Yaklaşık beş dakikadır aramızda tek bir diyalog dahi geçmezken, aklımda olan şey bizimkilerin beni beklememiş olmasıydı.
"Neden beni bekledin?" dedim sessizliği bozarak.
"Yalnız gelme diye."
"Gelebilirdim."
"Biz... Arkadaşız."Bundan pek emin değildim ama bunu ona söylemedim.
"Ailen gelmiş."
"Evet."
"Çok problem olmamıştır umarım."
"Olmadı." derken yalan söylüyordum.
"Gözlerin kızarmış, ağladın mı?"
"Ben ağlamam."
"Ama öyle görünüyor."
"Ağlamam dedim duymadın mı?" diye sesimi yükselterek bedenimi ona döndürdüm. "Hem sana ne oluyor? Ne diye burdasın? Arkadaşına saldırdım, kızsana bana!"
"Biz Nisa'yla arkadaş değiliz. Ama madem bu kadar istemiyorsun..." dedikten sonra geldiğimiz yöne doğru gerisin geri yürümeye başladı. Birkaç saniye arkasından bakarken gözlerimin yeniden yandığını hissettim."Hazar dur." dedim peşinden giderken. Beni dinlemeyip devam ettiğinde koşar adımlarla yetişip kolundan tutarak onu durdurdum. "Dur lütfen. Özür dilerim. "
"Gerek yok."
"Of özür dilerim işte. Bağırmak istemedim. Sinirlerim çok bozuk."Düz bir ifadeyle yüzüme baktıktan birkaç saniye sonra "Gidelim hadi." deyip tekrar doğru yolda ilermeye başladığında, farketmeyeceği kadar gülümsedim. Çevremde ondan başka kimse kalmamıştı.
"Teşekkür ederim bu arada. Beklediğin için."
"Hah, şimdi kibar olmaya başladın." diyerek dalga geçtiğinde gülerek omzuna vurdum hafifçe."Nisa'yla arkadaş değilseniz neden ilk tanıştığımız gün yanımıza geldi."
"Bilmem." deyip omuz silkti. "Yazın okula kayıt yaptırmak için geldiğimde karşılaştık. Basit bir tanışmaydı. Ama daha fazlasını umdu herhalde."Anladığımı belirtmek için kafamı sallayıp sessiz sessiz yürümeye devam ediyorduk ki, birkaç dakika içerisinde kara bulutlar tepemizde toplanmaya başlamıştı. Antalya'da bu çok mümkündü. Öğleye kadar hava çok sıcakken, ikindi vakti birden yağmur yağabilirdi. Sokakları inleten gök gürültüsü Hazar'ın adımlarını hızlandırmasına neden olurken ben gülümseyerek ve biraz da salak bir ifadeyle sağa sola bakıyordum.
"Hızlan istersen," dedi. "Yağmur geliyor."
"E ne güzel işte."Ellerimi ceplerime sokup olduğum yerde durduğumda Hazar da durup bana döndü.
"Ne yapıyorsun?"
Gözlerimi kapatıp henüz başlamasa da burnuma gelen toprak kokusunu içime çektim. "Kokuyu alıyor musun?"
"Ne kokusu?"
"Islak toprak kokusu."
"Yağmur başlamadı?"
"Hadii." diye mızmızlandım. "Gözlerini kapatıp kokuyu içine çek."Bir süre delirip delirmediğimi düşündükten sonra nihayetinde bıkkınlıkla dediğimi yaptı. O gözlerini kapattığında bu kez ben gözlerimi açtım. Düz ama sık kirpikleri göz altlarını gölgelerken, nefes almasıyla beraber göğsü kalkıp indi. Yüzü tertemizdi. Çoğu kızı kıskandıracak kadar temiz ve beyaz. Ellerinin aksine yanakları sıcak olmalıydı ve saçları da yumuşak. Dokunmamıştım ama biliyordum. Gözlerini geri açtığında bakışlarımı kaçırdım.
"Nasıl?"
"Evet." dedi. "Güzel kokuyor."
Gözlerimi kısıp "Çok ruhsuzsun." dedikten sonra kaldırımdan yürümeye devam ettim. Bir gök gürültüsünün daha duyulmasının ardından kulaklarımıza ulaşan bir sonraki ses yağmur damlalarının şıpırtılarıydı ve bedenim kahkaha atmaktan kendini alamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ KELEBEK (8 Bölüm Yayımda)
General Fiction◇Kıtap düzenlemeye alındıği için ilk 8 bölümü okuyabilirsiniz :) ◇ "Hayatını yönetmelerine izin verme Asya." dedi gözlerimin içine bakarak. "Rolünü kimseye kaptırma. Sen, kendi hayatının başrolüsün. Onlarsa aptal birer figüran. " "Başrol ha?" dedim...