Bölüm 6

77 12 2
                                    


GÜL'ÜN AĞZINDAN;



Kuvars'ı gördüğüm ilk günden beridir ona karşı boş değildim. Söylemek istiyordum ama çok da çekiniyordum. O beni arkadaşı gibi görüyor da olabilirdi. Hem zaten çok yaralıydı. Benim gibi yaralı bir insanı da kaldırabileceğini düşünmüyordum ama istiyordum onu, çok istiyordum. Aynı Küçük Prens'e benziyordu. Çocukluğumda Küçük Prens'e aşıktım, şimdi de Kuvars'a. Belki de Küçük Prens gülünü aradığı gibi, Kuvars'la birlikte de kendimi bulabilirdim ama Kuvars çok zor biriydi. Onu incitmekten korkuyordum. Belki de hoşlandığımı bilse bir daha konuşmak istemez düşüncesi beni daha çok geriye itiyordu. Bu konuyu Mislina'ya da anlatmıştım elbette. O ise gidip söylememi istiyordu. Ben hep karşı çıkıyordum. Mislina ise o zaman söylemeyelim ama soralım, belki hayatına birini almak istiyordur ve o kişi sen olabilirsin diye teklifte bulundu. İlk başlarda izin vermesem de sonrasında sormaktan bir zarar çıkmayacağına kanaat getirdim. Hem zaten yok derse uzaktan da sevebilirdim ben Kuvars'ı. Zil çaldığında Mislina ile Kuvars'ın yanına gittik. Çok heyecanlıydım, sadece gülüyordum. Kuvars'ı görünce heyecanım fazlasıyla artmıştı. Konuşmadan yanına geçip oturdum. Mislina da karşımızda durup Kuvars'a soru sordu. Kuvars, sorulara çok olumsuz cevap verince; mutluluğum kayboldu. Gözlerim dolmuştu. Hızlıca yerimden kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Ondan uzak kalmak istemiyordum. Arkadaş dahi olabilirdim. Yeter ki yanımda olsun. Zaten bir çıkış yolu vardı bu yıkık hayatımda. Kurtuluşum Kuvars'la birlikte olacaktı. Kapıdan çıkıp lavaboya gittim. Çok geçmeden arkamdan Mislina geldi. Biraz heyecanlıydı. Ne olduğunu sorduğumda "Senin olduğunu biliyor, söyledim." dedi. Korkmuştum ve Mislina'ya bağırmıştım. Benden uzaklaşmasından korkmuştum. "Hayır, bence olumlu bakıyor. Hayırlısı olsun. Ve sana bakışları gerçekten normal değil sana özenle bakıyor, korkarak bakıyor. Bence seni incitmekten korkuyor." dedi. Gülümsedim. Ah benim Küçük Prens'im... Ben de onu incitmekten çok korkuyordum. Umarım birbimizi incitmeden birbirimizin olabilirdik.




KUVARS'IN AĞZINDAN;



Uykunun en derinlerinde iken saçlarımla oynandığını hissedip hiç uyanmak istemedim. O kadar narin ve yavaş bir şekilde oynanıyordu ki, en sevdiğim türden gibi bir şeydi. Gerçi saçlarımla oynayan bir insan beni ya iyi tanımıştır ya da yeni keşfediyordur. Saçlarımla oynanmasını çok seviyorum evet, en çok ihtiyacım olansa annemin oynamasıydı. Onun ellerinin şefkatle saçlarımın arasında gezinmesini hep çok istemişimdir ama bu isteğim hiçbir zaman karşılanmamıştı. Bir an nedense gerçekten annemin saçlarımla oynadığını sanmıştım ama ben okulda olduğumun da farkındaydım. Anne şefkatiyle saçımı oynayan kişiyi merak ettim ama uyanmak istemediğim için de gözlerimi açmayıp, derin bir uykuya gizledim kendimi.
Cennet Bahçesi diye tabir edebileceğim bir yerin ortasında bulmuştum kendimi. Çimlerin üstünde uyuyordum ve yanımda beyaz bir elbise giymiş bir kız vardı ama yüzünü göremiyordum. Yüzüne bakmama izin vermiyordu sanki. Ne zaman yüzüne bakmak istesem "Bakma bana, gözlerin ağrır." diyordu.
Saçlarımla oynuyor, lakabımla uydurduğu ninniler söylüyordu ama lakabımı nerden biliyordu? Benim lakabımı ailemden kimse bilmezdi ki? Lakabım kulaklarımda dönükçe yeni doğmuş bir bebek gibi kendimi rahat hissediyordum. Yüzüne bakmadan lakabımı nerden bildiğini sordum.
"Sen söyledin, hatırlamıyor musun?"
"Ben bunu kimseye söylemem. Bu sadece benim ailemin bildiği lakabım, sana neden söyleyeyim" diye bağırmaya başladım.

"Bende senin ailenim, İllo." dedi. Gülüp alnıma bir öpücük kondurarak oradan uzaklaştı. Evet, lakabım İllo'ydu. Hataylı, Arap kökenliydim. İllo Arapçada "söyle" demekti. Ablam küçükken dinlediği bir şarkıdaki kelimeyi bana lakap olarak takmıştı. Herkes de bu lakabı çok beğenip, öyle seslenmeye başlamıştı. Hiç itirazım olmazdı lakabımla ilgili. Ama sadece ailemin bilmesini, onlara özel kalan bir şey olmasını istediğim için kimseye söylemezdim bu lakabımı.
Gözlerimi yavaş yavaş açmaya başladım. Yanı başımda saçlarımla oynayan Gül'ü görüp gülümsedim. "Öldüm mü ben ya?"
Gözlerini irice açtı. "Ne ölmesi ya! Ne saçmalıyorsun sen?"
"Cennetteyim sanırım. Gözlerimi açar açmaz bir melek gördüm de." dedim gülümseyerek.
Şaşkın şaşkın bana bakarak güldü. "Sen cennete gitmezsin diye düşünüyorum ben." Dedi.
Gözlerine baktım. Gerçekten defalarca kez yazsam, onu her seferinde söyleyeceğim ilk kelime gözleri olurdu. Bana silah çekse vurulduğum tek yer gözleri olurdu. O güzel gözlerine bakıp;
"Ben cehennemimi bu dünyada yaşıyorum güzellik. Öbür tarafa bari cennet kalsın değil mi?" dedim.
Güldü, saçlarımı karıştırdı. "Belki de sana cenneti yaşatacağım." deyip gitti.
Arkasına bakmasını bekledim. Bakmayınca da "Sen zaten cennetsin. Yaşamama izin ver." diye bağırdım. Olduğu yerde durup kaskatı kesildi. Yavaş bir şekilde yüzüme dönüp gülümsedi. Onun o gülümsemesi o kadar güzel ve bir o kadar da can yakıcıydı ki bir an aklıma rüyamda gördüğüm "Kurtar beni bu yangından." dediği an geldi, gülümsedim. Kendisine "İyi dersler." dedim ama cevap vermedi gitti.
Bir şeylerin zamanının geldiği anlamıştım. Onunla uygun bir dille konuşacaktım, kendimi anlatacaktım. Kendimi açıklamak zorundaydım. Beni sevmesini çok istiyordum, lakin ona zarar vermek bir yana dursun onun saçının teline bile zarar gelmesini istemiyordum. Hayır, bu gurur veya başka bir şey değildi. Bu tamamen zarar vermemek için elinden geleni yapmaktı ben de yapıyordum, yapmaya çalışıyordum.
Her zamanki gibi, akşamları elimden bırakmadığım telefonumla bir gece geçiyordum. Sosyal medyada gezmeyi pek sevmediğim için genellikle tarih araştırır, bilgi eklerdim hafızama sadece. Tarih dersini de çok severdim.
Bir yandan da Gül'le mesajlaşıp sohbet ediyorduk. Yarınki sınav için kalkıp ders çalışmaya ikna etmeye çalışıyordu beni. Ama sadece çalışıyordu, inadımı kıramıyordu. Sonunda başaramayacağını anlayınca "Ben çalışır, yarın sana özet kağıdı hazırlar getiririm." deyip ders çalışamaya gitmişti. Bir süre sonra Instagram'da Gül'ün "Efulim" yazılı bir metnini gördüm. Metnin yanına mor kalp koymuştu. En sevdiği renk mordu. Biraz korkmuş olabilirim bu kelimeyi okurken ama hemen "Enişte kim?" diye sordum. On saniye dolmadan cevap verdi. "Biri işte ne yapacaksın ki?" yazmıştı. "Merak ettim, söylesene." diye bayağı bir sıkıştırdım. En sonunda pes edip "Sana bir fotoğraf atıp hemen çıkacağım." dedi. Kabul ettim, etmek zorundaydım diyelim hatta biz ona. Çok meraklı bir kişiliğe sahiptim. Merakımı gidermek için silahın karşısında bile durmaya hazırdım.
Mesaj atmasını beklerken bir fotoğraf geldi. Fotoğrafı açmak için üstüne tıkladım. İnternet yavaş olduğu için açılması biraz uzun sürdü ama sonunda açılmıştı. Gördüklerim kısmi bir şoka uğrattı diyebilirim. Dilimden dökülen cümle sadece "Gerçekten mi?" oldu. Ertesi gün öğle arasına kadar hiç konuşmadık. Sadece sabah Mislina'yla çalışma kâğıdımı göndermişti. O kadar emek etmiş, kâğıdı süslemişti ki çalışmak zorunda hissettim kendimi. Sınavdan sonra öğle arasında yanına gittiğimde sigara içiyordu. Dudaklarından sigarasını alıp içmeye devam ettim. Sigarayı bitirene kadar ikimiz de konuşmadık.
Bitince "Efulim demek, ha?" dedim tebessüm ederek. Titrek bir ses ile "Evet." deyip tam özür dilemek için dudaklarını araladığı anda dudağıyla yanağının ortasına bir öpücük bıraktım. Evet, onu öptüm. Hayran olduğum yanaklarını, kan kırmızısı kiraz dudaklarını öptüm. O an gerçekten içimdeki hissi kendime bile tarif edemiyordum. Çok başkaydı. O başkaydı, özeldi, çok özel bir kızdı. O an içimden nelerin geçtiğini tarif etmeye kalksam düşünmek yıllarımı, anlatmak ömrümü alır.
Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Susmuş, kızarmış, sadece şok içinde bana bakıyordu. Kulakları ve yanakları kan kırmızısı rengini almıştı. Sadece bana bakıyordu. Gözlerine baktım. Yine o kahverengiliğinde boğuldum. Ne kadar süre baktım bilmiyorum ama o kadar bakakaldım ki yıllarca sıkılmadan sadece o güzel yüzüne bakabilirdim. Gülümsedim, saçlarını okşadım. "Artık benimsin hebibti." deyip ayağa kalktım.
"O ne demek?" diye seslendi arkamdan ama cevap vermedim. Tekrar etti sorusunu. Bu sefer dönüp gözlerine baktım. "Efulim ne demekse, o demek" dedim.
Arapça artık ikinci bir dilim olup evde de zaten çoğunlukla kullandığımızdan o kelimeyi kullanmak istemiştim.
"Hangi dilde?"
"Arapça."
Okula geçmek yerine tekrardan yanına dönüp oturdum ve sadece onu dinledim. Anlattı kendini az da olsa. Yüzüne bakmadım ama her cümlesini kalbime kazıyordum. O bitirince de ben anlatmaya başladım.
"Öncelikle benim hayatım bir oyun ve bu oyunun en etkisiz elemanıyım kendim bir bataklıkta, bir çukurdayım. Çıkamıyorum, batıyorum. Seni batırmak istemiyorum. Dibi gördüğüm zaman seni bırakırım haberin olsun. Ben seni o çukura sokmak istemem. Orası..."
"Orası...?"
"Orası, gerçekten çok kötü."
Yüzüme baktı. "Seni çıkaracağım. Olmadı beraber batarız, ha?" dedi. Hayatımda ilk defa bir cümle bu kadar hoşuma gitmişti. Bu neydi, melek mi?
Sanırım melekti. Yüzüne baktım. Usulca tombul yanaklarını ellimin arasına alıp gözlerine baktım uzun uzun.
Yaraları çoktu. Ben çok korkuyordum onları kanatmaktan. Benim yaram da çoktu korkuyordum kanatmasından ama hapsoldum içine sanki. Bırak denilince de bırakamıyor ki insan. Ne ara bu kadar bağlandım hiçbir fikrim yoktu. Anlayamıyordum kendimi. Ben böyle bir insan değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. Ben kendi halimde, dalgasına bakan biriydim.
Dedim ya aşk denen bir bataklıkta batıyorum diye çırpınmayı bırakmıştım. Direkt batıyordum. Bana yakışan buydu kendime yakışanı yaptım.






GÜL'ÜN AĞZINDAN;
Dünkü cesaretimin nereden geldiği hakkında herhangi bir bilgim yoktu. Çok ısrar etmişti, kırmak istememiştim atmıştım. Zaten mesajıma da cevap vermemişti. Korkmuştum, onu kaybettim sanmıştım. Sabah okula ona gözükmeden gelmiştim. Okulda da karşısına çıkmamak için sınıftan çıkmadım. Ona hazırladığım sınav kağıdını göndermiştim. Başka da zaten karşısına çıkmamıştım. Çıkmak istemiştim ama utanıyordum. Utanılacak bir hareket yapmamıştım, sadece sevdiğimi söylemiştim. Kötü bir şey değildi ama ben Kuvars'ı kaybetmek istemiyordum. Çok güzel bir arkadaştı, çok güzel bir insandı. Öğle saati oldu. Sigara içmek için arka kapıdan çıktım. Kuvars'a gözükmemek için daha ne kadar kaçabilirdim bilmiyorum, ama kalabildiğim kadar kaçacaktım. oturup sigaramı içiyordum, tam o sırada Kuvars geldi. Yanıma oturdu, sigaramı aldı ve içmeye başladı. Korkum artıyordu. Ters bir şey söyleyecek gibiydi. Aslında, zaten onun yüz ifadesi hep sertti. ben öyle de anlaşmış olabilirdim. "Efulim, ha?" diye sordu gülümseyerek. "Evet." dedim. Özür dileyecektim. Yapmamam gerekiyor diyecektim, affet beni arkadaş olarak kalalım diyecektim. Tam ağzımı açacaktım ki, yanağımla dudağımın arasına bir öpücük bıraktı. İçimde birden kelebekler mi neler uçuştu bilmiyordum, çok heyecanlanmıştım. yanaklarımın kızardığına da emindim zaten. Heyecanımı içimde saklamaya çalışıyordum lakin çoktan dışarı vurmuştum bence. Kuvars bana baktı, gözlerimin en içine baktı. Saçlarımla oynamayı seviyordu. Daha önce de yapmıştı. Saçlarımla oynuyordu. "Artık benimsin hebibti." deyip arkasına bakmadan gitti. Benimsin mi? Artık mı? Hebibti mi? Dur bir dakika! Hebibti ne demekti acaba? Kuvars'ın arkasından seslendim "O ne demek?" diye. Arkasına döndü. "Efulim ne demekse, o demek." dedi. "Hangi dilde?" diye sordum. "Arapça." Tekrardan yanıma döndü, oturdu. "Kendini anlatsana. Geçmişini anlat, seni tanımak istiyorum." dedi. Söze başladım. "Küçük yaşta çocukluğumu kaybettim ben. Maraş'ta doğdum ama Maraş'ta büyüyemedim. Hep şehir şehir gezdim, hep babamdan ve ailesinden kaçtık. Sonunda da Maraş'a döndük tekrardan babamın yanına. Bir şeyler düzelecek oluyor, daha kötü oluyor. Çocukluğumu pek yaşayamadım. Bazen çocuk olabiliyorum. En sevdiğim karakter Küçük Prens, en sevdiğim renk mor." diye devam ettim. Geçmişimi de öylece anlatmış oldum. Beni tanımak istediği çok belliydi zaten. Cankulağıyla dinliyordu beni. Ben bitirince, o kendini anlatmaya başladı. Geçmişinden başladı; ailesini anlattı, ablasını anlattı. ablam dediğinde hep gözleri sevgi gösteriyordu. Ablasının adı da Gül'müş. Aynı adları taşıyorduk. Kardeşlerini anlattı. Belli ki kardeşlerini ve ablasını çok seviyordu. "Hangi takımlısın?" diye sordu. "Beşiktaş." diye karşılık verdim. Suratı düştü. "Sen?" diye sordum. Tam bir Fenerbahçeli tipi vardı yüzünde. "Fenerbahçe." dedi mutlukla. "En sevdiğim şeylerin başında Fenerbahçe gelir." diye ekledi. Takım değiştirmezdim. Beşiktaş benim çocukluk aşkımdı ama ayıya dayı deme vaktiydi. "O zaman ben de artık Fenerbahçeliyim." dedim. Gülmeye başladı. "Sen melek misin acaba? Kim çıkardı ya seni karşıma?" deyip saçlarımı okşadı. Sarılmak istiyordum ona. Yavaş yavaş yanına doğru kaydım. Anlamış olacak ki kollarını bana sardı. Kafamı göğsüne yasladım. Benden daha heyecanlı gibiydi. Kalbi çok hızlı atıyordu "Kalbim çok hızlı atıyor. Aklımı alıyorsun Gül." dedi. Kalbinin üstüne bir öpücük bıraktım. Gülümsediğini hissetim. Saçlarıma bir öpücük bıraktı. Ayrılıp okula doğru yürüdük. Az önce korkan ben, artık onundum. Bunun heyecanı adım atmama bile zorluk katıyordu. Sınıfının önüne kadar gittik. Durdu, bana baktı. "İyi dersler o zaman efulim." dedi. "İyi dersler hebibti." dedim. Kahkaha attı. "Ne oldu ya?" diye yanına yaklaştım. "Hebibti kızlara denir." dedi, güldüm. "Peki sana ne denir?" diye sordum. "Sen ne istersen onu de."
"Aile." dedim tek kelimeyle. Sınıfa gittim. Mislina da her yerde beni aramış ama bulamamış. Yanına oturdum. Heyecanla ne oldu ne bitti başından sonuna kadar anlattım. Mislina bile heyecanlanmıştı. "Hayırlı olsun o zaman." Dedi. O sırada öğretmen geldi. Biz de konuyu kapatıp kitaplarımızı açtık.
Zaten çok geçmeden teneffüs olmuştu. Hızlıca Kuvars'ın sınıfına gittim. Sınıfta yoktu. Arkadaşlarının birine sordum, müdürün odasında olduğunu söyledi. Hemen oraya gittim. Kapının önüne yetiştiğimde sınıf arkadaşlarının birkaçı da oradaydı. Aras da oradaydı. Aras'ın yanına gidip ne olduğunu sordum. Öğle arası sigara içerken görülmüş. "Zaten müdür okuldan göndermeye yer arıyordu. Şimdi içerde biz de ne olduğunu bilmiyoruz." Dedi. "Ben de yanındaydım." Dedim. "Yanında olduğunu biliyorum zaten. Ama Kuvars kimseyi yakmak istemez. O yüzden tüm suçu üstlenmiş sanırım. Atılacak bu sefer." dedi. Korktum, çok korktum. Daha yeni başlamışken benden uzaklaşamazdı. "Ben de giriyorum içeri." deyip bir adım attım. Aras o sırada elimi tutup izin vermedi. "Git Efsun Hoca'yı çağır. Bir o engel olabilir." dedi. Hızlıca bir alt kata inip müdür yardımcısını çağırdım. O da zaten Kuvars'ı çok severdi. Apar topar odasından çıkıp üst kata gittik. Kapıyı çalmadan müdürün odasına girmişti. Ben de Kuvars'a bakmıştım. Çok rahattı. Bir korkusu, bir tedirginliği yoktu. Aras ve diğer arkadaşları gülmeye başladı. "Ne oldu, neden bu kadar rahat?" diye sordum endişeyle. "Alıştık bu hallerine. Bir suç işler sonra onun rahatlığıyla yaşar, bir pişmanlığı olmaz. Hep güler. Efsun Hoca geldiğine göre zaten artık çok bir işimiz kalmadı. Çıkar birazdan." dedi ve o anda çıktı odadan gülerek. Herkes "Ne oldu lan, atıldın mı?" diye sordu. Elindeki kağıdı gösterdi. "Bu sefer bitti. Atıldık." dedi gülerek. Gözlerim doldu. Beni fark etti. Sonra hemen bana baktı. "Şaka be! Ne atılacağım. Efsun anamın olduğu yerde bana bir şey mi olur?" dedi. Sınıfa doğru yürüdük. Hemen yanına geçmiştim. Aras ile konuşmak istemişti. Benim yanıma da gelip "Konuşacağım haberi olsun onun da." Demişti. Kabul etmiştim. Onlar ayrıldı. Ben de uzaktan onları izledim. İlk önce öfkelendi Kuvars, ellerini sıktı. Sonra gülmeye başladı. Aras'la sarıldı. Aras'la birlikte yanıma geldiler. Aras "Birbirinize emanetsiniz. İkiniz de çok değerlisiniz. Sakın ola ki üzmeyin birbirinizi." dedi. Gülümsedim. Rahatlamıştım çünkü Aras'a emanettim. "Bana dönüp annene de anlat ama bu olayı." dedi. Kafamı salladım. "Anlatacaktım akşam eve gidince zaten." dedim. Aras ayrıldı yanımızdan. Kuvars bana bakıp "Bir daha sakın benim için göz yaşı dökme. Ben hep diken üstündeyim." dedi ve saçlarımı karıştırdı.




KUVARS;




Her şey çok güzel gidiyordu. 5. günümüze geçmiştik. Birbirimizi tanımaya, anlamaya çalışıyorduk. Ben katı bir insandım, fazlasıyla katı. O ise çok eğlenceli. En rahat gözlemlediğim şey bu olmuştu. Okulda sürekli uyuduğum için teneffüslerde yanıma oturur, beni izlerdi. Uyandırmazdı pek. Ben bazen kokusunu çeker öyle uyanırdım.
Hep kirpiklerimle oynardı. Uyandığım zaman kendine kızar, özür dilerdi. Hassas noktamı da bulmuştu ben söylemeden. Tanımıştı biraz beni. Saçlarımla oynandığı zaman hemen uyuyacağımı öğrenmişti. Ne zaman uyandırsa saçlarımla oynardı. Geri uyurdum ama Gül yanımda iken uyumak istemezdim.
Sude'ye de Gül geldiğinde beni uyandırmasını söylerdim ama onun da çabası yetersizdi. Gül'ün kokusunu almadan uyanmıyordum. Onu gerçekten kısa sürede nasıl bu kadar sevdiğimi ben bile bilmiyordum. Rüyalar, kendi sonra da aramızda geçenler... Bunlar nasıl şeylerdi ya? Allah'ın istediği bir yârdi, benim olmuştu. Ama artık ona da hayat çok ağır geliyordu. Hep gülmeye çalışıyordu ama dizindeki yaraları bir ben görebildiğimden korkuyordum.
Geçen şu beş günde hem benim hem onun ailevi sıkıntıları bizi fazlasıyla yıpratmıştı. Boğazımızda bir düğüm vardı ve sanki her geçen saniye gözlerim daha çok doluyordu. Bu yüzden gözlerine bakmak istemiyordum. Beni bu halde görmesini istemiyordum ama o anlıyordu. Tanıyordu hem artık beni. Ben de her fırsatta söylemiştim beni tanımanın ona zarar vereceğini. Aslında kendimi de çok tanıtmak istemiyordum ama nasıl yapıyorsa gün geçtikçe daha fazla tanıyordu. Okul çıkışında tekrardan beraberdik markete girip süt almıştık. Yolda ellerimiz sıkı sıkı birbirine kenetlenmiş halde yürüyorduk. Sanki birimiz düşecekken diğeri tutmak ister gibi birbimize güç verircesine tutuyorduk ellerimizi. Başım öne eğikti, konuşmuyorduk.
"Akşam seninle konuşmak istiyorum." demiştim tek nefeste. "Ne hakkında konuşacağız ki?"
"Akşam konuşalım olur mu?"
Otobüs durağına geçtik. Otobüsü gelir gelmez onu bindirmek için ısrar etmeye başladım. Kolay kolay binmiyordu, biraz daha vakit geçirmek istiyordu. Benim yanımda kalmak istiyordu ama bunu yapamazdım. Sonuçta bir evi, ailesi vardı ve benim yüzümden azar işitmesini istemezdim. Kendisi de bunu onu yanımda istemeyişime yoruyordu ama aslında onu her şeyden, herkesten çok yanımda istiyordum. Alıp kalbimde saklayasım vardı.
Israrına yenik düşüp bir sonraki otobüse binmesini kabul ettim. Aslında ısrarına karşı gelmek gerçekten de kolay değildi. Gözlerini küçültüp bir çocuk gibi bana baktığı zaman yeniliyordum kendisine. Bu hallerini çok seviyordum. Aslında her halini seviyordum ama yanımda çocukça olmasını daha çok seviyordum.
Nihayete eve girebilmiştim. Odama girer girmez yatağa uzandım. Gül'e de eve geçtiğimi haber vermiştim. Benim evim yakın, onun evi uzaktı. O yüzden ben eve ondan önce girebilmiştim. Aklımı çalkalayan çok soru vardı bugün ayrılmam gerekiyordu ama bunu ona nasıl yapacağımı bilmiyordum. Gerçekten bir çıkmazdaydım ve benim yüzümden zarar görmesini hiç istemiyordum. Zaten hayat fazlasıyla yormuş, daha fazla parçalanmasın istiyordum ama nasıl bir konuşma yapıp bunu kendisine söyleyeceğimi de bilmiyordum. Birini severken, gerçekten çok severken sırf ona zarar gelmesin diye uzak kalmaktan nefret ediyordum ama neden hayat beni her seferinde inadına buna zorluyordu ki?
Her zamanki gibi ablamdan yardım istemem gerekiyordu. Kız kızı anlar, onu kırmadan söyleyebilmeme yardımcı olur diye umarak odasına gittim. Kapısını tıklatınca ses gelmediğinde garipseyip dikkatlice dinleyince ağlama sesi duydum. Hızla kapıyı açıp içeri girdim. Aslında kolay kolay gelmemi söylemeden girmezdim odasına ama ağlama sesini duyunca bir an kendimi kaybettim ve odasına daldım.

Yatağına oturmuş, yastığı ağızına bastırmış şekilde kulağında kulaklığıyla ağlıyordu. Beni fark etti. Herkesten gizlerdi ağlamasını ama benim yanımda daha fazla ağlardı.
Yanına geçip sarıldım. Mis gibi kokan saçlarından öptüm.
"Ne oldu gülüm? Senin döktüğün her gözyaşına kurban olayım ablam. Söyle ne oldu?
Gülümsedi. Tüm acısının altında gülümsedi. Sarıldı bana sıkıca "Bir şey olmadı, dolu hissediyorum kendimi sadece." diyebildi zar zor.
Anlatmasını bekledim anlatmadı. Bende daha fazla üstüne gitmeyip pes ettim. Yanında durdum, kafasını dizime koyup saçlarıyla oynamaya başladım. Çok sevdiği çocukluk ninnisini de söylediğimde çok geçmeden uyuyakaldı. Bir süre onu izledim.
İki gülüm vardı ve ikisi de birbirine çok benziyordu. Acıları, yüzleri, güzellikleri her şeyleriyle birbirlerine benziyorlardı ve ben onlar hayatımda olduğu, beni sevdikleri için çok şanslı bir adamdım.
İçim parçalanacak da olsa birinden ayrılmak zorundaydım. Onu daha fazla parçalamamak için. Benim gibi insanların onun hayatını dağıtmaması için. Ablama danışmaya gelmiştim ama o kucağımda sanki ebedi bir uykuya uyuyormuş gibi çok derin uyumuştu. Saçlarından öpüp yavaş bir şekilde ayrıldım odasından.
Kapıyı açıp dışarı çıktığımda karşımda annemi gördüm. Ben eve geldiğimde evde yoktu, aramız da çok iyi değildi ama sormak istedim.
"Ablama ne oldu anne?"
"Ne oldu? Neyi var ablanın hasta mı?"
"Hayır, odasına girdiğimde ağlıyordu. Sen nedenini biliyor musun?"
"Bilmiyorum ama vardır illaki bir nedeni. Uyanınca onunla bir konuşup soracağım." dedi.
Bir an şok olmuştum çünkü ilk defa annemden böyle bir cümle duymuştum. Hiç hatırlamıyordum annemin bizimle konuşmak, dertleşmek istediğini o yüzden bayağı şaşırmıştım. Annemin alnına bir öpücük bırakıp odama döndüm.
Yaklaşık bir saat durmuştum ablamın odasında. Odama girdiğimde Gül beni defalarca kez arayıp mesaj atmıştı. Çok merak ettiği belliydi. Hemen telefonu alıp aramasını cevapladım telefonu açar açmaz derin bir nefes alıp "NEREDESİN!" diye bağırdı. Bağırdığı için biraz sessiz kaldım, kendimi toplamaya çalıştım.
"Ne oldu, neden cevap vermiyorsun?"
"Ablamı ağlarken gördüm. Onu uyuttum." Dediğimde bağırdığı için özür diledi. İlk defa bağırmıştı ama haklıydı aslında. Ne olursa olsun içimi rahatlatmak istercesine bayağı bir konuştuk. Camı açmış sigara içiyordum ki birden "Sonra benimle ne konuşacaktın?" diye sordu.
"Yarın okula girmeden konuşalım mı? Şu an kafam çok dolu."
"Nasıl istersen."
"Seni çok seviyorum." deyip telefonu kapattım. İlk defa söylemiştim ama gerçekten ilk defa birini böyle kısa sürede bu kadar sevmiştim. Çok anlayışlı, çok mükemmel bir kadındı. Çocuk değildi, çocukluk yaşlarını çocukken doldurmuştu. Büyümüştü o, kadın olmuştu. Acıları onu büyütmüştü ve ben çocuk ruhlu bir kadını seviyordum...

HalesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin