Kenan'la konuşmamızın ardından soyunma odasına doğru ilerledik. Aklım hala anlattıkları yüzünden bir karış havadaydı. Mapus'a güvenmeyi çok istiyordum. Belki kısa bir zaman olmuştu ama kendimi kandırmama gerek yok, ben Mapus'u ilk gördüğüm andan beri oldukça beğeniyordum. Bütün yaptıkları ve söylediklerinin yalan olması beni gerçekten üzerdi. Onun dışında Kenan'a zerre kadar güven duymasam da söylediklerinin mantıklı olduğunu biliyordum. Normalde kendimi duygusal açıdan güçlü görürdüm, kolay manipüle edileceğini düşünmezdim. Ama geldiğimiz noktada iki kardeş beni iki kolumdan tutmuş bir o tarafa bir bu tarafa çekiyor gibi hissediyordum. İşin kötü tarafı hangisine güvenmeliyim bilmiyordum.
İçeri girdiğimizde Yiğit, büyük kardeşi Ferit'le konuşuyordu. Küçük olansa asılı olan kum torbasına yetişmeye çalışarak oyun oynuyordu. Gülümseyip yan koltuklarına oturdum. Ferit heyecanla beni gösterip "Anıl abi olmasa Selim bizi fena yapardı." dedi.
Yiğit hemen kaşlarını çattı. Ferit'in saçlarını yavaşça karıştırırken "Kim kimi fena yapıyor gösteririm ben ona." diye oldukça tehditkar bir tonda konuştu.
Ufacık bir süre Yiğit gözlerini üzerimde gezdirdi. Bana başıyla çaktırmadan kapıyı işaret edince ne demeye çalıştığını anlayıp ayaklandım. O da Ferit ve Halit'e Kenan'ın yanından ayrılmamalarını tembihleyip peşimden geldi. Hiçbir şey söylemeden Yeraltı'nın çıkışına ilerlemeye başladı. En azından konuşmaya karar verdiği için mutluydum bu yüzden sesimi çıkarmadan onu takip ettim.
Nuri Abi'nin arabasına kadar geldik ve karşılıklı iki tabureye oturduk. Kendimi ona karşı mahcup hissediyordum. Yanlış bir şey yapıp yapmadığımdan emin değildim. Ben sadece bir gazeteci olarak işimi icra etmeye çalışıyordum. Yeraltı'na girerken buranın benim için ne kadar değerli olabileceğini maalesef düşünmemiştim. Yiğit ve Mapus gibi iyi insanlarla tanışacağımı nasıl ön görebilirdim ki? Şimdiyse haber yazmaktan vazgeçmiştim ama aramızı düzeltemiyordum bile.
Yiğit derin bir nefes alıp verdi. Gözleri öylece etrafı tarıyordu ama bir şeyler demek istediği belliydi. En sonunda lafa girip "Kardeşlerime yardım ettiğin için sağ ol." dedi. Bana bakmasa da gülümseyerek başımı salladım.
"Senin kardeşin benim kardeşimdir. Lafı mı olur?" dedim.
Yiğit güldü. Nuri Abi önümüze iki tabak pilav koyunca yemek bahanesiyle vücudunu masaya çevirip sonunda benimle göz teması kurdu. Hala gülümsemeye devam ediyordum. Yiğit başka bir şey söylemeden yemeye başlayınca belki de ilk adımı ben atmalıyım diye düşünüp öksürdüm. Dikkati bana yönelince her zamanki açık sözlülüğümü konuşturdum.
"Kardeşlerin olduğunu bile bilmiyordum. İnsan arkadaşına söylemez mi böyle bir şeyi?" dedim.
Yiğit yaptığım imayı anlamış gibi sırıttı. Ağzındaki lokmayı çiğneyip yuttuktan sonra "Benim lafımla beni vurma hemşire. Demek ki çok da yakın arkadaş değilmişiz." dedi.
Dudak büzdüm. "Bu, olamayacağımız anlamına gelmiyor ama." dedim.
Yiğit bir süre ciddi miyim diye gözlerini kısarak bana baktı. Sonra pes eder gibi derin bir nefes verip omuzlarını düşürdü. "Belki de sana her şeyi anlatmalıydım. Nasıl biri olduğumu öğrenince arkadaşım olmak istemeyebilirsin." dedi.
Kaşlarımı çattım. Buradaki insanların gizemli tavırları artık sinirimi bozmaya başlamıştı. Bir insan iyiyse iyidir. Oysaki burada kimin iyi biri olduğunu düşünsem başkası çıkıp 'o sandığın gibi biri değil' falan diyordu. Kim dost kim düşman anlayamıyordum. Bütün bu kargaşada lafına en çok inandığım adamsa nedensizce Kenan oluyordu. Bu zamana kadar zeki bir insan olduğumu sanırdım ama anlaşılan ben bir grup insan tarafından devamlı manipüle edilebilecek kadar aptaldım. Mapus'a güvenmek istiyor ama başaramıyordum. Yiğit'i tanıdığımı sanıyor ama aslında hiçbir bok bilmiyordum. Kenan ise lafına kulak asmamam gereken yegane insandı ama en çok ona inanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tel Örgüler (bxb)
Ficción General"Gözünün yaşına bakmam Anıl." -- Çarpıcı bir haber yazabilmek için illegal kafes dövüşü düzenleyen bir mekana sızan gazeteci, kendisini hiç beklemediği tehlikelerin ortasında bulur.