliyorum.'
"Çok güzelsin Luhan. Hayatımdaki en güzel şeysin. Lütfen..."
'Artık sesini duyamıyorum Kai. Sesin benden uzaklaşıyor. Ama sen uzaklaşma. Böyle huzurluyum. Gözlerim kapanıyor. Sanırım uykum var, biraz dinlenmeliyim... Benimle birlikte uyur musun? Sadece yanımda kalmaya devam et lütfen. Bir kez daha terk etmene dayanabileceğimi sanmıyorum çünkü.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
*Poles Apart *
FanfictionTANITIM Üniversiteyi yeni kazanan Luhan okuluna yakın bir ev aramaktadır. Babası patronuyla bir anlaşma yaparak bu sorunu ortadan kaldırmıştır. Luhan artık babasının patronunun oğluyla aynı evde kalacaktır. Luhan çalışkan, neşeli ve arkadaş canlısı...