Bölüm 8

59 14 1
                                    


.

Sonunda hafta sonu olmuştu ailem Hatay'a gittiğinden, ben de evde tek kalmıştım. Gül'ü kahvaltıya davet ettim. Sabahın erken saatinde kalkıp kendimi direkt mutfağa attım. Gül de erken gelecekti zaten. Aç kalmasını istemiyordum. Tostum ailede meşhurdu ve herkes çok severdi. Ona da tattırmak için özenerek yaptım. Hatay'a özgü kahvaltılıkları da koyup evde portakal aradım ama yoktu. Markete çıkıp portakal aldım. Reyonlarda gezerken aklıma çikolatalı süt geldi. Ondan da aldım.
Eve doğru yürüyordum. Kulağımda o sırada kulaklık vardı. Gül arayınca hemen açtım. "Arkana baksana artık be." dedi. Arkamı döndüm, çiçekli elbisesini giymiş bir prenses gibi yanıma geliyordu. Yüzünde makyaj hiç yoktu ama çok güzeldi. Yanıma gelmesini bekledim. Büyük bir hayranlıkla baktım kendisine. Papatya desenli elbisesi dizinin üstüne kadar geliyordu ama hava soğuktu. Hemen sarıldım ve eve geçmek için hızlı adımlar attık. Asansöre bindiğimizde elimdeki poşetlere baktı. Sütü görüce alıp hemen içmeye başladı. Kendini kaptırmıştı yine. Kan içen vampir gibi görünüyordu ama çok komikti. Bana baktı, pipeti ağzıma uzattı. Biraz içtiğimde hepsini içmemi istedi ama ben onu içerken izlemeyi daha çok seviyordum. İçmek istemediğimi söylediğimde ısrar etmeyip içmeye devam etti.
Asansör 13. katta dururken indik. Kapıyı açıp içeri geçtim. İçeri girmesi için kendisini de davet ettim. Ev sıcaktı ama çok üşümüştü. Kaloriferin oraya oturttum. Yine de hâlâ ısınamamıştı. Elbisesi de çok inceydi. Yanına gidip elimi uzattım. Ayağa kaldırıp odama götürdüm. Dolabımı açtım. Biraz dağınıktı ama olsun.
İstediğini seçmesini istedim ama çekindi. Hemen elime gelen pijama ve kazağı kendisine uzattım. Kalındı, ısıtırdı kendisini. Arkamı dönüp dışarı çıkacaktım ki teşekkür edip yanağımdan öptü. Ben de sırıtarak odadan çıktım.
Geldikten sonra kahvaltıya geçmiştik. Yemek yerken gülüp duruyorduk. Tostumu da çok beğenmişti. Acıyı çok sevdiği için acılı yapmıştım. Yemek yemeyi bırakıp onu izlemeye başladım. Giydirdiğim kıyafetler sayesinde artık üşümüyordu da. Ayaklarına da en kalın çorabımı geçirmiştim. Zaten ayakları ve elleri hiç ısınmazdı. Yemeğini bırakıp o da beni izlemeye başladı.
"Seni çok seviyorum Gül'üm." dediğimde gözleri birden kocaman olup parıldadı. "Ben de seni çok seviyorum Kuvars. Hiç gitme benden. Seni gerçekten çok seviyorum."
Hiç gitmeyecektim, gidemezdim. Gitmek istemezdim zaten. Öyle düşünüyordum o anlarda en azından. Kim cenneti bırakmak isterdi ki? O benim için cennetti ya da ben o zamanların güzelliğinden öyle görüyordum.
Yemek yedikten sonra bulaşıkları yıkamak istemişti. Ne kadar yıkamaması için ısrar etsem de kabul etmedi. Beraber bulaşıkları yıkadık. Film izlemek için oturma odasına geçtiğimizde hangi filmi izlemek istediğini sordum. "Delibal." dedi.
Daha önce fragmanını izlediğim bir filmdi. Fragmanı bile çok güzeldi filmin açıkçası. Açmadan gidip biraz mısır patlattım. Yanına gelip aldığım çikolataları da ona uzatıp yanına geçtim. Filmin ortalarına doğru Gül'ün başı omzuma düştü. Uyuyakalmıştı. Kafasını yavaş bir şekilde göğsüme koydum. Uyurken onu izlemesi gerçekten çok güzeldi. Televizyonu kapatıp Gül'ü izledim. Ara ara saçlarıyla oynadım, şarkılar söyledim ama hepsini rahatsız etmeden yapmıştım. Otuz dakikayı geçmeden uyandı.
Göz göze geldiğimizde "Öldüm mü ben ya?" demişti. Anlamaz gözlerle bakmıştım dediğine.
"Gözlerimi açar açmaz cennetle karşılaştım da bir an öldüm sandım." dedi. Gülümseyip burnunu tekrardan öptüm. Biraz gıdıklamış da olabilirim kendisini.
"Ben cennet değilim ama meleği göğsümde uyutan bir faniyim. İlk defa bir melek göğsümde uyudu."
Gülümsedi tekrardan. Kalktı bir buse bıraktı dudaklarıma. Ayağa kalktım. Hızla Müslüm Gürses'in "Seni Yazdım Kalbime" şarkısını açıp yanına gittim. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.
"Beni bu dansla şereflendirir misiniz hanımefendi?" deyip ellerimi uzattım. Elini uzatıp ayağa kalktı. Dans etmesini bilmiyorduk ikimiz de ama birbirimize ayak uydurmaya çalışıyorduk. O günden sonra zaten o şarkı bizim şarkımız olmuştu. Dansın ardından Gül'ün gitme vakti gelmişti. Gitmesini istemiyordum ama evde sorunları vardı ve zaten yanıma da yalan söyleyerek gelmişti. Odama geçip kıyafetlerini giyecekti ama izin vermedim.
"Böyle gitsen olmaz mı?"
"Maalesef." deyip kafasını salladı. Elbisesini giyip geldikten sonra dolaptan en sevdiğim hırkamı alıp üstüne giydirdim. Eve geçmeden önce çantasına koymasını söyledim. Durağa kadar beraber gittik ve otobüse bindirdim. Eve doğru yürürken beni aradığında bir sorun oldu sanıp telefonu korkuyla açtım. "Aşkım? Bir sorun mu var?"
"Hayır, sorun yok ama sanırım ben sana doyamıyorum. Çok özledim seni." dediğinde sesli bir şekilde güldüm.
"İstersen gel bizde kal."

"Ah keşke sizde kalabilseydim. Hem zaten küçüğüm, dolabına sığmaz mıyım? Orada kalsam ne olabilir ki? Kimse de fark etmez." dedi ve gülmeye başladı.
Hayali bile çok güzeldi aslında ama öyle bir şey olması imkansızdı. İkimizin de katı aileleri vardı ama söz verdim o an kendime. Gül'e de söyledim üniversiteyi beraber okuyacaktık. İkimizi de bu iğrenç düzenden çıkarıp güzel bir hayat yaşatacaktım. Mutlu olacaktık, nefes almayı öğrenecektik. İkimiz de o kadar nefessiz kaldık ki küçük bedenlerde büyük ruhlar taşıdık. Çocukluğumuzu yaşayamayan iki küçük çocuktuk. Öyle kalacaktık. Çocukluğumu ve büyüklüğümü kendisiyle yaşamak istiyordum. Yanında yaşlanmak istiyordum, kollarında ölmek istiyordum. Ben onu istiyordum.

HalesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin