Elbette Mapus gelmememi söyledi. Bu tavsiyesini de 'seni öldürürüm' tarzı önerilerle pekiştirdi. Ben de bir anlığına da olsa söylediğini dinlemeye karar verdim. Sonra bu anlık karardan hızla vazgeçtim ve kendi bildiğimi yaptım.
Annemin kırdığı sucuklu yumurtanın son lokmasını da ağzıma atıp sofradan kalktım. "Eline sağlık annem, ben işe gidiyorum." dedim. Annem elindeki toz beziyle peşimden geldi. Ben çoktan kapının önünde ceketimi giyiyordum.
"Kuzum başını derde sokma sakın. Ah keşke doktor olsaydın." diye söylendi. Gülümseyip yanağına sulu bir öpücük bıraktım.
"Annem ben sözelciyim unuttun mu? İstesem de doktor olamazdım." dedim. Annem umursamadan göz devirdi. Ayakkabılarımı da giydikten sonra annemi son bir kez öpüp evden çıktım.
Arastaya doğru gidiyordum. Bu kez nasıl gizlice girecektim bilmiyordum ama ben mutlaka bir yolunu bulurdum. Hem Mapus'un beni gerçekten öldüreceği yoktu ya. Eğer öldürmek istese neden başımı derde sokmamam için bu kadar uğraşacaktı ki? Ben böyle düşünüyordum.
Reşat Abi'nin dükkanına girdiğimde arka kapıyı tutan kimsenin olmadığını gördüm. Başta biraz şüpheli geldiyse de çok önemsemedim. Etrafımı kolaçan edip hızla kapıdan geçtim ve alt kata indim. Düşündüğümden daha kolay olmasına sevinmiştim. Hemen bildiğim yolları geçerek dünkü odaya ilerledim.
Odada biri var mıdır diye düşünmeden kapıyı açtığımda, karşı koltukta sigara içen birini gördüm. Kalıplı, güçlü görünen bir adamdı. Kahverengi saçları ve hafif sakalları vardı. Üstü çıplaktı. Sargılı eliyle sigarasını tutuyordu. İçine çektiği nefesi geri üflerken kuşkuyla bana baktı. Ne diyeceğimi bilemedim. Adamı tanımıyordum bile.
Adam ayağa kalktı. İstemsizce bir adım geriledim. "Kimsin?" dedi. Yine dün yaptığım gibi telaşa kapılarak "Bahisçi değilim." dedim.
Adam beni umursamıyordu. Boş gözlerle yüzümü ve vücudumu inceledi. Ben daha ne olduğunu bile anlamamışken kendimi kapıya yaslanmış şekilde buldum. Adam boynumu sıkıca kavramıştı. Öldürmek ister gibi sıkıyordu. Boğazım acıyordu, sanki kemiklerim etimden çıkacakmış gibi hissediyordum. Nefes alamadığımı fark edince çırpınmaya başladım. Çabalıyordum ama öyle sıkı tutuyordu ki mümkün değildi.
Hiç konuşamıyordum. Bu şekilde öleceğimi artık kabullenmiş gibiydim. Adama yalvaran gözlerle bakıyor ve elini tutarak ayırmaya çalışıyordum. O ise bomboş bir şekilde bakmaya devam ediyordu. Bir anda ellerini çekmesiyle iki büklüm bir şekilde nefeslenmeye çalıştım. Durmaksızın öksürüyor ve acıyan boğazımı tutuyordum. Korkuyla adama baktım. Boyu iki katım kadardı.
"Ne.. yapıyorsun be?" diye kızdım. İçten içe sinirleniyor ama belli etmiyor gibiydi. Bu lafım üzerine karnıma sıkı bir yumruk attı. Yediğim darbenin ardından nefesim tekrar kesildi ve yere düştüm. Adam hiç sebebini söylemeden beni öldürmeye çalışıyordu. Ayaklarımla kendimi iterek duvar dibine kadar gittim. Bir elimle karnımı, bir elimle boğazımı tutuyordum.
Tekrar bana yöneleceği sırada birisi ıslıkla şarkı mırıldanarak kapıyı açtı. Önce kapı dibindeki bana, sonra karşımdaki adama baktı. Şok içindeydi. Dün tanıştığım sevimli çocuktu bu. Yiğit. Hemen adamla arama geçip adama bağırdı.
"Ne halt yiyorsun lan?" dedi. Adam ona alayla güldü. Bana ezikleyici bir bakış atıp tekrar Yiğit'e döndü.
"Bu kim? Yeni gözden mi?" dedi. Sert bir sesi vardı. Yiğit onu umursamadan yanıma eğildi. Elimi kaldırıp karnımı kontrol etti. Sonra boğazıma baktı. Eliyle omzumu okşayıp tekrar adama döndü. Sinirle ayağa kalktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tel Örgüler (bxb)
General Fiction"Gözünün yaşına bakmam Anıl." -- Çarpıcı bir haber yazabilmek için illegal kafes dövüşü düzenleyen bir mekana sızan gazeteci, kendisini hiç beklemediği tehlikelerin ortasında bulur.