Başımı eğerek telefonu kulağımla omzunun arasına sıkıştırdım. "Tamam anne, dikkat edeceğim. Yok, yok başımı derde sokmuyorum. Evet, basit bir haber sadece. Tamam validem, öpüyorum. Dikkat et kendine." diyip anneme veda ettim. Elimdeki kağıtları sırt çantama saklayıp telefonu kulağımdan çektim. Başımı derde sokmuyorum öyle mi? Tam da büyük bir yeraltı dünyasının kapısında dururken, gerçekten de baya güvendeydim.
Omzularımı dikleştirdim. Tek yapmam gereken dikkat çekmeden etrafı izlemekti. Eğer bu haberi iyi bir şekilde yazabilirsem edineceğim başarıların haddi hesabı yoktu. Yani şu an beni bizzat kafese itip dövüştürseler onu bile yapardım. İçeri girdiğimde beni gürültülü bir ortam karşıladı. İnsanlar bağırıp çağırıyor, küfürler ediyorlardı. Tam ortalarında geniş, tel örgülerden yapılmış bir kafes vardı. Orayı tam göremediğimden yaklaşmam gerekiyordu.
Burası binanın alt katındaydı. Üst katında bir arasta vardı. Arastadaki esnaflardan biri buranın sahibi ve aynı zamanda da güçlü bir mafya babasıydı. Dışardan bakınca kendi halinde yakışıklı bir iş adamına benziyordu ama polis teşkilatında baya kabarık bir sabıkası vardı. Bunu da yakın dostum olan bir polisten öğrenmiştim. Bana istihbarat sağlamayı huy edinmiş değildi. Sadece küçük bir iyilik borcu vardı ve böyle ödemişti. Alt kata inmek için ortamda tanınan bir isim olman lazımdı. Yani bir bahis mafyası, bol keseden bahis oynayabilen bir müşteri, dövüşçü veya koruma gibi. Ben tamamen gizlice girmiştim ve şimdi dikkat çekmeme adına büyük uğraşlar veriyordum.
Gerçi bu kalabalıkta, herkes parasının derdine düşmüşken kimse beni görmüyordu. Kafese doğru, söven insanların arasından geçerek, biraz daha yaklaştım. İçerde iki kişi dövüşüyordu. Bir tanesinin yüzünden fena halde kan geliyordu. Arkasındaki telleri eliyle tutmuş nefesleniyordu. Diğerinin bana arkası dönük olduğu için göremiyordum ama öne doğru atılacakmış gibi bir duruşu vardı. Adama nefeslenmesi için zaman tanımayacağı kesindi. Keza öyle de oldu. Bir hamlede karşısındakine yöneldi. Saçlarından tutarak kafasını geri çekti ve aynı hızla tellere vurdu. Adam kafasına aldığı darbeyle yere düştü ve kalkmak için en ufak bir çaba bile göstermedi. Öldü mü yoksa bayıldı mı diye düşünüyordum. Bu kanlı manzara midemi bulandırmıştı. Tansiyonum düşmüş gibi başım döndü. Etrafımdaki sesler bir uğultu, çınlama gibi gelmeye başladı. Kendimi toparlamaya çalıştım.
İnsanlar, yerdeki adamın nakavt olduğu ilan edilince bağırmaya başladılar. "Mapus! Mapus! Mapus!" diye bağırıyorlardı.
Ayakta kalan adam yerdeki rakibinden gözlerini çekip etrafına bakındı. Saçları üç numaraydı. Kalın, çatık kaşları ve sert bakışlı gözleri vardı. Burnu kemikli, suratı vücuduna oranla zayıftı. Üst vücudu çıplaktı, kasları belli oluyordu. Vücudunun her yerine belli belirsiz yara izleri vardı. Bir kolu boydan boya dövmeliydi. Göğsü derin nefesler eşliğinde inip kalkıyordu. Etrafına bakınırken, sanki onu incelediğimi sezmiş gibi bir anda gözlerini bana dikti.
Zaten yakalanmaktan korkuyordum ve zaten yeterince dehşet verici görüntüler izlemiştim. Şimdi o ürkütücü bakışları üzerimde hissedince istemeden bir adım geriye attım. Adamın sadece bakması bile zangır zangır titrememe sebep olmuştu. Ağzımın bir süredir açık kaldığını fark edince yutkundum. Nefes alışlarım hızlanmıştı. Sanki az önce dövüşen benmişim gibi derin derin nefesler alıyordum. Adam benden gözlerini çekti. Dışardan kilidi açılan kapıya yöneldi ve kimseyle hiçbir şekilde muhatap olmadan kafesten çıkıp gitti.
Çok korkuyordum ama kuyruğumu kıstırmanın sırası değildi. Nereye gittiğini görmem gerekiyordu. Daha fazla bilgi edinmem gerekiyordu. Bu seferlik telefonumu çıkarmaya korkmuştum ama bir dahaki gelişim için hazırlıklı olmam gerekiyordu. Hemen kalabalığı yararak peşinden gittim. Komando edasıyla, çaktırmadan takip ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tel Örgüler (bxb)
General Fiction"Gözünün yaşına bakmam Anıl." -- Çarpıcı bir haber yazabilmek için illegal kafes dövüşü düzenleyen bir mekana sızan gazeteci, kendisini hiç beklemediği tehlikelerin ortasında bulur.