(2 Mayıs 2015 Cumartesi günü yayımlanmaya başlandı)
Site sokak lambası benzeri küçük lambalarla loş bir hava içerisinde gölgelenirken, adım seslerimden başka hiçbir ses duyulmuyordu. Sessizliğin şiddeti kulak çınlatacak türdendi ve yalnızca ayak seslerimi duyuyordum. Adımlarımı meydana çevirirken kollarımı göğsümde çaprazladım. Soğuktu ve hırkam bana yetmiyordu. Belki de ağladığım içindi bilmiyorum.
"Bunun bir anlamı yok." diye geçirdim içimden. "Bunun bir anlamı yok."
Meydandaki bankları es geçip esas gitmek istediğim yere, gizli yerime ulaşmak için çalılıklara yöneldim. Boyumu aşan uzun otlarla karşı karşıya geldiğimde ellerimle onları aralayıp içeri girdim.
İşte benim gizli yerim. Tek bir bank. Etrafındaki çalılıkların ortasında kalan küçük kareye öylesine atılmış bu bank, çoğu geceler göz yaşlarıma şahit olmuştu. Burayı benden başka kimsenin bildiğini sanmıyordum, öyle aşırı gizli bir yer değildi ama, birileri biliyorsa bile gecenin ikisinde buraya gelmeyeceğine emindim.
"Sadece aptal bir tesadüf."
Elimle bankın tozlu olup olmadığını kontrol edip, temiz olduğunu anladığımda bankın sol tarafına oturdum. Tuhaf bir şekilde sigara kokuyordu ama bunu umursamayıp arkama yaslandım. Kollarımı göğsümde çaprazlayıp kafamı gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar vardı ve ben yıldızlardan çok bulutları severdim. Bulutları gerçekten severdim.
Ve işte yavaş yavaş amacıma ulaşmaya başlıyordum. Gözlerimi kapatıp temiz havayı daha çok içime çektim
Kendimi iyi hissetmiyordum. Bundan fazlasıyla sıkılmaya başlamıştım. 17 yıllık sıradanlık abidesi ömrümde, zihnimi her seferinde alt üst etmeyi başaran bu şey, ruhumu hasta ediyordu.
"Saat gece üçe geliyor."
Annem bu saatte dışarı çıktığımı bilseydi sağlam bir azar çekerdi eminim. Ya da yine aynı şeyleri tekrarlar dururdu. "Sorun yok tatlım, sana inanıyorum." Zaten bana inanan tek kişi annemdi. Ezbere bildiğim sıralı cümleleri duymaktan bıkmıştım. Kendimi bile kandıramaya gücüm yetmiyordu. On yedi yıldır, bebekliğim hariç tek bir damla göz yaşı dökememiştim. İşin aslı altı yaşıma kadar ağlayan insanların gözlerinden yaş geldiğini bile bilmiyordum. İlk kez anaokulunda bir çocuğun ağlarken gözlerinden sular aktığını gördüğümde öğretmenime telaşla koşuşum görülmeye değerdi.
Sessiz sessiz oturmaya devam ederken, sağ taraftan -sitenin merkezi- bir çıtırtı duymamla doğrulup çalılıkların arasından o yöne baktım. Hiçbir şey görünmüyordu. Bankın sağına kayıp kafamı iyice çalılığa sokup baktığımda birinin buraya doğu geldiğini gördüm. İlk iki saniyede annem veya babam diye korksam da, onlar olmadığı çok belliydi. Tek görebildiğim bir erkek siluetiydi ve tanrım! Resmen buraya doğru geliyordu. Nasıl olsa burada beni bulamaz diye düşünüp omuz silktikten sonra yeniden bankın sol tarafına oturdum.
Adım sesleri yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Öylece çalılığın yanından geçip gidecekti ve beni farketmeyecekti. Ben de işime kaldığım yerden devam edecektim. Sesler artık tamamen yaklaştığımda bir el çalılıkları araladığında panikler oturduğum bankta geriye yaslandım.
"Kimdi bu? Onu ilk kez görüyorum. Burayı biliyor. Yerimi biliyor."
"Hey." dedim bana kısa bir bakış atıp sağ tarafıma oturmasına şaşırarak. İzin almadan yanıma oturamazdı. "Kimsin sen?"
Ellerimi dizlerimin kenarlarına yerleştirip, lacivert kapişonlusunun el verdiği kadar yüzünü görmek için öne doğru eğildim.
"Onu nerden tanıyorum?"
Bana cevap vermeyeceğini anladığımda "Git buradan." dedim önüme dönerken. "Burası benim yerim." Sessizlik. "Sana diyorum, git burdan."
"Farkında mısın bilmem ama site sınırları içerisinde bir bankta oturuyorsun ve sana ait olduğunu iddia ediyorsun."
"Tanrım, onu tanıyorum. Onu nerden tanıyorum?"
"Kimsin sen? Seni... Seni tanıyorum."
"Hadi ordan." dedi sert bir dille. "Bir deliyle uğraşmayacağım."
Kalkmaya yeltendiğine kolundan tutmaya yeltenmiştim ki, bundan hoşlanmamış gibi hızla kolunu çekti.
"Lütfen." dedim yalvarırcasına. "Bana yüzünü göstermelisin."
Huzursuzca ofladıktan sonra görmesem bile baygın olduğundan emin olduğum bakışlarla, tek eliyle kapişonunu kafasından indirip direkt olarak gözlerime baktı.
Bu oydu.
Yüzümde hissettiğim ıslaklıkla sağ elimin parmaklarını sağ yanağımda gezdirdim. Sıcak sıvı yanağımdan dudağıma süzüldüğünde, bu tuzlu şeyin yağmur suyu olamayacağını anladım.
Hızla etrafıma bakındım. Nereye gitmişti? Onu bulmam gerekiyordu. Apar topar çalılığın içinden çıktım. Yoktu. Ne zamandır donup kalmıştım. Anneme anlatmalıydım. Anneme olanları anlatmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ KELEBEK (8 Bölüm Yayımda)
General Fiction◇Kıtap düzenlemeye alındıği için ilk 8 bölümü okuyabilirsiniz :) ◇ "Hayatını yönetmelerine izin verme Asya." dedi gözlerimin içine bakarak. "Rolünü kimseye kaptırma. Sen, kendi hayatının başrolüsün. Onlarsa aptal birer figüran. " "Başrol ha?" dedim...