Bölüm 2

274 25 5
                                    

Ekim başları, soğuk esen bir rüzgâr ve hafif yağmurun altında sigaramı içerek yürüyordum. Aklımda deli düşüncelerle, ıssız bir yer tam kafa dinlemelik diye düşünüp okuldan kaçtığım gün kendimi belki de Maraş'ın en ıssız yerine attım. Elimde sigaram, arkada çalan müziğim, yürürken sonunun nereye gittiğini bilmediğim yağmurlu yol ve kafamdaki deli düşünceler ile yürüdüğüm yolda rüzgârın esintisi içimi ürpertmişti
Şehirde birinci yılımı tamamlamıştım ve birçok yeri öğrendiğim için kendimi hep ıssız yerlere atıp kendimle konuşuyordum. İnsanlara minnet etmeyerek her şeyi kendi içimde çözüyordum ama bir yıldır hala o rüyanın etkisindeydim ve o rüyanın gerçekleştiği dönemlerdeydim. Kız arkadaşımla yolları ayırmıştık. Sanki ıssız bir adada tek başıma kalmışım gibi hissediyorum. Rüyamda kız arkadaşımla ayrılacağımızı görmüştüm. Rüyam gerçekleşmişti ve birdenbire elimizde olmayan sebeplerden dolayı aramız açılmış, birbirimizi çok kırmıştık. Birbimizi daha çok yıpratmamak adına ayrılmayı seçmiştik ama rüyamda hayatıma yeni bir kız alacağımı ve uzun süre kötü günleri beraber atlatacağımızı gördüm. Kız arkadaşımdan ayrıldım, peki ama hayatıma yeni alacağım kız kimdi? Yoksa ben çok mu kafaya takıyorum bu rüyaları? Diye düşünüp yoluma devam ettim. Kafamda milyonluk cevaplanmamış sorular vardı.
Kendimi yakın bir banka atıp derin düşüncelere daldığımda saatin okul çıkışına denk geldiğini ve benim de eve gitmem gerektiğini anladığım an, yerimden fırlayarak geldiğim yolu geri döndüm.
O kadar çok yürümüştüm ama hala kafam allak bullaktı ve kendimle konuşuyordum.
"Lan Kuvars, sen bu günlere kolay gelmedin. Bugünden sonra da kolay devam etmeyecek. Her şeyin daha zoru gelecek elbette. Sabret oğlum, her şey bir gün çok güzel olacak lan." diye kendimi teselli ediyordum. Gerçi elimden başka bir şey de gelmiyordu. Düşüncelere boğulmuşken aynı yolu geri döndüm. Bir dolmuşa binip eve doğru yola koyuldum. Kafamı cama yasladığımda tatlı bir uyku gelmişti. Zaten ev 1 saat uzaklıkta olduğu için biraz kestirmek için gözlerimi kapattım. Yine rüyalarla karşı karşıya kalacağımı, belki daha kötü şeyler göreceğimi biliyordum ama hava yağmurlu diye uçmasından vazgeçsin mi serçe?

Güzeller güzeli bir küçük kız yola oturmuş ağlıyor, babasından ona vitrindeki Limon Kız'ı almasını istiyordu. Babası da çok sert cevaplar verip vurarak onu yerden kaldırmaya çalışıyordu ama nafile. Küçük kız çok inatçı davranıyordu. 'Limon Kız hangi bebek acaba?' diye düşünürken gözüm vitrindeki bebeği gördü.

Kıza baktığımdaysa babası kızını dövmeye devam ediyor, yerden kaldırmaya çalışıyordu. Oysaki o kadar tatlı ve güzel bir kızdı ki ona vurmak bir yana, sözle bile incitmemek gerekmez miydi?
Müdahale etmek istedikçe sanki bir şeyler beni geri çekiyor, "Seni ilgilendirmez, sen kimsin ki?" diye biri kulağıma fısıldıyordu ama göz yumamazdım.
Babasına da vurma da diyemezdim veya derdim, hayır diyemezdim. Belki adam çaresiz, parası yok düşüncesi ya da varsa ve bilerek almıyorsa? Babası da herhangi bir açıklama yapmıyor sadece tokat atıp tekmeliyordu. Bu benim çok sinirimi bozuyor ama yaklaşamıyordum.
Son defa vitrindeki bebeğe bakıp mağazaya girmek için adımladım. Bebeği alıp dışarı çıkarken elimde Limon Kız'ı gören küçük kız daha şiddetli yine ya başladı.
"Nasıl babasın sen, kuzenime her şeyi alıyorsun ama bana hiçbir şey almıyorsun! Sen onu çok seviyorsun ama beni hiç sevmiyorsun!" diye bağırmaya başladı. Daha çok küçüktü ama ağzından çıkan kelimeler herkesin kuramayacağı büyüklükteydi. Acaba küçük yaşında nasıl bu kadar büyük kelimeleri düşünebiliyordu? Bebeği ona aldığımı duyunca nasıl tepki verecek diye merak ettim. Yanlarına doğru adımladım. Beni gören babası kızı bırakıp bana bakmaya başladı. Yere oturan küçük kızın yüzü yediği tokatlar yüzünden kıpkırmızıydı.
"Merhaba." dedim usulca. Korktuğu yüzünden belli oldu ve bir o kadar da nefret dolu bakışlarla baktı bana. Ama haklıydı tabii çünkü onun bebeğini ben almıştım. Adını sorduğumda cevap vermemişti. O zaman anlaşma yapmanın tam zamanıydı.
"Eğer bana adını söylersen sana bu bebeği hediye edebilirim." dediğimde göz bebekleri büyüdü. Tatlı şirin bir ses ile "Benim adım, benim adım..." diye ikiledi ağlamaklı ve bir o kadar mutlu sesiyle "Benim adım Gül." dedi. Yüzüne bir anda mutluluk saçılmıştı.
Elimdeki bebeği ona verecekken "Kaç yaşındasın söyle bakalım?" dediğimde "En son 7 yaşında kaldım ben" demişti. Bu çok şaşırtıcı bir cümleydi.
"Nasıl kaldın hiç büyümedin mi?" Usulca kulağıma yaklaştı,
"Ben 7 yaşında kaldım evet. Ondan sonrası tam bir harabeydi." diye sessiz sessiz kulağıma söyledikten sonra bir an kendimi geri çektim.
'Kimdi bu? Nasıl yedi yaşında kaldı? Ne anlatıyor bu çocuk?' diye düşündüm afallayıp. Kızın yüzünü derin derin incelerken boğazındaki morluk izini gördüğümde sinirden yerimde duramadım. Ayağa kalkıp bizi izleyen babasına doğru yöneldim. Yaşım küçüktü, belki babası beni de dövecekti ama umurumda değildi. Küçük bir çocuğa bu yapılabilir miydi? Babasına yaklaşıp iki elimle yakasını tuttuğumda hesap sormak için bağırmaya başladım ama herhangi bir cevap vermiyor, sadece beni izliyordu. Adamın yakasını bırakarak küçük kıza döndüm ve tekrar önüne oturdum. Ona soracağım her soru onu inciteceği için sadece gözlerine baktım.
Derin derin o güzel yüzünü incelerken birden ayağa kalkıp bana sarıldı ve kulağıma tekrardan eğildi.
"Yakında geleceğim yanına. Yakında beni daha yakından tanıyacaksın. Yakında sana HALES olacağım." dedi ve sarıldı. Elindeki Limon Kız'la bir anda gözden kayboldu. Ne dediğini anlamaya çalışırken birden kendi adımı duyunca irkilerek uyandım. Yine derin uykulara dalmıştım. Kafamı çevirince beni uyandıranın Sude olduğunu gördüm.
"Yine uyudun mu sen ya" diye söylendi.

"Oğlum sadece uyuyorsun nedir bu uykuya olan aşkın?" diye sitem edince gülümsedim ama o küçük kız aklımdan çıkmıyordu. Gül, Gül'dü adı. "Yakında seninle tanışacağız." dediğinde çok önemsememiştim ama şu an çok merak ediyordum açıkçası. Acaba kimdi ve ne zaman tanışacaktık? Düşünürken inmem gereken durağa geldiğimi Sude söyleyince fark ettim. Hızlıca ayaklanıp Sude'yle vedalaştıktan sonra otobüsten indim.
Adımlamaya başladığımda arkamdan birileri bana sesleniyordu. Arkamı dönüp baktığımda ablam ve arkadaşı da okuldan çıkmış, eve doğru adımlıyorlardı. Onları beklemek için durdum. Cebimden çıkardığım sigara paketinden bir dal alıp dudaklarımın arasına yerleştirdiğim an kafama bir şaplak yedim. Arkamı dönüp baktığımda ablam:
"İçme şu illeti diye kaç defa uyardım seni?" diyerek sitem etti ama ben bir şey olmamış gibi kendisi ve arkadaşına selam verdikten sonra ilerlemeye başladım. Çok durgundum bu aralar. Bir şeyler ters gidiyordu ama neyin ters gittiğini hala çözememiştim. Hayatı akışına bırakmış, sadece zamanı gelince bir şeyleri halletmeye çalışıyordum.
Eve geçtikten sonra aklımda hala gördüğüm rüya vardı. Rüya olayı beni daha çok meraklandırıyor ve heyecanlandırıyordu. Tek sırdaşım, dert ortağım ablamı çağırdım. Onun adı da Gül'dü. Fatma Gül. Olayı ona tek tek anlattım. Uzun zamandır bu tür rüyalar gördüğümü, son zamanlarda arttığını, şimdi ise rüyama giren küçük bir kızın bana anlattıklarının beni darmaduman ettiğini söyledim. Yorumlaması için gözlerinin içine dikkatlice bakıyordum. Ağzından çıkacak en küçük cümleyi havada kapacak gibiydim. Durdu, düşündü biraz.
"Kız arkadaşınla ne yaptın sen?"
"Anlaşamadık, bitirdik"
"Peki, hayatında başka kimse var mı?" dediğinde hayır dercesine kafamı salladım.
Yorumları her zaman çok iyidir aslında ve ağızından çıkan cümleler hiçbir zaman şaşmazdı. Tabiri caizse hep on ikiden vururdu ama nedense hâlâ suskundu. Sonra bir an ağzını açıp konuşmaya başlayacağını anladığım an dikkatimi ona verdim.
"Bence geçen yıldan gördüğün rüyanın bugün gördüğün rüyayla bir bağlantısı var. Evet, hayatına yeni biri gelecek, belki de o küçük kız çocuğunun büyüklük haliyle en kısa sürede bir yerde tanışacaksınız. Neresi pek bilinmez ama gelirse sana sev onu olur mu? O senin geleceğin olacak. Geleceğin olmasa neden girsin ki bu kadar rüyana? Neden kendini bu kadar belli etmek istesin?" dediğinde dona kalmış ablama bakıyordum.
Acaba ne zaman gelecekti ve sanırım ben daha tanımadığım birine âşık olmuştum. Komikti ama gerçekti. Aşk denen bataklıkta bu sefer ciddi ciddi batıyordum ama bir yandan gelsin istemiyordum. Sadece onu çok merak ediyordum.
Neden rüyalarıma bu kadar önceden geliyor ve 'Ben geliyorum!' dercesine haber veriyordu ki? Gelsin mi gelmesin mi diye çelişkide kalırken çok meraklı bir insan olduğum için gelsin istiyordum.
Bu kadar yaralı bir Gül. Belli ki yaralarını sarmamı istiyordu. Bunu seve seve yapabileceğimi çok iyi biliyordum. İnsanların dertlerini dinlemek, derman bulmak, üzgün oldukları zaman onların üzüntülerini paylaşmak çok sevdiğim şeylerdi. Evet, insanların her derdine derman olan ben; neden kimsenin benim derdime derman olmasına izin vermiyordum, çekiniyordum insanlardan? Belkide yaramı gördükleri an tuz basacaklarını bildiğimdendir bilemiyordum.

Evdeki bağrışma sesleri bir anda yükselirken ablamla odadan çıktık. Annemle babam yine tartışıyordu ve yine konu bendim. Başarısızlığım, içip durduğum sigara... Babam alışmasına rağmen annem hâlâ alışamamıştı bu hallerime. Özgür olmayı seviyordum ama annem her zaman buna karşı geliyordu. Babamsa alıştığı için sadece susuyor, bazen beni savunuyordu. Ailem için elimden geleni yapmak istiyordum. Üzülmesinler diye gerekirse ölmeyi bile göze alacak kadar çok seviyordum ama elimden gelen bu kadardı.
Çok denemiştim sigarayı bırakmayı ama olmuyordu. Yapamıyorum demiyordum yapmak istemiyordum. Saçma gelebilir ama ben sigarayı çok seviyordum onunla dertleşiyordum ben bir tek sigaranın samimiyetine inanıyordum o benim için yanıyordu, bense ona hayatımı bahşediyordum.
Annemle babamın tartışması daha fazla alevlenmeden aralarına girdim. Her ikisinin de gözlerine uzun uzun baktığımda bana nefret dolu olan bakışlarını görünce sanki dünya başıma yıkılmış gibi hissettim. Ama haklı da buluyordum onları. Ben bile kendimi sevmezken onlar beni nasıl sevebilirdi ki? Ağızımdan çıkacak her bir cümlenin ciğerlerimi parçalayacağını biliyordum ama konuşmak zorundaydım. Konuşmazsam eğer yine evde benim yüzümden bir huzursuzluk olacak ve tek suçlusu ben olacağım için hafif hafif konuşmaya çalıştım.
"Özür dilerim anne, özür dilerim baba. İstediğiniz gibi biri olamadığım için özür dilerim. Hiçbir yerde başarılı olamadığım için de özür dilerim ama ben hâlâ hayatla kavgamı yenemedim. O yüzden bu haldeyim." derken gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı.
Kolay ağlayan biri değildim ama dudağımdan dökülen cümleler ciğerlerimi parçalamış, gözyaşlarımın akmasına müsaade etmişti. İzin vermek istemiyordum ama kendi kendilerine düşüyorlardı. Daha fazla dayanamadığım için arkamı döndüm ve kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Asansörü çağırdığımda gözlerimden hâlâ yaşlar akıyor, sanki boğazımda bir yumru nefes almamı engelliyordu. Asansör geldiğinde binip kendimi dışarı attım. Cebimden çıkardığım sigara paketinden bir dalı yaktım. Kış aylarına girdiğimizden hava biraz soğuktu. Titreye titreye bir banka oturup sigaramdan bir nefes daha çektim. Bir anda bina girişinden çıkan ablamı gördüm. Yavaş yavaş yürüyerek yanıma yaklaştı. Hep yapardı, ne zaman başım dara düşerse ilk o olurdu yanımda. Zaten başka kimseye gereğim yoktu. Ablam olsun, gerisi önemli değildi benim gözümde.
Yanıma gelip elini omuzuma koydu. Yürümek istediğinde hiç itiraz etmeden ayağa kalktım. Bir anda elini cebime atıp sigara paketini aldı. Yine kıracağını sanırken içinden bir dal çıkarıp ağızına götürdü. Şaşkınlıkla ne yaptığını izliyordum. Cebinden çakmağı çıkarıp sigarasını yaktığında içine çektiği ilk dumanla birlikte daha önce hiç sigara içmediğinden öksürmeye başladı. Hâlâ hayretle ona bakıyordum. Dayanamayıp elindeki sigarayı alıp yere fırlattım.
"Ne yapıyorsun!" diye bağırmıştım şaşkınlıkla. Hâlâ öksürüyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı, ağlıyordu.
"Benim kardeşimin canı yanıyor. Bu soğukta ağlıyor, sigarasını içiyor ben onu yalnız bırakır mıyım be!" dediğinde dayanamayıp sıkı sıkı sarıldım.
Ağlamam katbekat artmıştı çünkü benim bu dünyadaki en değerli varlığım, benim için kendine zarar vermişti. Beş dakika hiç ayrılmadan ağlaya ağlaya sarıldık. Ayrılıktan sonra anlından öptüm.
"Güzel günler bizi bekliyor meleğim, biz mutlu olacağız." dediğimde kafasını sallayarak 'Biz mutlu olacağız' diye bağırıp çocuk sesiyle ortalığı inletti.
Ağlamaklı yüzümüz gülmeye başladığında birbimize daha sıkı sarılıp eve doğru adımladık. Eve gitmek istemiyordum onu eve götürmeye çalıştığımda da itiraz edeceğini biliyordum.

"Hadi gidelim de sana bir milkshake ısmarlayayım ha, ne dersin?" dediğimde daha çok çocuklaşmış "Oley" diye bağırmıştı.
Gözyaşlarımızı sile sile evin altındaki kafeye geçtik. Her zamanki gibi ablam çilekli ben çikolatalı milkshakelerden içtik. Yaşımız ne kadar büyüse de vazgeçemiyorduk bu içecekten. Canımız yandığı, ağladığımız zamanlar içerdik en çok bu içecekleri. Sonrasında biraz sohbet ettik ve ablam yine rüya hakkında konuştu. Araştırmalar yapmış, söylediklerinin doğruluk payı olduğunu söylemişti. O konuyu çoktan unutmuş olduğum ablam söyleyince aklıma geldi.
Sessizliğimi koruduğumda konuşmak istemediğimi anlayıp "Hadi kalkalım." dedi. Hesabı ödedikten sonra eve doğru bir sevgili misali sarıla sarıla çıktık. Eve geçtiğimiz sırada annem ve babam bizi kapıda karşılamıştı. Gece geç saat olduğunu o zaman anlamıştık. İkimizde telefonlarımızı evde bıraktığımızdan saate de bakmayıp bayağı geç kalmıştık. Bir tartışma ortamını daha kaldıramayacağım için ablamın kolundan tutarak onu odasına sürükledim ve ben de hemen odama çekilip uyumak için yatağa girdim. Rüya görmek istemiyordum açıkçası ama göreceğimden emindim. Uykum vardı, uyumak istiyordum. Her zamanki gibi Ahmet Kaya'nın şarkılarını açtıktan sonra kafamı yastığa koydum kısa bir süre içinde uykuya dalarken aklımda bir cümle dönüyordu.

HalesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin