"Versene oğlum şu anahtarı, yorma beni."
"Baba son bir şans verseydin bari ya, sen de ne hevesliymişsin arabamı almaya."
Kafama vurmak için uzandığında son anda kendimi çekerek gelecek olan minik darbeden kurtarmıştım kendimi. "Eşek sıpasına bak." Vuramadığı için kaşlarını çatmıştı. "İlk kavganı ettiğinde bir daha ki sefere arabanı alırım dedim aradan üç sene geçti, üç senede kaç kez kavga ettiğini say bakalım. Görelim kaç şans vermişim ben sana."
Hafıza da zehir gibi maşallah. "Oho, onları niye sayıyorsun? Onlar sayılmaz."
"Konuştukça batıyorsun ver şu anahtarı." Elini uzatıp vermem için kaşlarıyla avucunu işaret etti.
Omuzlarımı düşürerek anahtarı babamın avucuna bıraktım. "En azından filmlerdeki gibi sanayiye vermiyorsun." Bana inanamıyormuş gibi bakınca umutla baktım yüzüne. "Ne zaman vereceksin geri?"
"Sen adam olunca." Demek ki hiç vermeyecekti.
En azından artık tehdit edebileceği bir şeyi kalmadığı için seviniyordum, yıllardır kullandığı tehditi sonunda gerçekleştirmişti.
Arabamın gideceğini bildiğim için bir haftadır eve uğramamış Çağlar'da kalmıştım, en azından bir haftayı kurtarabilmiştim yine de.
Babam artık arayıp 'eve gel elinden almayacağım arabanı' dediğinde ona güvenip gelmiştim, ama boşuna demiyorlardı babana bile güvenme diye.
Arabam olmadan sanki çıplak hissediyordum kendimi.
"Neyse," diye mırıldandım kendi kendime, salonun çıkışına ilerlerken. "Gideyim de depresyonumu Serdar'dan çıkarayım."
"Oğlum sen beni delirtecek misin," diye delirmiş gibi arkamdan bağıran babamı duymuyordum bile, arabamı alarak düzeleceğimi düşünmesi çok saçmaydı. Bunu ona birçok kez anlatmaya çalışmıştım zaten ama anlamak istememişti.
Dışarı çıktığımda soğuk havadan dolayı titreyerek ellerimi yünlü ceplerime soktum. "Dayak manyağı edeyim de görsün nasıl dikkat dağıtılıyormuş."
En son barda görüşmüştük zaten, okula bir haftadır gelmiyordu. Ara sıra okula gelmemezlik yaptığı için alışkındım ama hiç bu kadar uzatmamıştı bu süreyi. Bu yüzden biraz merak da etmiş olabilirdim.
Taksi durağı hemen alt sokakta olduğu için beş dakikalık bir yürüyüşten sonra sonunda bir taksiye binebilmiştim.
"Esselâmü aleyküm kardeş," diyerek arabayı çalıştırdığında kafamı kaldırdım, dikiz aynasından göz göze gelmiştik taksiciyle.
"Aleyküm selam," dedim koyu mavi gözlerinden bakışlarımı çekerek. "Adresi bilmiyorum abi, sen sür ben tarif ederim."
Kafasını salladı, daha yeni yola çıkmıştık ki arabanın içinde telefon sesi yankılanmıştı. Telefonunu eline aldığında yazan 'erkeğim' kelimesiyle gözlerim kocaman oldu.
Hiç öyle bir tipi de yoktu aslında.
Dikiz aynasından tekrar göz göze geldiğimizde bakışlarımı utançla kaçırdım, sanki birini basmış gibi hissediyordum.
Telefonu kapatıp, "Kusura bakma," dese de telefon tekrar çalmaya başlamıştı.
"Açsana abi, önemli belli ki." Telefonumla ilgileniyormuş gibi kafamı hiç kaldırmıyordum yukarı.
"Efendim," diyerek telefonu kulağına dayadığında karşıdan gelen kalın ses ile cidden bir erkekle konuştuğunu anladım. Gözlerini devirerek nefes alıp verdi. "Efendim gülüm," diye düzelttiğinde benim yanaklarım kızarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞMAN -BXB
Novela Juvenil"Söyle ne söyleyeceksen hadi, uğraşamam seninle işim var." Kaşları derinden çatılırken diliyle alt dudağını ıslattı. "İşin mi var?" Üzülmüş gibi duruyordu işimin olmasına. "Ben de yine mekana geçeriz diye düşünmüştüm." Yani kısaca, canı yine kavga ç...