Bölüm 10

61 13 1
                                    

Amcam gelmişti. Bedeni gelmişti. Mezarlıktaydık, tabutta idi. Bağırmıştım "Sana yakışmadı tabut."diye. Herkes bana bakmıştı. Küçüktüm, acı bana her şeyi söyletebilirdi. Amcamı mezara babam koymuştu. O kadar çok yük binmişti ki. O gün sadece amcamlar ve ben toprak atmaya cesaret edebilmiştik. Küçük bedenimle küreği tutamamıştım ama ellerimle toprağı avuçlayıp atmıştım. Eve dönmüştük. Herkes ölmüştü o gün. Sadece gömülen amcamdı.
Günümüz;
Ablam, iki gözümün çiçeği, çocukluğum, büyüklüğüm, gençliğim, dert ortağım, ilk sevgilim, her şeyim karşımdaydı. Bir tahta parçasının içinde bana doğru geliyordu. Herkes ağlıyordu. O an kimseyi göremiyordum, kimseyi duyamıyordum. Odaklandığım tek nokta bir tabut parçası olmuştu. Dizlerim titredi, gözlerim kaydı, ellerim buz tuttu. "Abla sana da yakışmadı tabut." diye bağırmıştım. Sonrasında hiç konuşamadım. Sustum. Ablam yanıma geldiğinde bir tahta parçasına sarıldım, bir tahta parçasını öptüm ama kalbim son kez ablamı öpmüştü. Ona son kez sarılmıştı.
Annem "Oğlum, beni de götür... Ben de öpeceğim." diye ağlıyordu. Güçlüydüm ama sanki ayakta duramıyor, yürüyemiyordum. Zorlukla gittim annemin yanına. Oturduğu tekerlekli sandalyeyi ittirdim ablamın yanına kadar. Durup kilitlenmiştim bir an. Annemin yanına geçip elini omuzuma attım. Zorlukla kaldırdım annemi. Öptü ilk göz ağrısını, sarıldı. "Ay yüzlü Gül kızım, bizi bırakma." demişti zorlanarak.
Daha fazlasına da takati kalmayıp bayılmıştı zaten. Annemi sandalyeye geri oturtmuştum. Götürmüşlerdi oradan. Hemen babamı aldım aynı şekilde getirdim kızının yanına. Ayağa kalktı, öptü, sarıldı, "Gül'üm, mutlu ol." dedi. Ayakları daha fazla kendisini taşıyamadı. Geri düşerken tuttum hemen babamı. Amcamlar babamı aldı ellerimden.
Ablamı da cenaze arabasına koydular o ara. O sıra aklıma ablamın "Bir gün hepimiz bu arabaya bineceğiz. İlk ve son binişimiz olacak." deyişi gelmişti. Ablam ilk ve son defa binmişti.
Peki, ben ne zaman binecektim? Çok uzun sürmemesini istemiyordum. Binmek ve ablamın yanına gitmek istiyordum...
Cenaze arabası hareketlenince biz de hemen ayaklandık. Annemle babamı dayımın arabasına bindirip bizim arabaya doğru yürüdüm. Arkamdan amcam gelmişti. Şoför koltuğuna geçmeyi düşünüyordum ama ellerimi fark edince vazgeçtim. Amcam bindiğinde ben de yanına bindim. En öne, hemen ablamın arkasına geçmesini istedim. Bana bakıp "Kardeşlerini düşün Kuvars, onlara nasıl söyleyeceksin? Hatay'a nasıl gelecekler?" demişti. Kardeşlerim amcamın evindeydi.
Amcamı arayıp kardeşlerime kimsenin bir şey dememesi için sıkıca tembihledim. Hatay'a sessiz sedasız götürmelerini, köyde herkesten uzak bir yerde kalmalarını istediğimde kabul etti. Uzun ve ölümcül bir yolculuk yapıyorduk. Ablamın arkasına takılmıştık. Ablamla konuşuyordum, o da cevap veriyordu. Ben arkasındaki arabada, o tabutta. Ne kadar zor olabilirse o kadar zordu. Benim hayatım buydu. Karanlıkla başladığım dünyada karanlıkla devam ediyordum. Aydınlık yoktu benim hayatımda. Aydınlığa yer yoktu. Bunu kabullenmiştim artık.
Antakya'ya gelmiştik. Daha önceden haber edilmişti, bu gece buradaki morgda kalacaktı iki gözümün meleği. Amcamdan herkesin önüne geçip morga gitmesini istedim çünkü orada hazırlık yapılması gerekiyordu ve bunu ben yapmak istiyordum. Cenaze ile ilgili her şeyi ben yapmak istiyordum. Son olan her şey benden olsun istiyordum. Amcam gazlayıp öne geçmişti. Bayağı hızlıydı, kendinde değildi belki ama kendinde olmaya çalışıyordu. O sırada ablamın bütün arkadaşları arayıp bana ablamı soruyorlardı. Hepsine uygun bir dille anlatmak yerine "Öldü." diyebilmiştim sadece. Kimse inanmamıştı. İnanmayanların morga gelmelerini istemiştim. Üç saatlik yolu amcam ile iki saatte gelmiştik. Morgun kapısından girdim. Çok kalabalıklaşmıştı orası da. Herkes baş sağlığı diliyordu. Sadece kafamı salıyordum.
Kapıya geldiğimde kapı kapalıydı. Açılmasını istediğimde cenaze gelmeden açamayacaklarını söylemişlerdi. Anlık sinirle kan beynime sıçramıştı. Küfürleri savuşturup "Kapı açılacak." dedim emrederek.
Sülalemiz tanınan insanlardı o yüzden kimsenin hayır demeye yüreği yoktu. Kapı açıldı, tam içeri giriyordum ki Gül aradı. Eve bıraktıktan sonra hiç konuşmamıştım kendisiyle. Telefonu meşgule atıp girdiğimde bir daha aramıştı. Açtığımda "Yapma bunu. Çık oradan ne olur. " demişti. Nereden biliyordu ki benim burada olduğumu? Tahmin mi... Edemezdi. Ben bile tahmin edemiyordum buraya nasıl girdiğimi. Yapmak zorundaydım.
"Lütfen zorlama beni daha fazla. Zorundayım. Artık ben varım ve herkesi ayakta tutmak zorundayım." "Seni seviyorum, çok seviyorum." dedi ağlayarak.
"Seni çok seviyorum." dedim ağlayarak. Kapattım telefonu. Ablam nerede yatacak?" diye sordum yanımdaki görevliye. "Yirmi dört numara." demişti. Baktım dolaba. İnceledim, içinin açılmasını istedim. Açıldı. Çok soğuktu. Ablam soğuğu sevmezdi ki. Çok dardı. "Ablam korkar." dedim kendi kendime. Daha fazla bakmak istemedim kapattım kapısını.
Dışarı çıktım ve bahçede oturdum. Ahmet Kaya'nın "Oy Benim Canım" şarkısıyla sigaramı içiyor, ağlayarak şarkıya eşlik ediyordum. Sonra siren sesleri duyuldu. Ablam gelmişti ama olmasını istemediğim bir yere, onu içinde görmek istemediğim bir arabayla gelmişti. Normalde ablam eve geldiği zaman heyecanla açardım kapıyı, şimdi ise bir kırgınlıkla kalkıyordum ayağa. Arabanın yanına gittim. Kapısını görevli açacakken izin vermedim ve ben açtım kapıyı. İçeride bir tabut vardı, içindeyse ablam.
Yavaşça yaklaştım ablama. Ani hareketlerden korkardı. Tabutu tutup elimi koydum üstüne. Kalbim atmamaya başlamıştı artık. Korktum, cesaretim yoktu ve olmayacaktı ama yapacaktım. Cesurdum kendimce belki ama ellerim yine titremeye başlamıştı. Kendimi kaybetmek istemediğim için hızlı hareket ettim. Ablamı arabanın dışına doğru itekledim. Dışarda amcalarım ve dayılarım bekliyordu. Ablamın omuzda taşınmasını izleyebildim sadece.
Annem "Uğurlar olsun güzel kızım." diye sayıklamıştı. Babamsa zorla "Cennet en çok sana yakışacak ilk göz ağrım." diyebildi.
Bense "Yolun yoluma çıkmasa da, yolum yoluna çıkacak abla. Ben de geliyorum." dedim. Hızlıca gidip ablamı omuzladım. Küçükken de öyleydik. Ben iri ablamsa zayıf biriydi hep. Omuzumda taşırdım kendisini. Koşardık, bağırırdık...
"Uçuyorum... Ben melek oldum uçuyorum." diye kahkahalar atardı. Şimdi, bir daha söylesene abla. Melek oldun sen, uçuyorsun ve şu an yine omuzumdasın...
Kapıdan içeri geçirdik ablamı. İçerdeki görevli ablalar herkesin çıkmasını istediğinde herkes çıktı. Bana baktığında "İsteme abla, çıkmam. Sorun yaşamayalım." dedim. İzin verdi benim kalmama. Babam kızını kefen içinde görmeyi kaldıramazdı. Zorla kalmak isteyen annemi de alıp dışarı çıkardım onları.
Birkaç görevli, ben ve ablamın cansız vücudu kalmıştı sadece odada. Yavaşça tabut açıldı. Bakmak için öne doğru bir adım attım. Küçüklüğümden beri hep gelinlikle hep hayal ettiğim kadını, şimdi bir kefene sığdırmışlardı. Bembeyazdı, cennet gibiydi ama kefendeydi.
Ablalar kaldırıp tam koyacakken durmalarını isteyince herkes bana baktı. Yaklaştım ablama, yüzü gözükmüyordu ama hâlâ çok güzel olduğuna yemin edebilirdim. Yanındaydım. Ne kadar yakın olsak da o kadar uzaktık birbirimize. Görmediğim saçından öptüm.
Kriz geçirmeye başladığımı hissetim. "Koyabilirsiniz." deyip dışarı çıktım hızla. Kapıyı nasıl açtığımı bilmiyordum. Kapının önünde duran dayıma el işareti yaptım. Yanıma koşarak gelmişti "Tut beni düşeceğim." dedim. Kolumu omuzuna attı. Derin derin nefes alıyordum. Şu an kriz geçiremezdim. Sigara istediğimde dayım sigarayı yakıp ağızıma koydu. Derin bir duman çektim içime. Kendime gelmeye çalıştım ama olmuyordu.
Dayıma "Hastane." demiştim sadece. Dayım beni hızlıca arabaya bindirip hastaneye götürdü. Hemşirelerden sakinleştirici istemiştim yoksa kriz geçirmem an meselesiydi. Herkes bana bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Ne oldu?" diye sordu bir hemşire. Dayım cevap vermedi bana baktı. Cevap alamayınca "Bir şey mi kullandın?" diye sordu tekrardan kendini belli etmek istercesine.
"Ablam öldü, sakinleşemiyorum. Bana iğne yapar mısınız?" dedim. Duyduklarına çok şaşırmamıştı. Kim bilir kaç kere böyle vakalarla karşılaşmıştır zaten diye düşünüp çok şaşırmamıştım. Hızlıca şırıngayı hazırlayıp damarımı kontrol etti. Tam vuracakken duraksayıp vurmadı.
"Kaç tane iğne aldın bugün?" dedi. Benim hatırladığım ikiydi ama dayım hemen lafa atlayıp "Bugün altıncı oldu. Sizde vurursanız yedi olacak." dedi. Hemşirenin gözleri büyümüştü. "Ben vurmadan önce doktoruma sorayım sıkıntı olabilir." deyip gitti.
Sonrasında doktor gelip fazlasının iyi gelmeyeceğini söylemişti ama ısrar edip iğneyi vurdurmuştum. Hastaneden çıktığımızda dayımların evine gitmiştik. Herkes oradaydı. Eve girdiğimde gözüm ilk babama ilişti. Uyuyorken sayıklıyordu. Yanına gidip alnına bir öpücük bıraktım. Sonra annemin yanına gittim. Ağlıyordu, bağırıyordu, kimse tutamıyordu onu. Yaklaşmadım anneme. Dışarı çıkıp bir sigara daha yaktım. Kaçıncı sigaramdı bu bilmiyordum ama zarar zaten çoktan kalbime işlemişti.
Karşıdan gelen amcamın arabası dikkatimi çekmişti sigara içerken. Kardeşlerimi buraya getirmemelerini söylememe rağmen getirmişti. Hızla yanlarına gittiğimde arabanın camını açtı.
"Aşağı in." dediğimde arabadan indi. Uzaklaştırdım arabadan.
"Neden buraya getiriyorsun çocukları? Haberleri yok değil mi?"
Kafasını salladı "Haberleri yok, uyuyorlar arabada ama Ertuğrul anneni istedi."
Hemen arabaya doğru döndüm. Ahmet ve Bünyamin uyuyordu. Ertuğrul beni görür görmez "Abi..." deyip kucağıma atladı.
Sarılıp öptüm. "Abi ablam iyi mi?" dedi. Ertuğrul çok küçüktü ama ona bile verecek cevabım yoktu, sustum. Ahmet'e yaklaştım. "Özür dilerim." dedim. Gözlerinden öptüm. Bünyamin'e yaklaştım, öptüm. Özür diledim amcamdan.
"Ben yarın söyleyeceğim onlara. Köye götür çocukları." dedim. Ertuğrul'u alıp eve geri döndüm. Ertuğrul annemi görünce yanına gitmek istedi. Kıramadım, belki iyi gelebilir diye düşündüm. Annemin kucağına bıraktım.
Küçük bedenli, büyük kalpli çocuk "Anne ağlama. Ablam iyi olacak Kuvars abim söz verdi ki bize." dedi. Annem bana baktığında gözümden bir damla yaş aktı. Annem sıkıca sarıldı Ertuğrul'a.

"Gül ablan melek oldu anneciğim." dedi. Daha fazla ağlamaya başladı. Ertuğrul'u annemin kucağından alıp terasa çıkardım. "Abi..." dedi. Konuşmasını hiç istemiyordum ama çocuktu, illaki koşacaktı, soracaktı maalesef.
"Annem ablam melek oldu dedi ya hani."
"Eee..."
"Melek olunca ne oluyor ki? Melekler nerede yaşıyor?" Kendimi toparladım biraz.
"Abiciğim gökyüzüne bak." Kafasını kaldırıp meraklı bir şekilde, bir şeyleri anlamlandırmaya çalışarak gökyüzüne baktı.
"Bak abiciğim. Melekler orda yaşar."
"Yıldızların içinde mi?"
"Hayır. Yıldızlardan daha uzakta. Yıldızların arkasında bir ev var. Adı cennet. Cennet evleridir meleklerin. Orada yaşar melekler."
"Uçağa binip biz de gidelim. Olmaz mı?"
"Keşke gidebilseydik ama olmaz abiciğim. Gidemeyiz çünkü uçaklar orayı görmez. Orayı sadece melek olanlar görebilir."
"Ben de melek olmak istiyorum o zaman." dediğinde kızdım kendisine istemsizce. Belki çocuktu ama bir kaybı daha kaldıramazdım.
Ertuğrul markete gitmek istedi. Markete götürüp bir sürü abur cubur aldım. Ablamın en sevdiği çikolatadan da almıştı. Ablama verecekti, öyle demişti. Eve geçirip uyuttum kendisini hemen. Uyuduktan sonra tekrardan dışarı çıktım, gökyüzüne baktım. "Abla," dedim. "Ordaysan bana güç ver. Güçlerim bitiyor." O sırada telefonum çaldı. Tesadüf mü bilinmez ama Gül arıyordu. Açtım. "Canım?" dedim. Sadece "İyi misin?" dedi. Konuştuk. İyi gelmek için her şeyi yapmıştı ay yüzlü kadınım. Uyumasını istemiştim ama bu sefer izin vermemişti. Ben de uyuyamıyordum zaten. İki saate yakın telefonda konuştuk. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum ama Gül buna izin vermiyordu. Her fırsatta yanımda olduğunu belli ediyordu. Çok seviyordum kendisini. Yanımda dağ olmasın ayrı seviyordum. Telefonları kapattık. Gün aydınlanmıştı. Sabah herkes erken kalkmıştı. Saat dokuzda ablamı alacaktık, öğle ezanından sonra da defin işlemleri vardı. Bu kadar kolay değildi belki bu laflarım ama olanlar bunlardı. Sabah saat yediydi. Herkes arabaya binmişti, gidiyorduk. İçimdeki korularımın hepsi katbekat artmıştı. Kendimi dizginlemeye çalıştım. Annem arka koltuğumda oturuyordu, yanımda da babam. Konuşmak istiyordum ama boğazımdaki ağrı buna izin vermiyordu. Uyumamıştım. Saatler olmuş, gözlerim şişmişti ama ben uyuyamamıştım. Uyumak istemiyordum. Ablamı izlemek istiyordum ama direncime yenik düştüm. Kafamı cama yasladım ve gözlerimi kapattım.
Karanlık bir yerdeydim. Gökyüzünde gibiydim ama çok karanlıktı, hiçbir şey göremiyordum. Karşımdan bir kişi bana doğru yürüyordu. Yakınlaştıkça tanıyordum kendisini. Yakınlaştı, yakınlaştı... En sonunda karşımda durdu. Bendim. Benim ikizim gibiydi. Karşımda durmuştu. Gözleri karanlıktı. Yüzü karanlığa yakın bir renk almıştı. Saçları kısaydı ama benim saçlarım uzun. "Kimsin sen?" demiştim. Sadece "Ben senim," demişti. "Ben senin içindeki karanlığınım Kuvars."
"Ne istiyorsun benden?" dedim. Kahkaha attı. "Ben senden bir şey istemiyorum. Sen zaten benim istediğim her şeyi yapacaksın. Beni dirilteceksin, karanlık tekrardan içini kaplayacak. Önce kalbini, sonra gözlerini, sonra her yerini. Sen karanlığın oğlusun. Aydınlık sana göre değil. Geç kalma Kuvars, beni hemen dirilt."
"İstemiyorum." diye sayıkladım sadece. İstemiyordum. Karanlığın içinde doğmuştum ama karanlık bana sadece mutsuzluk vermişti. Ben mutlu olmak istiyordum.
Birden ortalık beyazlaştı. Karanlık ikizim yok oldu. Karşımdan bana benzeyen, nur yüzlü biri yaklaşıyordu. Yaklaşırken bir şeyler sayıklıyordu.
"İçimi görme çocuk, içim leş gibi ceset kokuyor.
Kapat gözlerini bakma, içim savaş alanı çocuk.
Girme içeri yaralanırsın, içim yıkık dökük çocuk.
Adım atma düşersin, dizlerin kanar. İçimdeki çocuğu arama çocuk. O karanlığın en derinliğinde gitme bulamazsın.
İçim öldü benim çocuk. İçime değil mezarıma çiçek bırak." diyerek geldi yanıma.
Yaralıydı, bendim. Saçları uzun, gözleriyle, tüm vücuduyla aynı bendi. Karşımda durdu. Göğsünden kanlar akıyordu. "Kaybettik biz çocuk, kazanamadık. Karanlık bizi aldı." dedi. Elleriyle göğüs kısmını açtı. Kalbi yoktu. Gözlerim büyümüştü korkudan. "Kalpsiz yaşayamam ben çocuk, ben ölüyorum. Karanlıklarla savaş içinde düşersen sen de ölürsün çocuk." dedi ve birden yok oldu. Sela sesleri duymaya başladım. Sonradan her yerden sela sesleri geliyordu. "Oğlum." diye bir ses duyuyordum. Rüyadaydım, çıkamıyordum içinden. Annem sertçe dürttüğünde uyandım. "Ne oluyor?" dedim. Etrafa baktım, sela sesleri geliyordu. Tüm Hatay'da aynı saate sela verilmişti. Annem ve babam ağlıyordu sela sesini dinlerken. Ben zor tutuyordum kendimi. Son yere gelmişti. Merhum Mehmet kızı Gül demişti. O an tüm gerçekliğiyle dünya önümdeydi. Rüyamı düşünecek vakitte değildim. Morgun önüne gelmiştik. Arabadan hemen indim. Annemin inmesine yardım ettim. Elini omuzuma atıp bankların birine götürdüm. Amcamlar da aynı şekilde babamı getirmişti. Annemin yanına oturmuştu, sarılıyorlardı. Saat daha erkendi. Ablamı iki saat sonra çıkaracaktık. "İlk önce yıkama olacakmış, sonrasında kefenleyeceklermiş, en sonunda son defa ailesi görebilecekmiş. Öyle dedi görevli." Ben de yerde yerimi almış sürenin geçmesini bekliyordum. Cansız da olsa son bir defa görmek istiyordum ablamı. Birden düşüncemle ayağa kalktım. Amcamın yanına gittim. Arabanın anahtarını istedim. "Nereye gideceksen beraber gidelim." Dedi. Bağırdım "Anahtarı ver!" diye. "Uzaklaşmayacağım. Hemen geleceğim." Dedim. Anahtarı aldım. Param yoktu. Dayımın yanıma gidip biraz para istedim. Cebindeki tüm parasını vermişti. Arabanın kapısını hemen açıp çiçekçi nerde var diye düşünmeye başladım. Hatay'ı karış karış ezbere biliyordum zaten. Çok geçmeden aklıma çiçekçinin nerede olduğu geldi. Arabayı çalıştırıp gazladım. Geç kalmak istemiyordum. Dörtlü lambaları yakıp hiçbir kurala uymadan çiçekçiye gittim. Kapısından içeri girer girmez gözüm güllerle buluştu. Ablam çok severdi. Adama hemen raftaki tüm gülleri vermesini istedim. Şaşırarak baktı. Bir daha tekrar ettim cümlemi. Hızlıca hepsini topladı. Elimdeki tüm parayı verdim. Fazla bile vermiştim. Zaten eksik çıkmazdı. Gülleri alıp arabaya koşarak bindim. Yan koltuğuma koydum hepsini özenle. Bir çiçeğin dahi kırılmasını istemiyordum. Hızlıca gaza basıp ablamın yanına gittim. Arabayı yolun ortasında bıraktım. Anahtarı akrabalarımızdan birine verip park etmesi için rica ettim. Annemin yanına gittim. İlk bir tanesini ona verdim. "Ablamın yanına koy anne." dedim. Babama verdim bir tanesini daha. Dayılarıma, amcalarıma, teyzelerime, halalarıma... Herkese birer tane verdim. Bir tanesini elimde tutup kalanları ise cenaze arabasına koydum. Gül gibiydi bu hayatta. Güllerle uğurlamak istedim kendisini. Arkamı dönüp annemle babamın yanına gittim. Ortalarına oturdum. Annem çiçekle konuşuyordu için için. Babam bana bakıyordu. Saçlarımı öptü. Bir daha tekrar etti o cümlesini. "Sen ne zaman bu kadar büyüdün oğlum? Nasıl bu kadar dik durabiliyorsun?" diye sordu. Gülümsemedim bu sefer. Kafamı kaldırdım yukarı. "Derdi veren Allah dermanını da veriyor babam." dedim. Annemle babama sıkıca sarıldım. Bu sarılışımla güven vermek istedim onlara. Verdim de. Ben düşmeyecektim. Tam tersi, düştüğü yerden ailemi kaldıran kişi olacaktım.
Bir süre sonra kapı açıldı. Son görüş merasimi başlamıştı. Herkes girecek gibiydi ama kimsenin girmeye cesareti yoktu. Annem gitmek istiyordu ama tereddüt ediyordu. Babam götürün beni diyordu. İlk ben

kalktım ayağa. Ayaklarım beni geriye itti. İçimden bir ses girmememi söyledi ama beni kimse alıkoyamazdı. Son defa görecektim o güzel yüzünü. Belki bir gün unutacaktım ama son defa bakacaktım. O yüzden gitmem gerekiyordu. Hızlıca kapıdan içeri girdim. Olduğum yerde durdum. Oradaydı, uyuyordu. Beyazlar içindeydi. Sadece yüzü açıktı. Durduramadım gözyaşlarımı, akmaya başladılar. Yavaş ilerlemeye başladım. Belki yetişmek birkaç saniyemi almıştı ama bana yıllar gibi gelmişti. Attığım her adımda anılarımız canlandı gözümde. Sarıldım, yıkıldım ama gitmem gerekiyordu. Gittim. Ablamın yanında durdum. Yalnız kalmak istiyordum. Görevlilere baktım. "Dışarı çıkın." Dedim. "İmkansız." dedi biri. "Kelimemi tekrar etmeyeceğim!" diye bağırdım. Görevliler çıkmıştı. Kapıyı kapatmak için arkamı dönmüştüm, annem ve babamla göz göze geldik. İçeri giriyorlardı. İstemedim girmelerini ama acıyla ve korkuyla yaşanmazdı. Bundan sonraki hayat yaşanması gerekiyorsa şimdi yaşanacaktı. Annemin elinden tuttum. Amcam geldi, babamı tuttu. Kardeşlerim hariç tüm ailem oradaydı. Annem ayakta durmaya çalıştı. Durdu, ablamın yanına gitti, yüzünü okşadı. Biraz konuşmadı, ağladı. Elindeki çiçeği ablamın yanına, kefenin içine yerleştirdi. "Çok güzelsin hâlâ kızım." dedi. Fenalaşıp bayıldı. Herkes ağlıyordu. Kimsenin annemi kaldırmaya gücü yok gibiydi. Annemi zorlukla kaldırdılar, dışarı çıkardılar. Babam vardı, ben vardım. Vedalaştı babam kızıyla. "Yolun açık olsun Gül'üm. Hakkım helal olsun." Dedi, yere düştü. Amcalarım babamı tutup dışarı çıkardı.
Tek başıma kalmıştım içerde, kimse yoktu. Elimdeki çiçeği kefeninin üstüne bıraktım. Sarıldım. Ablama son sarılıştı bu, biliyordum. Son defa öptüm. Gözleri kapalıydı ama mutluydu, gülümsüyordu. Ve gerçekten yüzünde nur vardı. Elleri dikkatimi çekmişti. Ellerine baktım, iki eliylede şehadet etmişti. Son görevini iki eli ile yapmıştı. Ablamı öptüm son bir kez daha. Daha fazla gücü kendimde bulamadım. Arkamı da dönmek istemiyordum. Görevliler gelene kadar durup ablamla sohbet ettim. Ben anılarımızı anlattım. Gülüyordum gözyaşları içinde. Birkaç dakika sürmeden görevliler gelmişti. Çekiniyorlardı benden ama bu sefer terslemeden geriye çekildim. "Tabutu ben kapatabilir miyim?" dedim. İzin verir anlamda kafasını salladı kapağı aldım.Aablamın üstünü kapatacaktım. Son görüşüm olacaktı. Gözlerimi yüzünden ayırmadım. Üstünü kapatırken "İyi uykular meleğim." dedim. Küçükken de ablam hep üstü açık uyurdu. Geceleri uyanıp hep örterdim. Kendisini her örttüğüm zaman da iyi uykular meleğim derdim ama bu başkaydı. Bu farklıydı ama ben hâlâ farkında değildim. Dışarı çıkmak için arkamı dönmedim. Adımlarımı geriye atarak kapının oraya kadar gittim. Gittiğim her adımda ablama el salladım. Her adımda bir kez daha veda ettim. Kapının önüne çıkınca nefesim kesilmeye başlamıştı. Yanımdaki duvardan destek alarak durdum. Nefes almaya çalıştım, olmuyordu. Nefes alamıyordum. Herkes başıma toplanmıştı. "İyi misin?" diyorlardı. Değildim, iyi değildim, iyi olmayacaktım. Her şey bitmişti. Ruhum ölmüştü, çocukluğum ölmüştü, gençliğim ölmüştü, en güzel günlerim ölmüştü. Ulan benim ablam ölmüştü nasıl iyi olabilirdim ki? Kendime gelip kafamı kaldırdım. "İyiyim." dedim. Öyle olur ya, hep en kötü olduğum anlarda bile iyiyim derdim. Şimdi yine aynı yalanı söylemiştim. Olmadığım kadar kötüyken, iyiyim diyebilmiştim sadece.
Ablam tabutla çıkmıştı. Dışarı araba koyulmuştu. Hepimiz arabadaki yerimizi almıştık. Herkesin odak noktasıydı cenaze arabası ama içinde bir cenaze yoktu melek vardı. Son bir işlem kalmıştı, sonrası yalan dünyaya geri dönüştü. Bir gün olmamıştı bile. Bu kısa sürede nasıl bu kadar çok acıyı kaldırabilmiştim? Aklımda Gül de vardı. O da benim müsait olmamı bekliyordu. Hiç aramıyordu, yazmıyordu. Acaba o ne haldeydi? Ona da dünyanın yükünü yükleyip ayrılmıştım yanından. Zaten kendisine çöken ağırlığı yeterdi bir de benim yaptıklarım fazlaydı. Uzun süreden sonra telefonumu elime almıştım. Gül bir sürü mesaj atmıştı. Sabahın erken saatinden beridir mesaj atıyormuş. Ah benim küçük kızım ne kadar merak etmiş beni. Tüm mesajlarını okumaya başladım. Bir mesajı beni duygulandırmıştı. Şöyle yazıyordu mesajda:
"Ne kadar zor olursa olsun ben seninle her türlü yükü kaldırmaya varım. Baktık kaldıramıyoruz, beraber eziliriz altında. Ama beraber el ele oluruz. Yeter ki sen o eli bırakma. Sen aileni ayağa kaldır. Ben seni seviyorum Küçük Prens." demiş. Mesajı okuyup hemen cevap vermiştim. O sırada araba da hareket etmişti. Zaten Gül'e, "Seni çok seviyorum aşk kadınım. Ne koşulda olursak olalım ellerimizi bırakmayacağız. Senin bu yükün altında ezilmene izin vermem. Beraber kalkacağız." demiştim. "Özür dilerim kadın." demiştim içimden. "Özür dilerim abla." Demiştim. Başka hiçbir şey diyememiştim.
Köye gelmiştik, mezarlığa girmiştik. Köydeki tüm insanlar cenaze arabasının arkasından dua ediyor, göz yaşı döküyordu. Ablamla ben sevilirdik. Köydeki herkes tarafından tanınırdık. Ablam önümde, ben arkasında. Bu sefer mutlukla girmemiştim köyüme. Hüzünle girmiştim, ruhsuz girmiştim. Babam "Oğlum söyledin mi kardeşlerine?" demişti. Söyleyememiştim, söyleyemezdim.Ssöylemediğimi dile getirdim. "Böyle olmaz." dedi. Yapacak başka bir şeyim yok baba. Acı hepimizin acısı. Ben yapamıyorum. Yapabilen varsa yapsın, yoksa da zaten duyarlar." Sabah uyandığımda zaten kardeşlerimden haber almıştım. İnsanların çok uğramadığı yerde kalıyorlardı. Ablamı buraya tedavi etmeye getirdik diye yalan söylenmişti. Defalarca kez aramışlardı beni. Açamamıştım, açamazdım çünkü anlarlardı bir şeyler olduğunu. Ablamın melek olduğunu.
Arabadan inmiştik. Herkes omuz verip ablamı arabadan indirdi. Cenaze namazı kılınacaktı. Annem tekrardan bayılmıştı. Onunla ilgilenmem gerekiyordu ama ben namaz safından yerimi almıştım. Yanımda babam vardı. Babamın kuzeni imamdiı o kıldıracaktı namazı. Çok kalabalıktı. Onca insan vardı. Kadınıyla, çocuğuyla herkes ağlıyordu. Ses olarak bir imamın sesi bir de ağlama sesleri vardı. Namaz başlamak üzereydi. Ablamın yanına gittim başlamadan özür diledim. Birçok kez tabutunu öpmüştüm. Herkes bana bakıyordu. Gücümü alıp tekrardan yerime döndüm. Babamın omuzuna elimi koydum. "Geçmeyecek ama alışacağız baba." dedim. O sırada imam başlatmıştı namazı. Sonlara doğru "Hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye sormuştu. Nasıl hakkımızı helal etmezdik ki? Tabii ki ediyordum, diyemedim. Ediyorum diyeceğim an arkadan Bünyamin'in "Abla gitme!" diye çığlık sesini duydum. Dizlerim titredi. Arkamı döndüm. Tüm insanlara çarpa çarpa kardeşlerimin yanına gitmek istedim. Gidemedim. Bir köşeye geçtim. Uzaktan izlemek istedim. Ahmet beni fark edene kadar izledim. Ahmet beni fark edince gitmem gerektiğini anladım. Annemin yanındaydı kardeşlerim. Yanlarına yetiştim. Bünyamin yerdeydi, ağlıyordu. Ahmet ağlıyordu. Ertuğrul ağlıyordu. Hepsi anneme sarılmaya çalışıyordu. Bünyamin beni görüp kafasını kaldırdı, bana baktı, bağırdı. "Söz vermiştin abi. Hani ablam iyileşecekti? Hani bizim evimize geri dönecekti? Sen verdiğin sözleri tutarsın. Neden bu sefer tutmadın abi?" cevap vermedim. Sadece bakmakla yetindim.
"Verdiğim her sözü tutarım ben abim. Ama ablamızı kurtaramadım. Onu evimize getiremedim abim." diye kendi içimde kendimle konuştum. İçimde dönüyordu cümlelerim, dışarıya çıkmıyordu. Dudaklarım kıpırdamıyordu, ağlamıyordum. Kardeşlerime güçsüz olduğumu gösteremezdim. Yanlarına daha fazla yaklaştım. Hepsine bir sarıldım. Kanatlarımın altına almak istedim belki de. Daha fazla zarar görmesinler diye saklamak istedim onları her şeyden. Böyleydim. Sevdiklerimin canı sıkılmasın, yorulmasın, üzülmesin diye canımı bile verirdim ama bu sefer yapamadım. Ablamı kurtaramadım. Sevdiklerimi üzülmekten kurtaramadım. Bu sefer kılımı kıpırdatamadım. Kardeşlerimin elini tuttum. Annemi kaldırmalarını istedim. Kaldırdılar. Babamın yanımıza gelmesini istedim. Geldi. Gene beraberdik. Yedi kişi, altı canlı, bir ölü ama beraberdik, beraber olacaktık. Gerçek yaşantıya gireceğimiz zaman da beraber yaşamaya devam edecektik. Ablam ölmüştü ama o yaşıyor gibi devam edecektik. Sarıldık hepimiz son defa. Kardeşlerimi oturttum yere. Babam ablamı koymak için o bir metrelik çukura indi. Dualar okundu. Babam ablamı kucağına aldı. Ağladı, çok ağladı. Annem "Yapmayın." dedi. Yapmak zorundaydık. Koymuştum ablamı o kara toprağın içine. Babam çukurun içindeyken dizleri tutmamıştı. Ablamın üstüne düşecekken ben tutmuştum kendisini. Çekmiştim dış tarafa, çıkmıştı. Kimsenin cesareti yoktu ablama yaklaşmaya. Herkes korkuyordu. Ben yaklaşabildim. Dayım geldi ardımdan yedi tane tahta koyduk ablamın üstüne. Kardeşim Ahmet "Abi kaldırın onları, ablam karanlıktan korkar." dedi. Cevap vermedim. Tahtaları koymaya devam ettim. İçimdeki yangını kimse bilemezdi. Ben bile tahmin edemiyordum bu kadarını yapacağımı ama her şeyi tek tek yapıyordum. Nasıl yapabiliyordum, bu gücü nerden buluyordum hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şeyi yapıyordum belki de. İnanmıyordum hâlâ ablamın öldüğüne. Belki de bir rüyanın içerisindeydim. Birazdan uyanacaktım tekrardan ablamın sesiyle. İllo diyecekti bana. Üstümde zıplayacaktı. Kalk Selena başladı diyecekti. Belki de inanmıyordum. Ablamı gömüyordum ama hâlâ öldüğüne inanmıyordum. İnanmak istemiyordum. Toprak atmak için herkes bekliyordu. İlk toprağı babam atacaktı, atamadı. Babam kendinde değildi. Yere oturmuştu elleriyle toparla oynuyordu. Ben kalktım ayağa. İlk toprağı ben attım. Herkes hareketlendiği sırada "Durun." dedim sadece. Herkes durdu, bana baktı. "Ben gömeceğim." dedim. Babama baktım, gözlerini kapattı. Ben orada aslında ablamı gömmeyecektim. Hüznümü, korkumu, acımı gömecektim. Tek başıma atmaya başladım toprağı. Yavaş değil, çok hızlı atıyordum. Yorulmak nedir bilmiyordum. Atıyordum toprağı. Kaç dakika sürdü bilmiyorum ama nefesimin tekrardan kesildiğini hissetmiştim. Dayım bir sigara uzattı arkamdan. Aldım ağzıma koydum. Sigaramı içerken toprak atmaya devam ettim. Attığım her toprakta kendi canımdan bir parça koparıyor gibi hissediyordum. Her toprakta birinin kalbime bir bıçak sapladığını hissediyordum ama durmuyordum, vazgeçmiyordum, vazgeçmeyecektim. Tüm Korkularımı, hüznümü gömecektim o toprağın ardına. Sonunda başarabilmiştim. En acı yenilgimdi bu ama iyiydim. Elimden küreği bıraktım. Kardeşlerimle babamın yanına geçtim. Annem mezarın başındaydı. Babama elimi uzattım. "Hadi." dedim. Elini verdi. Destek alarak ayağa kalktı. Sarıldı bana. Ablamın yanına doğru gitti. Kardeşlerime uzattım elimi tek tek. Ahmet'le Ertuğrul'u ayağa kaldırabilmiştim. Bünyamin "Yapamam abi." diyordu. "Ben veda edemem ablama." diyordu. Yanına oturdum. "Sarılmış gibi yapıp veda etmeyeceğiz ablamıza abim. Biz sadece insanların karşısında dik duralım, zaten hepimiz gideceğiz oraya. Bizi ölüm ayıramaz. Hadi sen de bana yardımcı ol. Ben çok yoruldum." dedim. Ayrıldı benden. Elimi tutup ayağa kalktı. Mezarın başına geçtik. "Yere göğe sığdıramadığımızı mezara sığdırdık ya, helal olsun bize." dedi Ahmet. Ahmet'e şaşkınlık içinde baktım. Hiç böyle cümleler dökülmezdi Ahmet'in dudaklarından. İlk defa duymuştum. sessiz bir kişiliğe sahipti Ahmet, konuşmazdı pek. Bu lafa sadece beni değil herkesi şaşırmıştı. Annem, ablamın toprağını avuçladı, sarıldı toprak parçasına, öptü. Ağzı toprak oldu ama umursamadı. Babam herkesi izliyordu sadece. Az önce toprak atmaya cesareti olmayan insanlar, şimdi oturmuşlardı mezarın başında. Ailecek yalnız kalmak istiyordum, ailemle konuşmak istiyordum ama bu kalabalığı göndermek kadar imkansız bir şey yoktu. Sanırım hepimiz bir köşede oturmuş veda ediyorduk. Ayağa kalktım, babamı kaldırdım, dayılarıma amcalarıma seslendim. Herkes sırayla geldi. Gelen herkes sırayla baş sağlığı dilediler. Yarım saatten daha fazla sürmüştü. Sonunda herkes bitmişti. Herkes gitmişti, biz bize kalmıştık. Yakın akrabalarımdan uzaklaşmalarını istedim. Herkes bizden uzakta bizi beklediler. Ailemi ablamın karşısına oturttum tek tek. Boğazım tekrardan ağrımaya başlamıştı ama konuşmak zorundaydım. Artık benim üstüme düşen bir görevdi. Aileme baktım, uzun uzun gülümsedim. Gözlerimden yaş aktı. "Altı yaşayan, bir ölü olduk, ha?" dedim. Beni izlemekle yetindi herkes. Konuşmaya ağır ağır başlıyordum. "Ablamız, kızınız öldü. Dün bu saatlerde yaşıyordu. Biz inançlı bireyleriz. Her gün birimiz gideceğiz. Bugün ablam gitti, belki de yarın ben. Ama olacak hüznümü,z olacak ağlayacağız, dertleneceğiz. Yaşımız kaç olursa olsun unutmayacağız ama toparlanacağız. Ablam bizim böyle olmamızı istemez. Zaten bu halimiz onu çok üzüyor. Üzülmeyin demiyorum, üzülün ama lütfen kısa sürsün yasınız. Üç gün olsun. Benim yasım bitti, benim artık ayağa kaldırmam gereken bir ailem var. Siz de bana yardımcı olun. Ağlamak isteyen burada ağlayabilir. Evde kimse ağlamayacak. Annem hariç. Annem istediği zaman ağlasın, annemin yanında olacak herkes. Beraber olacağız, beraber dik duracağız." cümlem bitmişti. Hızlı bir şekilde tek Nefeste söylemiştim. Aileme yaklaştım. Herkesin avucuna biraz toprak bıraktım. Herkes toprağı öptü. Sarılmak için ellerimi açtım. Herkes toplandı. "Gül'ümüze." dedim. "Gül'ümüze." dediler. Az önce çöktüğümüz yerden dimdik kalktık. Herkes arabalara binip köye çıkarken ben yürümek istediğimi, nefes alacağımı söylemiştim. Herkes gitti, ben kaldım. Kimse görmemesi için biraz yürümüştüm sonrasında ablamın yanına geri dönmüştüm. Ablamın yanına geçtim, oturdum. Ağlayamadım, konuştum. Cevap veriyordu. Bunu kalbim ile hissedebiliyordum. Gözlerim kapanmaya başladı. Uyumam gerekiyordu. En güzel yerde uyuyabilirdim, en güvenli ve en huzurlu yerdeydim. Ablamın yanına uzandım. ellerimi ellerine denk getirmeye çalıştım. "İyi uykular ablam." dedim, gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtığımda tanımadığım bir yerdeydim
Etrafımda tanıtmadım bir sürü insan vardı. "Neredeyim ben?" dedim, hiç kimse konuşamadı. Aynı soruyu bir daha bağırarak sordum. Kalabalık ayrılmaya başladı.Bbirden aralarından bir kişi bana doğru yaklaştı. Yanıma geldi, elini uzatıp ayağa kaldırdı beni. "Sen kalbinin olduğu evrendesin." dedi. "Burası neresi?" diye sordum. "Kalbinin içindeyiz." dedi. "Burası çok karanlık. Senin yüzünden aydınlığımızı kaybettik." dedi. "Siz kimsiniz?" dedim. Önünden çekildi. Karşımdaki kişi arkasından ailem ve Gül geldi. Kan içerisindelerdi. Yanlarına doğru yürümek istedim ama olduğum yerde çakılı kalmış gibiydim. Bekledim, onlar geldi benim yanıma. "Senin kalbin bizi kanattı. Sen bizi kanattın. Biz bu hale geldik çocuk." dedi hepsi bir ağızdan. "Ben size zarar vermem, veremem." diye söylendim. "Sen bize zarar vermedin. Senin fazla sevgin bize zarar veriyor. Bizi sevme, bizi sevdiğin her an kalbin daha fazla kararacak. Karanlıklar içinde kalacaksın. Gözünü kötülük için açacaksın. Bizi sevme." dediler yine hepsi bir ağızdan. Arkalarını döndüler. "Nereye gidiyorsunuz?" diye seslendim. Cevap vermediler. Arkalarına bakmadan devam ettiler. Birden uyandım. Telefonum çalıyordu. Mezarlıkta ablamın yanında uyanmıştım. Telefonu elime aldım. Dayım arıyordu. Açtım. "Efendim?" dedim. "Neredesin sen? Her yere baktık yoksun. Herkes seni arıyor!" diye bağırdı. "Ablamın yanındayım. Uyuyordum, yeni uyandım dayı." dedim. "Olduğun yerde bekle, geliyorum." deyip telefonu kapattı. Rüyamı düşünmeye başladım. Neden fazla sevgi bana zarar verecekti ki? Ailemi, Gül'ü sevmem bana nasıl bir zarar verecek? Diye düşündüm. Kimi sevsem zaten tek tek kaybediyordum. Ne olursa olsun kalbim kararsın, kötülükler bedenimde can bulsun, ben sevdiklerimi bırakmayacaktım. Sevgimi azaltmak yerine daha çok sevip daha sıkı bağlanacaktım. Dayım arabayla hızla geldi. Ben de ayağa kalıp yanına gittim. Sert bir yumruk attı suratıma. Afalladım. Dayıma baktım, bir tepki vermedim. "Ne oluyor?" dedim. "Telefonuna bak, saat kaç oldu? Kaç defa aradık seni. Neredesin sen? Buraya da baktık yoktun. Neredeydin? Telefonuma baktım, beş saate yakın uyumuştum. Yüzden fazla aramam vardı. Herkes çok merak etmişti anlaşılan. Dayıma cevap vermeden arabaya bindim. Eve hızla gittik. Herkes beni tüm köyde aramış, bakmadıkları yer kalmamış ama bulamamışlardı. Annem ve babam beni görünce derin bir nefes almışlardı. Gittim onlara sarıldım. "Uyuyordum, özür dilerim." dedim. Babam saçımı okşadı. "Ablanın yanında uyudun, değil mi?" diye sordu. Kafamı salladım. Saçımı öptüi içeri geçelim dedi. İçeri geçtik. Gene burası çok kalabalıktı. Sesler yüzünden başım çok ağırıyordu artık. Kapının önüne çıkıp oturdum. Kardeşlerimin karşısında komik hareketler yapmaya başladım. Yeri ve sırası değildi belki ama gülmelerini istiyordum. Zor da olsa güldürdüm. Ben de kahkaha attım hiçbir şey olmamış gibi. Herkes bana bakmaya başladı. Umurumda da değildi açıkçası. Gülmüştüm. Ablam öleli birkaç saat olmuştu ama ben kahkaha atmıştım. Bunun ağırlığını kim tahmin edebilir ki üstüme devrilen dağları? Kim tartabildi? Ben yapamadım, ben sadece ayakta durmaya çalıştım, durdum. Durmak zorundaydım. Ben Kuvars, dünya üstüme yıkılmışken gülücükler saçtım dünyaya. Ben bu savaşı kazanırsam hiçbir savaşta kaybetmezdim. Ben çabalıyordum, ben kazanıyordum. Son damlama kadar da yapmaya devam edecektim.
Zor derlerdi hep hayat için ama bu kadar zor olacağını ben bile tahmin edememiştim. Evet zordu, öyle olacaktı, öyle olmaya devam da edecekti. Ama kayıplar insanda ne sabır bıraktı, ne ayakta duracak güç. Ablamı koymuştum ben az önce toprağa. Ayaktaydım, dikti başım. Gözlerimden hâlâ bir damla yaş akmamıştı. Normal mi bu hallerim? Yoksa ne yapacağımı mı bilmiyorum ben? Yıkıldığım, durduğum yerdeydim. Adım atamıyordum ama kalbim denizleri aşmış, adalara düşmüştü. Yalnızdım. Çocukluğum gitmişti ellerimden. Belki de gençliğim de gidecekti. Ben kendimde miydim, yoksa kendime çoktan veda mı etmiştim? Ağlama sesleri hâlâ kesilmemişti. Ne annem ne kardeşlerim ne babam susmuyorlardı, ağlıyorlardı. Peki ben neden ağlamıyordum? Neden dünyaya isyan etmiyordum? Neden kırıp dökmüyordum? Ben insan değil miydim? Herkes farklı yaşar acılarını. Ben neden içimde yaşıyorum? Bilmem kaçıncı içtiğim sigara dumanlarının arasında düşünüyordum kendimi. Yorulmuştum. Ailemle ilgilenmekten, herkese iyi gelmeye çalışmaktan, kendimden yorulmuştum ben. Her fırsatta dışarı kaçıyordum. Sigaramı içip tekrardan ailemin yanına gidiyordum. Son dumanı çekip sigarayı yere atacağım esnada güzel gözlü Gül'üm aradı. Titreyerek açıyordum telefonlarını. Artık ne konuşacağımı bilmiyordum. Sadece "İyiyim güzelim hallediyorum." diyebiliyordum. Gerçekten iyi miydim? Bunu bile bilmiyorum. Sadece söylediğim yalanlara inanmaya çalışıyordum.
Telefonu açtım. Tek cümle ile" Maraş'a gelmeni istiyorum." dedi. Sadece sustum, cevap vermedim. Bu halde nereye nasıl gidecektim bilmiyordum. Biraz sustuktan sonra onun da iyi olmadığını tahmin edebiliyordum. Benim yüzümden zaten fazla fazla yıpranmıştı. "Geleceğim güzelim, bekle." dedim. Biraz sohbet ettik. Sohbet de sayılmazdı aslında. O sordu, ben cevap verdim sadece.
Telefonu kapattıktan sonra içeri geçtim. Babamın yanına oturdum. Sessiz bir şekilde gideceğimi söyledim. Babamın itiraz etmesine izin vermeden "Sizden önce o eve girmek istiyorum." dedim. İzin vermeme imkanı yoktu. Artık büyümüştüm. Ablamın eşyalarını benim toplamam gerekiyordu. Benim o eve girmem, o odaya ilk benim atmam gerekiyordu. Bunları da babama söyledim. Kabul etmek zorunda kaldı. Amcam ve teyzem ile gitme şartı sundu bana. Kabul ettim. Hem acımın üstüne, hem sevdiğim kadının yanına gidecektim. Gitmem gerekiyordu.
Babam, amcamı yanına çağırdı. Yarın Maraş'a gitmemizi söyledi. tiraz etmeden kabul etti kendisi de. Babam, ablamın eşyalarının saklanmasını istedi. Evde pencerenin açılmamasını, ablamın kokusunun evde kalmasını istedi. Gülümsedim, kabul ettim. İlk önce ben kendimi hazırlamalıydım buna. Sonrasında ailem gelecekti. Telefonumu cebimden çıkarıp Gül'üme yarın geleceğimi mesaj attım. Mesajı gördükten sonra acı içinde verdiği mutluluğu hissedebiliyordum. Bir süre yazıyor diye gözüktü. Yazdı, sildi. Birkaç defa tekrar etti bunu. Bir şey isteyecekti ama söylemiyordu. Ben sordum hemen "Bir isteğin var mı?" diye. "Buralardan biraz durduktan sonra eğer sorun olmazsa Gül ablamın toprağından biraz getirebilir misin?" yazmıştı. Okurken gözlerim dolmuştu. "Tamam güzelim, getireyim." dedim. Sonrasında "Ailemle ilgileneyim seni arayacağım." dedim. Ablam öleli on dokuz gün olmuştu. O süre boyunca herkese vakit ayırmaya çalışıyordum. Geceleri çoğunlukla Gül ile geçiyordum. Gün içersinde hiç durmadan ailemle ilgileniyordum. Hâlâ gelen baş sağlığı aramalarına bir süreden sonra cevap vermemeye bile başlamıştım. Gül'üme az vakit ayırıyordum. Eskisi kadar mezarlığa gidemiyordum. Günüm ailemin yanında geçiyordu. Hâlâ kendilerine gelememişlerdi. Benim de başka çarem yoktu.

HalesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin