Annem tüm gece başımın etini yiyerek beni uyutmamıştı. Emekli bir hemşire olduğu için yaralarım konusunda yardımcı olmuştu ama bir yandan da durmadan söylenmişti. Neyseki İlyas onu bana kızmaması için ikna etmişti ve bir daha böyle bir şey yaşanmayacağının sözünü vermişti.
Kahvaltıdan sonra evden çıkacaktım ki aklıma değişik bir fikir geldi. Annem mutfakta olduğundan ayakkabılarımı giyerken ona seslendim. "Annem dünkü patlıcan yemeğinden koysana sefer tasına. Yoğurt da koy, ofiste yerim." dedim. Aslında planım yemekleri Mapus'a götürmekti.
Nedense hiç anne yemeği yememiş olması yüreğime taş gibi oturmuştu. O kadar üzülmüştüm ki bana kızsa bile bu yemeği ona götürecektim. Annem yemeği kaplara koyduktan sonra yanıma geldi. Bana doğru uzatırken hala gözümün altındaki morluğa bakıyordu. Dudakları aşağı büküldü. "Kuzum dikkat et kendine." dedi. Gülümseyip yanağından bir makas aldım. Bugün gerçekten dayak yemeyecektim. Bu kez dikkat edecektim.
Anneme veda edip elimdeki tasları dikkatlica taşıyarak yürümeye başladım. Bu kez direkt Yeraltı'na gitme kararı aldım. Mapus bana kızacaktı ama artık kızsa bile kötü bir şey yapmadığını anlamıştım. Tek sıkıntı Kenan'la karşılaşma durumumdu. Böyle bir olayda da tıpkı İlyas'ta olduğu gibi huyuna gitmeyi planlıyordum. Bana kalırsa Kenan karşısındakini korkmuş görmeyi, o kişinin üzerinde hakimiyet kurmuş olmayı seven bir insandı. Diklenmeye kalktığın zaman ters tepiyordu. Dersime çalışmıştım, incelememi yapmıştım.
Yeraltı'na girdiğimde direkt odaya ilerleyip elimdeki yemeği kenara koydum. Odada kimse yoktu ve ne yapacağımı bilmiyordum. Etrafı kurcalayabileceğimi düşündüm çünkü benim mayamda biraz merak vardı. Bir yandan da kendimi gazlıyordum çünkü Reşat Abi'nin bile odasına sızmış biri olarak bu benim için çocuk oyuncağıydı.
Dolaplara ilerledim. Hepsinin kapağı açıktı. Soyunma odası dolapları gibi kare ve küçük bölmeleri vardı. Hepsinde isim yazıyordu. Yiğit'in ismi beyaz bir kağıda yazılıp dolaba bantlanmıştı. Sadece birkaç tane katlı tişört, ağızlık ve el bandajı vardı. Düzenli bir dolaptı. Kenan'ın dolabı onunkinin hemen yanındaydı. Yine aynı şekilde tişörtler vardı. Bir sakız kutusu ve yanında da eski bir zarf vardı. Dolabın iç kısmında Bergen fotoğrafları yapıştırılıydı. Gülümseyip zarfa uzandım. Zarf önceden açılmıştı. Biraz kapıyı dinleyip kimsenin gelmediğinden emin olunca hızlıca zarfı açtım.
Yine bir şeyler karıştırdığım için ellerim titriyordu. Kenan beni bu şekilde basarsa üstüme toprak atılacağı kesin ve netti. Heyecanıma rağmen elimi çabuk tutmaya çalıştım. Zarfın içinde bir mektup vardı ama okumaya vaktim olmadığı için hızlıca fotoğrafını çektim. Kağıdı geri koyarken, içinde bir de fotoğraf olduğunu gördüm. Eskimiş, yıpranmış bir fotoğraftı. Arkasında 'Antalya-2005' yazıyordu. Merakla ön tarafını çevirdim.
Havuz kenarında küçük, kel bir çocuk vardı. Bacakları suya girmişti, kendisi de kenarda oturuyordu. Çatık kaşlarla kameraya bakıyordu. Hemen yanına omzuna yaslanmış başka bir çocuk ve arkalarında da Reşat Abi vardı. Reşat Abi elbette ki daha genç görünüyordu. Boylu poslu, kaslı bir delikanlıydı. Şimdiki haline baktığımızda yine uzun boylu ve kalıplı diyebilirdik. Tek fark biraz kırışıklıkları olması ve saçlarının grileşmesiydi. Onun dışında aslında aynı karizmayı koruyordu. Çocukların Mapus ve Kenan olduğunu tahmin ediyordum. Mapus, tıpkı Nuri Abi'nin anlattığı gibi öfkeli ama şirin gözüküyordu. İstemsizce güldüm. Telefonumla bu fotoğrafın da resmini çektim.
Zarfı yerine geri koyup Mapus'un dolabını buldum. Sadece kenarına M harfi kazımıştı. Tam onluk bir hareket olduğunu düşündüm. Dolaba bakmaya devam edecektim ama kapının açılma sesini duyunca oradan uzaklaşıp odanın ortasına geldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tel Örgüler (bxb)
General Fiction"Gözünün yaşına bakmam Anıl." -- Çarpıcı bir haber yazabilmek için illegal kafes dövüşü düzenleyen bir mekana sızan gazeteci, kendisini hiç beklemediği tehlikelerin ortasında bulur.