Bölüm 11

67 10 2
                                    


Uzun bir süre değildi. Zaman çok geçmemişti. Ablam öleli daha yirmi gün olmuştu. Acı dinmezdi ama alışırdı ya insan, alışmaya çalışıyordum. Çoğu şey eksikti içimde, kalbimde, ruhumda. Ama hâlâ dik bir şekilde ayaktaydım. Saçlarım uzamıştı. Sakallarım tüm yüzümü sarmıştı. Fazlasıyla kilo vermiştim. Hoş, ablam öldükten tam sekiz gün sonra ilk defa ağzıma yemek koymuştum. Böyle olması da çok normaldi. Her şey zamanla geçer diye çok söz duymuştum hep. Ama her şey zamanla daha çok kanatacak sözünü hiç duymamıştım. Çok kanadım, çok kanadık ailem ve ben. Bir de güzel kızım Gül hep yanımdaydı. O da benimle ağlamıştı, benimle gülmüştü. Gecesi gündüzüne karışmıştı. Uyumuyordu. Sadece benimle vakit geçiriyordu. Benim aramamı, yazmamı beklemiyordu artık. Hep arıyordu. İyi olduğumu söylesem de inanmıyordu. Yalan söylediğimi biliyordu. Yanıma gelmek istedi defalarca kez. İzin vermemiştim. En sonunda benim, onun yanına gitme vaktimin geldiğini anlamıştım. Benim canım nasıl yanıyorsa, onun da canı yanıyordu. Gidip iyi olduğumu gösterip, hissettirmem gerekiyordu. Yarın gidecektim Maraş'a. Zaten haberini verdiğimde çok mutlu olmuştu. Ben de çok mutlu olmuştum. Zaten ihtiyacım vardı ona sarılmaya, onu öpmeye, kokusuna, gücüne, her şeyine ihtiyacım vardı. Gidecektim. Utana sıkına benden ablamın toprağından bir avuç götürmemi istemişti. Canımı yakmaktan korkuyordu ama yanmıyordu. Ben cebimde gezdiyordum zaten. Ablamın toprağını Gül'e de bir kavanoza doldurup götürecektim.
Sabah olunca hemen evden bir kavanoz alıp mezarlığa gittim. Ablamın yanında oturdum. Sohbet ediyordum. Onsuz geçen her günü tek tek anlatıyordum. Zaten bugün de Gül'ü anlattım ablama. Toprak istediğini söyledim. Ablam da kabul etti zaten. Gül'ün arkamızda nasıl durduğunu anlattım. Güldük eğlendik, mutlu olduk. Belki acının en büyük tebessümünü yine verdim.... Ablamın izni ile bir avuç toprağı alıp kavanoza yerleştirdim. Biraz gözlerimi kapatıp başımı mezar taşının üstüne koydum. Bir dakika bile olmadan babam ve annemin mezarlığa girdiklerini gördüm. Kendimi toparlayıp hemen ayağa kalktım. Karşıladım onları. İkisi de zor yürüyordu. Hele ki sonunda tekrardan yürüdükleri o acı gerçek olunca daha zor yürüyorlardı. Yanlarına gittim, ortalarına girdim. Benden güç almalarını istedim. Zorla da olsa ablamın yanına götürdüm onları. Annem ağlamaya başlamıştı. Fısıldayarak kara toprağa bir şeyler anlatıyordu. Babam Kur'an okuyordu. Ben izlemekle yetiniyordum. Ablamın yanında çok bir şey yapamıyordum. Teselli cümlelerimi burada kuramıyordum. Sadece izlemekle yetiniyordum.
Babam Kur'an okumayı bitirdiğinde yerdeki kavanozu gördü. Ne olduğunu sordu. Gül'ün istediğini söyledim. Hiç cevap vermedi ilkinde. Sonrasında "Kızıma selam söyle. Arkamızda dağ gibi durduğunun farkındayım. Yoksa sen hemen yıkılırdın. Teşekkür ederiz kendisine." dedi. Kafa salladım. Gerçekten de öyleydi benim yıkılmama nedenlerimden biri Gülüm idi. Ben yıkılmadığım için ailem de zorla olsa ayakta durabiliyordu. Benim yıkılmama sebebim de kendisiydi. Gözlerimin önüne düştü güllerimin ikisi de. Her şeyin bir sebebi oluyor ya bu hayatta. Bir Gül'ümün bana gelmesi ve diğer Gül'ümün benden gitmesi... Bunlar bir sebep mi? Sevdiğim herkes bir gün gidecek mi? Sorular vardı elbette ama cevaplar çok can yakıcıydı.



....................................

Üç saatlik bir yolculuktan sonra sonunda Kahramanmaraş'a varabilmiştik. Önce eve gitmemiz gerekiyordu ama gittiğimiz her santim ruhumu daraltıyordu. Daha çok canımı yakıyordu. Zorunda gibi hissediyordum kendimi. O eve girmek zorundasın diyordu içimden bir ses. Sitenin önüne varmıştık. Zaten arabada birden bir sessizlik oldu. Herkes sustu. Kimsede konuşacak ne cesaret vardı, ne de metanet. Amcamın soru soracağını tahmin edebiliyordum ama cevabını nasıl vereceğimi tahmin edemiyordum. Kafasını bana çevirdi. "Yavaştan inelim mi?" dedi. Kafamı olumsuz anlamda çevirdim. Sanki o arabadan insem, ablam bir daha düşecekti. Bir daha aynı olayları yaşayacakmış, bir daha o güne dönekmiş gibi hissettim kendimi. O yüzden biraz daha arabada durmak istedim. Amcamın sigarasından bir tane alıp ağzıma götürdüm. Ablamın odasına baktım uzunca. Birden cama çıkıp el sallamasını bekledim belki de. Veya her zaman yaptığı gibi lakabımla seslenip beni sinirlendirmesini. Ama bu sefer yapmamıştı. Ne cama, çıkmıştı ne bana seslenmişti. Gözlerimden yaş akması gerekirken ağzımdan kahkaha sesleri çıkmaya başladı. Ne yaptığımın kendim bile farkında değildim. Gülüyordum sadece veya deliriyordum. Sonunda kendimi toplayıp arabanın kapısını açtım. Arabadan inip koşar adımlarla ablamın düştüğü yere gittim. Oturdum yere. Ağlamadım gene ama fazlasıyla özür diledim. Koruyamadığım için özür diledim. Sözümü tutmayıp arkasından gitmediğim için özür diledim. Onsuz nefes aldığım her saniye için özür diledim. Ama ne fayda. Ne bir ses vardı, ne de bir cevap.
Normalde ablam ne zaman özür dilesem özrümü kabul eder, bana sarılırdı ya. "Keşke bu defa da gelip sarılsan be güzelim." dedim kendi kendime. Sitede oturan insanların gözlerinin benim üstümde olduğunu biliyordum ama hiçbiri umurumda değildi. Ben hâlâ ablam ile vedalaşıyordum. Amcamın birden "Acılarını insanlara gösterme. Açığını verme. Her defasında oradan vurulursun." lafını duyunca yerden kalktım. Bana bakan insanların hepsiyle göz göze geldim. Küfür edip bağırmaya başladım baktıkları için. Herkes arkasını dönüp gitmişti. Amcam kolumdan tutup beni evin girişine doğru götürdü. Her saniyem canıma batıyordu benim, her adım kalbime saplanıyordu. "Zorundasın Kuvars." diyordum sadece. "Ailenden önce o acıyı sen yaşamak zorundasın." diye diye eve geldim. Anahtarı çevirdim, kapıyı açtım. Gözümde o gün canlandı. Ben Kuvars, hayatımda canımın yandığını hiç bu kadar hissetmemiştim. Evin her metresinde anılarımız canlandı kafamda. Her metresinde gözümün önünde gördüm ablamı. Direndim kendime ve aklıma çok direndim. Ablamın odasına gittim. Yavaşca kapısını açmadan biraz bekledim. İçerden çıkacak hayaliyle kapıyı tıkladım. Ses gelmedi. Sesi yoktu ablamın. Kolu indirdim. Kapıyı ittim. İşte o koku, işte o acı, işte Kuvars, tekrardan karşı karşıyaydık. İlk adımımı attım. Her şey yerli yerindeydi. Ablamın odası hep derli topluydu ama şu an bir enkaz gibiydi gözlerimin önünde. Yatağa geçtim, yastığından kokusunu çektim içime. Sonra da dolabını açtım. Kazaklarına sarıldım ilk önce. Sonra da ona hediye ettiğim her şeyi karşımda görmüştüm. İşte o an kendimi kaybetmeye başladığımı anlamıştım. Yapamazdım bunu. O yüzden hızlıca odadan çıktım. Amcamdan arabanın anahtarını istedim. Nereye gideceğimi sorunca da Gül'ün yanına gideceğimi söyledim. Sadece o iyi gelebilirdi bana. O yüzden gitmem gerekiyordu. İtiraz etmeden amcam anahtarı verdi. Hızlıca evden çıkıp arabaya bindim. Gül'ü arayıp nerede olduğunu sordum. Evde olduğunu söyleyince "Geliyorum." deyip kapattım telefonu. Hızla yanına gittim. Kapının önüne çıkmıştı, elinde bir poşet. Beni görünce mutlu olmuştu ama mutluluğu pek uzun sürmemişti. Saçlarım ve sakallarım epey uzamıştı, yüzüm çökmüştü. Bunu aynanın karşısına geçtiğim zaman bariz bir şekilde görebiliyordum zaten. Gül biraz duraksadıktan sonra koşarak bana sarıldı. Ben de sımsıkı sarıldım Gül'üme. Kokusunu çekmiştim derince içime. Bir Gül'üm gitmişti ama diğeri kollarımın arasındaydı. O an söz vermiştim. Ne olursa olsun bu Gül'ümü toprağın arasına bırakmayacaktım. Uzun bir süre sarılarak kaldıktan sonra ilk çekilen ben olmuştum. Gül yüzümü ellerinin arasına almıştı. Gözlerimi öpmüştü. "Geçecek diyemem sana. Ama acısı azalacak." demişti. Azalır mıydı gerçekten? Bence azalmazdı. Ama umut ettiğim bir şey vardı, o da kalbimin bu kadar acı dolu atmamasıydı.

Bir bankta Gül ile oturup sohbet etmeye çalışıyorduk. Konu hep aynı yere kaydığı için konuyu dağıtmak adına Gül'e elindeki poşetlerin ne olduğunu sordum. Gülümsedi. Poşetleri eline aldı. Bir kutu çıkardı. İlkinden kutuyu bana uzatıp açmamı istedi. Kutuyu açınca gözlerim doldu. Kutusunun içerisinde biri pembe biri mavi bebek çorabı vardı. Gözlerimden yaşlar akmaması için direniyordum. Adeta ilk önce pembe olan çorabı aldım. Kız çocuklarını çok seviyordum. Hep kızım olsun isterdim. O sırada Gül'üm bana o elindeki çorabı sakla. Kızımız Gül için." dedi. Gözyaşlarıma daha fazla hakim olamadım. Yaşların akmasına izin verdim. Mutluluk muydu yoksa acı mıydı bilmiyordum. Sadece akıyordu. Gülümün yüzüne baktım. Ben ne güzel bir kadını sevmişim öyle dedim kendi içimden. Yaklaşıp alnına bir buse bıraktım. Sonrasında elime mavi olan çorabı aldım. Gül hemen lafa girdi. O da oğlumuz Halef'in çorabı." dedi. "Halef mi ?" diye tekrar ettim. Kafasını olumlu anlamda salladı.



Ayrılma vaktimiz gelmişti. Artık benim Hatay'a, ailemin yanına dönmem gerekiyordu. Çok fazla ayrı kalmamıştık ama onlar şu an yaralı kuşlardı. Uçmaları için yanlarına gitmem gerekiyordu. Artık amcam da zaten defalarca kez arayıp gelmemi söylemişti. Gül'ü kapısının önüne bıraktım. Sıkıca sarılıp öptüm. Tekrardan uzun bir süre görüşemeyecektik zaten. Kokusunu içime doldurdum. Hediyeleri tekrardan kendisine uzattım. Benim şu anlık saklayabileceğim bir yerim yoktu. Olana kadar da kendisinde kalması daha doğru olurdu. Sonunda vedalaşmayı bitirip arabaya bindim. Gül'ümün el sallamaları eşliğinde gaza bastım. Eve gittim ama bu sefer yukarı çıkmadım. Amcamı arayıp aşağı inmesini söyledim. Onlar geldikten sonra da zaten hemen yola koyulduk. Aynı gün içerisinde Hatay'a geri dönmüştük. Eve geçer geçmez gözüm ilk önce annemi görmüştü. Yanına girip öpüp sarılmıştım. Annem "Evin ahvali nasıl?" diye sordu. İçini rahatlatmak için birkaç cümle söyledim. Sonrasında ise "Ablanın eşyalarını ne yaptınız oğlum?" diye sordu. Cevap vermek istemiyordum buna ama annemi de cevapsız bırakmadım. Ablamın odasına dokunulmadığını, her şeyin yerli yerinde olduğunu, beraber gidince toplayacağımızı söyledim. Annem yanaklarıma öpücük bırakıp teşekkür etti. Annemden ayrılıp diğer odadaki babamın yanına gittim. Selam verdikten sonra babama da sarıldım. Ev hakkında bilgi verdikten sonra da annemin sorduğu soruları sordu. Aynı cevabı verdikten sonra babamın tekrardan "Sen ne zaman büyüdün oğlum?" sorusuyla karşı karşıya kaldım ama bu sefer yanıtsız bırakmak yerine "Ablam giderken yaşını bana bıraktı. Artık benim yaşım çok büyük. Siz dert etmeyin, ben hallediyorum." diye bir cevap verdim. Kardeşlerimin nerede olduğunu sordum. Markette olduklarını söyledi babam. Onları da görmek istiyordum. Birkaç saat olmuştu ama çok özlemiştim. Birkaç dakika sonra da zaten gelmişlerdi. Koşarak hepsi yanıma geldi. Hepsini tek tek öpüp kokladım ama bu sefer farklıydı. Benim için bu hareketlerim çok farklıydı. Sanki veda ediyormuş gibi hissediyordum kendimi. Ama öyle bir şeyi nasıl yapabilecektim ki? Nasıl kardeşlerimi, ailemi bu şekilde bırakıp göç edecektim bu dünyadan bilemiyordum. Ahmet'e "Artık ailemiz sana emanet." dedim birden bire. Sanki ağzımı ben değil de bir başkası yönetiyormuş gibiydi. Herkes birden bana döndü. Ahmet ise "Abi o nasıl laf? Bir yere mi gidiyorsun?" diye sormuştu. Konuyu saptırmaya çalışmıştım. Bünyamin ise "Abi sen de bizi bırakma." diye ağlamaya başlamıştı. "Asla bırakamam abim ben sizi." dedim. "Söz ver." dedi. Söz vermek istiyordum ama veremiyordum. Çünkü ben verdiğim sözleri tutardım.

HalesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin