Bölüm 9

61 12 1
                                    


6 Ay Sonra Gül'ün Ağızından



Hafta sonuydu. Kuvars'la bu aralar çok kavga edip küs kalıyorduk. Çok katı bir insandı ama onu hala çok seviyordum. Her şeyi fazlasıyla kıskanıyordu. Sebebini defalarca kez açıklamıştı. İnsanların bana zarar vermesinden korkuyordu. Bir de yobaz bir şehirde yaşıyorduk. Beni düşünüyordu farkındaydım. Ben kısıtlanmayı seven bir insan değildim ama son aylarda kadınlara yapılanlardan dolayı bende Kuvars da çok korkuyorduk. Yine de son geçen altı ayımız çok güzeldi. Her şeyi beraber yapıyorduk. Bazen beraber okuldan kaçıp çocuk gibi eğleniyorduk. Beni küçük kızı gibi seviyordu öyle sahipleniyordu. Elimden tutup beni parka götürürdü hep. Salıncağa bindirir, kaydıraktan kaydırırdı, ebelemece oynardık. Sıkıntılarımızı bir köşeye bırakıp yan yanayken çocukluğumuzu yaşıyorduk sanki.
Fazla da küs kalamıyorduk zaten. En fazla iki gün sürüyordu küslüğümüz. Geçen altı ayda Kuvars'ın sülalesiyle tanışmıştım resmen. Çok kalabalıktı. Yine de sevmiştim hepsini ama en çok sevdiğim adaşım olan Gül abla ve erkek kardeşleri olmuştu. Gül abla, bana abla olmuştu. Her gün araşır dedikodu yapardık. Sıkıntılarımı dertlerimi dinlerdi, birlikte çözüm yolu üretildik. Onu gerçekten çok sevmiştim. Üç tane de erkek kardeşi vardı.
Hepsi bana çok alışmıştı. Aramız çok iyiydi. Gülüp eğleniyorduk hep ama hiçbirini henüz yüz yüze görememiştim. Telefonla tanışma fırsatım olmuştu.
Günlerden cumartesiydi. İki gündür Kuvars'la konuşmuyorduk. Ben de marketten eve dönmüş, duşa girmiştim. Çıktıktan sonra Kuvars'ın ses kaydı attığını görüp mutlu olmuştum.
Ses kaydını açınca yüreğim ağzıma geldi. Telefon elimden düştüğünde sadece olduğum yerde kaldım. Ölüm mü demişti o? Sesi yabancıydı, çok yabancıydı ama kuvarstı işte. Ağlıyordu. Dört dakika sonra açmıştım ses kaydını. Ölüm demişti. Afalladım. Telefonu yerden alıp tekrardan ses kaydını açtım. Ağlıyordu. Gözyaşlarına ömrümü verdiğim adam delicesine ağlıyordu.
"Gel. Hastanedeyim lütfen gel. Ablam melek oldu gel." diyordu. Gül ablaya bir şey mi olmuştu anlamıyordum. Sanki algılarım kapanmıştı. Sadece ses kaydını defalarca açıp dinliyordum.
Evet olmuştu, Gül ablam melek olmuştu. Güçlü olmam gerekiyordu. Benim Küçük Prens'imin kanadı kırılmıştı. Sıra bendeydi. Hep o dağ oluyordu arkamda ama benim dağ olma vaktim gelmişti. Gözlerimden akan yaşları dindiremiyordum.
Hızla kuvarsı aradım. Açmadı. Bir kez daha aradığımda bu sefer açmıştı. Ağlıyordu, çok ağlıyordu. Sadece "Gel, ihtiyacım var." diyebiliyordu.
Sakin olmasını istemeyecektim. Sakin olamazdı asla şu an. Bu hayattaki en sevdiği insanı ölmüştü. Nasıl ölmüştü hiçbir fikrim yoktu ama ölmüştü. Azrail'e ruhunu teslim edip melek olmuştu. Kuvars yıkılmıştı. Belki de ruhunu ablamızla göndermişti. Yanında olmam gerekiyordu.

"Hemen geliyorum." deyip telefonu kapattım. Hızla üstümü giyindim. Annem ne olduğunu sormaya odama gelmişti. Olayı anlatıp hemen evden çıktım. Dolmuşa binip vakit kaybedemezdim o yüzden önüme gelen taksiyi durdurdum. Taksiye binip hemen hastaneye sürmesini istedim. On beş dakika sonra hastaneye varmıştım. Kuvars'ı arayıp nerde olduğunu sorduğumda acil tarafında olduğunu söylemişti. Koşarak o tarafa doğru gittim. Köşeyi döndüğüm an onu görmüştüm. Bir banka oturmuştu, saçlarını yoluyordu. Sigara içip bir şeyler mırıldanıyordu. Koşarak yanına gittim. Beni gördüğünde ayağa kalkmaya çalıştı ama yapamadı. Olduğu yere düşmüştü. Yanına gidip hemen sarıldım. Kendisine soru sormak, konuşmak, ağlamak istemiyordum. Kuvars'ın o halini görünce sadece ölmek istiyordum. Sıkıca sarıldım kendisine.
Dilinden dökülen tek cümle "Gül'üm... Gül'üm... Öldü." oldu.
Hâlâ inanamıyor gibiydi. Ben de inanamıyordum. Nasıl olduğunu sormayacaktım. Çok durgundu sadece. Saçlarını yoluyor, bir şeyler mırıldanıyordu. Elini çekmek istedim ama izin vermedi. Kriz geçiyordu, kaybediyordu kendini. Her çekişinde bir avuç saç birikiyordu avuçlarında. Elimi yüzüne koyup göz göze gelmemizi sağladım. Gözlerimin içine baktı ama çok yabancıydı bu çocuk bana.
Gözlerime uzun uzun baktı. Durup sanki kelimeleri bir araya getiremiyor "Ablam öldü, haberin var mı senin?" dedi.
Sonrasında gözleri kaydı ve işte şimdi kriz geçiyordu. Defalarca tekrar etti cümlesini. Kendini kaybetti. Bağırıyordu, saçlarını yoluyordu. "Ablam öldü haberiniz var mı?" diye çığırıp polise saldırdı.
"İzin vermediniz lan canlı görmeye. Değdi mi, ha? Değdi mi? Öldü lan benim ablam ÖLDÜ!"
Zorla da olsa kendisini hastanenin içine geçirip sedyeye yatırdık. Halası gelmişti o sırada. Sakinleştirici iğne vurdular ama nafile. Asla sakinleşmiyordu. Haklıydı, yine kaybetmişti. On dakika sonra kendine gelmeye başlamıştı. Gözleri eski haline dönmüştü, titremiyordu ama avuçlarını o kadar sıkıyordu ki avuçlarının arasından kan dökülüyordu. Kim ne yapsa da açamadı avuçlarını. Yavaş bir şekilde elimi avucunun üstüne koydum. Kulağına eğilip "Canımı yakma." dedim.
Önce bana baktı, yavaşça ellerini gevşetip açtı avucunu. "Annem nerede? Babam nerede?"
Hiç aklıma gelmemişti benim de onlara bakmak. Onlara bakmamı istediğinde Kuvars'ın yanından ayrıldım. Karşımızdaki sedyede babası baygın uyuyordu, titriyordu. Nasıl titremesin? İlk göz ağrısını, tek kızını kaybetmişti. O an kendime bir söz vermiştim. Gül ablamın yerini doldurmazdım belki ama onun gibi olmaya, acılarını az da olsa dindirmeye çalışacaktım.
Sonrasında annesine bakmaya koyuldum. O kadar kalabalık bir sülaleleri vardı ki üç saatlik Hatay yolundan iki saat içerisinde vardılar. Hastanenin içi de o kadar sesli, o kadar kalabalıktı ki annesini bulmakta güçlük çektim ama sonunda bulmuştum. Etrafı çok kalabalıktı. Kardeşleri ve annesi yanındaydı. Yanına yaklaştığımda korktum, titredim. Hepsi ölmüştü. Ruhlarını gömmüşleri Gül ablayla. Annesine yaklaştım. Yere bakıyordu. Gözleri kan çanağı olmuştu. Sakinleşmek nedir bilmiyordu. Titriyordu, hepsi titriyordu. Yanına daha fazla yaklaşmadan kardeşlerini aramaya başladım. Hastanenin her tarafına baktım ama yoklardı. O küçük bedenler ne haldeydi acaba? Hızla Kuvars'ın yanına gittim. Ayağa kalkmaya çalışıyordu. Tuvalete gideceğini söylemişti. Elimi uzatıp kalkmasına yardımcı oldum. Ayaklarını hala hissedemiyordu. Omuzu çökmüştü ve zorla yürüyordu.
"Kuvars..."
"Ahmet, Bünyamin, Ertuğrul nerede?" durdu, biraz düşündü.

"Evdeler, haberleri yok ama söylemedim daha. Söyleyemem ki ben onlara.Hem söz verdim, ablanızı yaşatacağım dedim ama yapamadım ki ben. Gül kurtaramadım ablamı ama haberleri yok söyleyemem."
"Kimse var mı yanlarında"
"Hayır, yok" dedi. Hemen elini cebine attı, amcasını aradı. Amcası da hastanedeydi. O da Maraş'ta yaşıyordu. Amcasına eve gidip kardeşlerini alması gerektiğini ve kimseye bir şeyi belli etmemesini söyledi. "Soran olursa iyi, bir şeyi yok desinler amca." deyip telefonu kapattı.
Biz yürürken herkes bize, daha doğrusu Kuvars'a bakıyordu. Kafasını yerden ayırmıyordu Kuvars. Elimle çenesini tuttum ağlıyordu hala. Gözyaşları tükenmişti ama ağlıyordu. O kadar kalabalıktı ki hastane, Kuvars'a hepsi akrabanız mı diye sorduğumda kafasını yerden kaldırdı, etrafına baktı ve kafasını evet anlamında salladı. "Dışardakiler de akrabamız." dediğinde gözüm dışarıya kaydı. Cama doğru yaklaşıp otoparka baktı.
"Şu arabaları görüyor musun? Bunların hepsi bizim akrabalarımızın."
Kalabalık bir sülale olduklarını biliyordum ama bu kadarı gerçekten çok kalabalıktı. Dışarda en azından yüze yakın araba vardı ve hâlâ yolda gelenlerin olduğunu biliyordum.
Lavabonun önüne gelmiştik. Kuvars ellerini ayırmak istiyordu ama ben izin vermiyordum, kendine bir şey yapmasından korkuyordum. İçeri geçmek istedim, ona da izin vermedi. Her şeyini kaybetmişti. Kendine rahatlıkla zarar verebilirdi. Anladı benim ne demek istediğimi. Yanıma yaklaştı, saçlarıma bir öpücük bıraktı.
"Söz veriyorum tamam. Bir şey yapmayacağım. Ablam beni yalnız bıraktı ama ben sizi yalnız bırakmayacağım."
Huzurla ellerini bıraktım. Bir huyu vardı. Ne olursa olsun verdiği sözleri hangi koşulda da olsa tutardı. Kapıdan içeri girdi bende aynadan ne yapacağına baktım. Aynanın karşısına geçti, gülümsedi, kendiyle konuştu, kendine birkaç cümle kurdu, yüzünü yıkayıp gözyaşlarını sildi. Lavabodan çok geçmeden çıktı. Gözüm hala aynadaydı. Arkamdan bir el omuzuma düşünce arkamı döndüm. Halası gelmişti. O da berbattı. Sarıldık ağladık.
"Hala... Nasıl oldu, ne oldu?" dedim ama konuşamadı. Hiçbiri güçlü değildi Kuvars kadar. En güçlüleri Kuvars'tı. Kuvars kapıdan çıkıp halasına sarıldı. Saçlarından öptü.
"Geçecek güzelim, her şey geçecek. Halledeceğim." dedi.
Bana geldi gülümsedi. "Gül'üm..." dedi. Sanki ablasına sesleniyormuş gibi.
"Gitme ne olur benden hiç. Bir kaybı daha yaşayamam. Söz iyileşeceğim." dedi. İkimizi de kollarının arasına alıp yürümeye başladı. Dışarı çıktığımızda sigarasını çıkardı. Bana uzattı, aldım yaktım. Kendi sigarasını ağzına koydu ama yakamıyordu. Çok titriyordu. Hemen elimdeki sigarayı ona uzattım. Ağzındaki sigarayı da alıp yaktım.
Banka oturduk sonra sigarasını bitirdi. Bir noktaya bakakaldı. Kitlendi, nefes bile almadı. Ayağa kalktı yavaşça.
"Hoş geldin abla..."
"Ama sen öldün. Doktorlar öyle dedi. Şaka yaptı değil mi herkes?" dedi. Boşluğa sarıldı. Halüsinasyon görmeye başlamıştı bile. Ya da gerçekten Gül abla oradaydı. Ayrıldılar sonra. Biraz karşı tarafı dinledi.

"Tamam gülüm. Hepsi bana emanet." Bir daha sarılıp ağlamaya başladı. "Unutma beni olur mu? Ben seni kalbimin en derinliğine sakladım." Dedi. Sonra bize döndü "Gül bak ablam geldi." dedi. Arkasına tekrar döndü, el salladı.
"Söz abla..." diye bağırdı. Gökyüzüne bakarak "Söz veriyorum sana son damlaya kadar savaşacağım. Söz veriyorum. Ailem, kardeşlerim bana emanet." diye haykırdı. Tüm sülalesi oraya toplanmış ona bakıyordu arkasını dönüp bağırdı herkese.
"Silin lan gözyaşlarınızı! Ablam orada daha mutluymuş. Kurtuldu bu cehennemden. Cennete gidiyormuş." dedi.
Sülalesi acı tebessümle gülümsedi. Sülalesinde sözü geçen biriydi zaten, biliyordum. En büyük torun oydu. Kimse bir dediğini ikiletmezdi ama hayatı da gittikçe zora biniyordu. Babasını görmek istedi ilk önce. Baygın olduğunu söylediğimde "Bayılmanın zamanı değil. Uyansın." dedi hiddetle.
Hastaneye geçtik. Babasından önce annesinin yanına gittik. Baktı annesine. "Göz yaşlarını sil." diye bağırınca annesi daha çok ağladı. Yaklaştı sarıldı annesine. Annesinin dilinden ilk cümleler döküldü.
"Melek oldu oğlum. İlk göz ağrım melek oldu." dedi. Annesini alnından öptü. Kuvars böyleydi. Değer verdiği her insanı alnından öperdi.
Annesine "İyi ol, iyi olacağız. Büyüme vaktim geldi. Artık bana emanetsiniz. Ben halledeceğim her şeyi."
Kendi üstüne o kadar büyük bir yük yüklemişti ki itiraz etmek istiyordum, yapamazsın demek istiyordum ama yeri ve vakti değildi. Gerekirse bu yükün altında onla ezilmeye bile razıydım. Annesinin elini bıraktı ve babasına doğru gitti. Babası uyanmıştı. Yaklaşıp oturdu dizinin dibine. Elini tuttu sıkıca. Babasına bakıyordu. Konuşmuyordu, ağlamıyordu, sadece bakıyordu.
Kuvars "Baba..." diyebildi sadece. "Her şey geçecek." dedi. Babası gülümsedi.
"Sen ne zaman büyüdün çocuk? Sen büyüdün de bize dağ mı oluyorsun aslan oğlum?" dedi.
Sarıldılar. Babası Kuvars'ın kulağına bir şeyler fısıldadı. Kuvars hızla geri çekildi. "Her şeyi iste benden baba. Benden ölmemi iste, ama bunu isteme." dedi
"Ben söz verdim onlara. İyileşecek dedim. Onlara nasıl öldü diyeyim? Ben yapamam baba. Yapamam" "Biz söyleyemeyiz oğlum, sen söyle kardeşlerine." dedi.
Kuvars yıkıldı tekrardan. Nasıl söyleyecekti? Üç küçük bedene yapamazdı bunu. Ondan istemek sadece bencillik olurdu. Babasına baktı Kuvars. Göz yaşı döktü.
"Cesaretim olursa yapacağım." dedi. Babasının da anlından öpüp yanıma döndü. Gülümsedi "Görüyor musun? Memleketi titreten benim, iki cümle söyleyecek cesaretim yok. Ben nasıl yapacağım bunu?" diye soru yöneltti. Aklımda ne yapacağına dair hiçbir şey yoktu. Tek istediğim söylememesiydi. Birden durdu "Ben söyleyemem." dedi.
Bahçeye çıktık saat çoktan sekizi geçmiş, hava kararmıştı. Annem sürekli arayıp ne olduğunu soruyordu ama ben de bilmiyordum ne olduğunu. Kuvars anlatmıyordu, kimse bilmiyordu. Bilenler de anlatamıyordu ya zaten.
Kuvars bana baktı ve "Seni eve bırakalım hadi. Biz de Hatay'a gideceğiz birazdan."
"Ben de sizinle geleceğim"
"Olmaz" dedi kafasını sallayıp.

"Neden? Seni yalnız bırakmak istemiyorum."
Çenemden tuttu "Etrafa bak, bu kadar kalabalıkta hem gidecek boş araba olmaz hem orda kalacak yer bulmazsın. Beni de Hatay'da o halde görmeni istemiyorum."
Tam itiraz edecekken "Lütfen yorma beni, ortalık sakinleşsin alacağım seni Hatay'a" dediğinde kabul ettim.
Amcasını arayıp arabayı getirmesini istedi. Amcası hemen arabayı getirdi ama inmedi "Titriyorsun. Ben götüreceğim." dedi.
"Ben de geliyorum." deyip arabaya bindi. Ben arka koltuktaydım, Kuvars ise amcasının yanına oturdu. Başı ağrıyordu. Bir yandan masaj yaparken bir yandan da evi tarif ediyordum. On dakika geçmeden evin önüne gelmiştik. Ben indiğimde arkamdan Kuvars da indi hemen. Yaklaştı bana, alnıma bir öpücük bırakıp "Geçecek." dedi. Sıkıca sarıldı. Ağladım, ağladı ama güçlüydük, olmak zorundaydık. Amcası o sırada camdan kafasını çıkarıp "Gitmemiz gerek. Birazdan cenaze kalkacak." demişti. Kuvars sinirle bağırıp "O cenaze değil. Benim ablam, senin yeğenin." dediğinde amcası suspus oldu.
Kuvars gözlerimden öpüp arabaya bindi. Gözükmeyene kadar arabaya baktım. Eve yürüyecek mecal bulamıyordum kendimde. Kapı hemen önümdeydi ama yürüyemiyordum sanki. Zorlanarak kapıya ulaştım. Kapıyı çaldığımda çok geçmeden annem açtı. Anneme sarılıp sadece ağladım. Annem zorlukla beni eve geçirdi. İçimde tuttuğum o gözyaşını dökmüştüm sadece ağlıyordum.

HalesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin