Yirmi yedi

8.4K 700 132
                                    

"Çok mu var daha?" Sabırsızca sormuştum, buraya gelene kadar Melih bana kısa bir özet geçtiği için neler olduğunu biliyordum ve bu yüzden vakit geçtikçe endişem artıyordu.  

"Geldik, şurası işte."

Titreyen sesiyle birlikte arabayı durdurunca hızla indim arabadan. Melih'i beklemeden büyük deponun içine doğru koştum.

"Bir şey olmamış olsun," diye mırıldandım titreyen ellerimle ensemi sıvazlarken. "Bir şey olmamış olsun, lütfen." Açık demir kapıdan içeri girer girmez, "Serdar!" diye bağırdım bütün gücümle. "Serdar!"

Sessizlik. Sadece sessizlik.

Tek bir çıt bile çıkmadığı için büyük deponun içinde tek başıma olduğumu farketmem sadece saniyelerimi almıştı.

"Neredesin, neredesin Serdar."

İçime çektiğim nefes yetersiz gelince parmaklarımı boğazıma sardım, onu bulamadıkça boğuluyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.

Arkamda olduğunu unuttuğum Melih, "Kimse yok mu!" diye bağırınca irkilerek arkamı döndüm. O da paniklemiş, ne yapacağını bilemiyormuş gibi etrafa bakınıyordu.  Bu defa bana hitaben, daha kısık bir sesle sordu. "Yok mu kimse?"

Kafamı onaylamazca salladım. "Başka nerede olabilirler?" Sesim yalvarıyormuş gibi çıkmıştı. "Düşün Melih, başka nerede olabilirler?"

"Serdar'ın buraya geldiğinden eminim, bilmiyorum ki." O Serdar'ın başka nereye gitmiş olabileceğini düşünmeye çalışırken ona 'hadi' diye bağırmamak için dilimi ısırdım.

Paniklememem gerekiyordu.

Sakin kalmalıydım.

Eğer paniklersem Serdar'a hiçbir yardımım dokunmazdı.

"Hadisene Melih!"

Sakin kalamıyordum ki!

"Düşünüyorum!" diye karşılık verdi anında bana. Titreyen ellerini bana doğru uzatmış, 'bekle' işareti yapmıştı.

Sinirden gerçekten ağlamak istiyordum şu an.

Saniyeler geçtikçe sabrım taşıyordu, burada geçirdiğimiz saniyeler Serdar için ömürlere bedel olabilirdi.

"Allah kahretsin, burada olmalıydılar!" Melih sinirlenerek büyük deponun içinde turlamaya başladığında benim bakışlarım daha şimdi farkettiğim yerdeki ıslaklıkta takılı kalmıştı. "Buraya geliyordu, burada olmalıydı!"

"Serdar," diye dehşetle fısıldadım. Bütün vücudum zangır zangır titriyordu, inanamazca kafamı sağ sola sallıyordum. "Hayır.."

Girişteki demir kapıdan itibaren başlayan kan damlalarını yavaş adımlarla takip ederken inanmak istemiyormuş gibi kafamı sallamaya devam ediyordum.

"Lütfen olmasın." Kalbim atması gerektiğinden çok daha yavaş atıyordu sanki. "Olmasın."

Ama oldu.

Büyük bidonların arkasında yatan kanlı bedeni görünce öylece donakaldım olduğum yerde. Saniyelerce, hatta dakikalarca kıpırdayamadım.

Ne ara yanıma geldiğini görmediğim Melih, üzerindeki uzun kollu tişörtünü çıkartıp onun yarasının üzerine ağlayarak bastırırken bana 'ambulansı ara' diye bağırıyordu ama algılayamıyordum.

Tepki verecek gücü bile bulamıyordum kendimde.

-

"Kardeşimin durumu nasıl doktor," diye sordu Hamza doktorlarla beraber sedyenin peşinden koşarken. Melih ambulansı aradıktan hemen sonra onu arayıp haber vermiş olmalıydı çünkü biz geldiğimizde zaten buradalardı. "İyileşecek, değil mi?"

Melih, ben ve Serdar'ın annesi üçümüz geride kalmıştık.

"Ameliyata alacağız." Sedyeyi ameliyathane yazan yere soktuklarında mecburen dışarıda kalmak zorunda kalmıştı Hamza. "Organlar veya damarlar zarar gördüyse sıkıntılı olabilir."

Doktorun son sözlerinin ardından ameliyathanenin kapısı kapanınca zorlukla yutkundum.

Serdar'ın annesi geldiğinden beri hiç durmadan ağlıyordu. 'Oğluma kıydılar' diye bağıra bağıra hıçkırarak ağlıyordu. Kadın o kadar kötüydü ki, Melih'le Hamza Serdar'ı bırakmış annesi için endişelenmeye başlamışlardı.

Onlardan uzaklaşırken gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Hiçbir şey olmayacak. Sakın panik yapma." Titrek bir nefes aldım. "Sakin ol, yine iyileşip sana civciv diyecek."

'Civcivim..'

Yüzüm istemsizce özlemle buruşurken onlara görünmemek için hızla karşıdaki tuvaletlere doğru koştum. İçeri girmemle kapıyı çarpmam bir olmuştu.

"Siktir ya, siktir." Ağlamak istemediğim için bütün sinirimi saçlarımdan çıkartıyordum. "Böyle bir şey nasıl olabilir!"

Lavabonun kenarından destek alarak kafamı yukarı doğru kaldırdım. Aynadan kendimle göz göze gelince kıpkırmızı olmuş suratımla karşı karşıya gelmiştim, üstelik gözlerim de dolu doluydu.

"Sakın." Dolu gözlerimi hırsla kuruladım. "Serdar iyileşmeden bir damla bile ağlamayacaksın."

Bir süre daha öylece aynaya bakarak bekledim sakinleşebilmek için. Dakikalar geçmişti ama hala biraz olsun sakinleşememiştim.

Sonunda kendimi biraz daha iyi hissettiğimde musluğu açarak yüzümü buz gibi suyla yıkadım. En azından yüzümün kızarıklığı biraz olsun geçmişti.

Tuvaletin kapısı birden sesli bir şekilde açılınca irkilerek bir adım geriledim. Hamza'ydı gelen, üzerimden çekmediği bakışlarıyla bana doğru yürümeye başlayınca duruşumu dikleştirerek yanıma gelmesini bekledim.

Yakalarımdan kavrayıp sinirle yüzüme baktı. "Parayı ödemeyi kabul etmişsin, Melih söyledi?" Sakince kafamı salladığımda duraksadı, sonra geri çekilerek yakalarımı savurarak serbest bıraktı. "Niye burdasın bilmiyorum ama sorun çıkartmayacaksan geç sessiz sessiz bekle demeye geldim. Şu an seninle uğraşacak ne gücümüz var ne de halimiz."

"Biliyorum," diye fısıldadım kafamı yere eğerek. "Sıkıntı çıkarmaya gelmedim, Serdar'ın durumunu merak ettiğimden buradayım."

Ciddi miyim, dalga mı geçiyorum diye yüzüme uzun uzun baktı. "Adam olduğundan mı, yoksa sırf sana muhtaç kalalım diye mi kabul ettin bilmiyorum. Gerçi, şu an onu bile umursayacak halde değilim de neyse." Alayla güldü. Serdar'a ne kadar değer verdiğini görünce ona olan bütün sinirimi unutmuştum. "Serdar ameliyat masasındayken başka bir şey düşünecek halimiz yok belki bizim ama o insan demeye bin şahit isteyen varlıklar öyle değil. Parayı almadan durmaz o amına koyduğumun puştu, okul çıkışı Kaan'ı bulmayacağı ne malum? Gidip şu parayı verelim de dursun artık."

Tereddütle duraksadım. Serdar canıyla uğraşıyorken onun yanından ayrılmak istemiyordum ama diğer yandan da Hamza haklıydı. Benim yüzümden kardeşine bir şey olsun istemiyordum.

İkilemde kalmıştım.

Üstelik Serdar'a bunu yapan orospu çocuğuyla bir an önce yüzleşmek istiyordum.

Gerekirse istediği paranın dört katını verirdim ama yine de onun cezasını kesmeden bırakmazdım.

"Korktun mu," diye sordu düzce. Korktuğumdan dolayı tereddüt ettiğimi sanmış, hatta bu durumu hiç garipsememişti. "Sana bir şey yapar diye korkuyorsan ben de götürebilirim. Bana güvenmezsin belki diye gel dedim ben."

"Korkmuyorum." Kaşlarını merakla havalandırdığında kabullenerek kafamı aşağı yukarı salladım. "Gidelim hadi."

DÜŞMAN -BXBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin