Bölüm 8

97 17 39
                                    

Erden Boğa

Hiçbir zaman enerjik bir insan olamadım, bunu kabul ediyorum. Küçükken bile üçüzlerim eğlencenin dibine vururken -ki o zamanlar yaramazlık yapıyoruz diye annem de kızmazdı- ben kenardan izlerdim. İçimde her zaman bir şeylerin korkusu vardı, o asla geçmedi. Korkumun nedenlerinden çok insanların nasıl bu kadar mutlu olabildiklerini düşünüyordum.

"Erden, ağrın var mı oğlum?" diye soran babam, içirdiği çorbanın boş kasesini orta sehpaya koyuyordu.

"Yok baba. İlaçlarımı almama gerek yok, doktor sadece ağrım olduğumda içmemi söyledi." Sadece başını aşağı yukarı salladı. O sırada merdivenlerden ayak sesleri duydum, anında Erdem kapıda belirdi. Sırtında sporcu çantası, her zamanki gibi bir şort, sporcu atleti. Sadece alnına 'sporcuyum' yazmadığı kalıyor.

"Ben çıktım! Dışarıdan bir şey istersen mesaj atarsın Erden. Yarım saate gelirim." Sözlerini dile getirdiği an dış kapıya gitti ve saniyeler içinde kapı açılıp, kapandı.

"Bedenini çok fazla yoruyor. Evet, gençken bu çok güzel. Ama yaşlandığında... Amaan! Sporcu adam, ne olur ona?" Bir anda kendi sözünden dönen babam ayağa kalktı, tepsiyi aldı ve salondan çıktı. Odam artık salon, yalnız kalmamalı, kolumu hiç kullanmamalıymış. Karşı koltukta uyuyan amcamın alarmı çalınca babam yine salona daldı. Gözlerini açmadan alarmını kapatan amcam, ağır bir küfür mırıldanmıştı.

"Ayıp oluyor lan. Çocuk var yanımızda," dedi babam.

"Çocuk mu? Ulan çocuk dediğinle yaşıt oğlun benden daha pis küfür ediyor." Amcam konuşurken yerinden kalkmış, salondan çıkmıştı.

"Ama sen etmiyorsun... Abim ne zaman küfrü bırakacak?" Babamın isyankâr sesine güldüm. Genelde Eden de Erdem için böyle konuşuyor.

"Erdem! Beraber çıkalım, aslanım."

"Erdem gitti, amca. Şimdi çıktı." Ona verdiğim karşılıktan sonra ses gelmedi. İşe gidecek, büyük ihtimal dişlerini fırçalıyordur. "Çıkmadan yemek ye. Eden, sen seviyorsun diye pilav yaptı." Yine ses gelmedi. 

"Uyumuş olmasın?" diye soran babama gülerek başımı iki yana salladım. Amcam da en az babam kadar işkoliktir, çok dakiktir ne geç kalır ne erken gider, sağlığını bile düşünmez. Kapı çaldığında babam kalkıp baktı. Ben, Erdem bir şey unutmuş diye düşünürken annem salona girdi. İşte şimdi ayvayı yedim.

"Erden!" diye çığlık atan annem, anında dibimde bitti.

"Hoş..." Sözlerime devam edemeden bir çığlık kopardı. Kim söyledi ki ona?

"Oğlum! Ne oldu sana böyle? Ya! Ben, size demiyor muyum; kendinize dikkat edin, diye? Bu ne hâl? Kaç yaşında adam oldun, hiç yakışıyor mu? Bana neden haber vermediniz? Öğretmenlerinizi aramasam hiç haberim olmayacak!" Kesin okula devamsız yapmadan gidiyor muyuz diye öğretmeni aramıştır, o da gelmediğimi söylemiştir... Sonra Erden niye öğretmenlerini sevmiyor? Hepsi ispiyoncu da ondan!

"Anne..."

Yine sözümü kesti. Babama dönerek bağırdı: "Allah belanı versin be senin gibi babanın." Şaşkınlıkla bir bana, bir de anneme bakan babam, yüzünü ekşitip kollarını iki yana açtı.

"Ben ne yaptım şimdi?"

"El kadar çocuğu koruyamadın değil mi? Kesin işini bırakıp hastaneyede gitmemişsindir! Çocuklarımı yanıma alacağım artık. Sen görüp görebileceğim en kötü babasın Oktay!"

"Anne..." diye araya girmeye çalıştım, ama başarı olamadım.

"Sus! Sus Erden, tek kelime daha etme. Oktay, ne oldu Erden'e?" diye haykıran annem, babamın üzerine yürüyordu. "Bu çocukların kılına zarar gelmeyecek, demedim mi?"

Sorumsuz ve SorunsuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin