ur heart, my pieces.

259 20 5
                                    

Bu bölüm Eren taraflı olacak. Biraz değişiklik olsun istedim. Ayrıca bu bölümden sonra eremika çifti daha sevgili olmadan önceki zamandan bir bölüm gelebilir haberiniz olsun. İyi okumalar<3

-eren-

"Dursun zaman, dokunduğunda" diye mırıldandım kafamdan ritim tutturduğum şarkıya. "Sana yakınlaştığımda," diye devam ettim. "Bana öyle, baktığında," diyerek mırıldanmaya devam ettiğinde aslında bu şarkının bize ne kadar uyumlu olduğunu farkettim. "Sessizce uyandığında, sana yine dokunduğumda," diye mırıldanmaya devam ettim sağ elimi yanağının üzerine koyup hafifçe okşarken. "Bir yağmur yağdığında, yanakların ıslandığında" gülümsedim ve güzel yüzünü seyretmeye devam ettim. Uyurken ne kadar da güzeldi.

Geldiğimde sıranın üstünde uyuyakalmış bir şekilde bulmuştum onu. Sınıfta kimse yoktu çünkü öğle arasıydı ve herkes yemek yemeye gitmiş olmalıydı. Ben de onunla yemek yemeye gitmek için gelmiştim. Bugün Armin gelmemişti bu yüzden tek başımaydım. Onu öyle uyurken gördüğümde yemek bekleyebilir, diye düşünmüştüm.  Sonra da kıyamamıştım uyandırmaya. Tanrı aşkına, öyle güzel, öyle melek gibi uyuyordu ki kim gelip bu güzelliğe kıyabilirdi? Ben kıyamadım. Bu yüzden oturup yüzünü seyre dalmaya karar vermiştim. Uyanması ne kadar zaman alırsa alsın, onu izleyecektim öylece.

Saçları omzunun bir iki parmak aşağısına düşecek kadar uzundu fakat şuan dağılmış olduğundan kısa gibi görünüyordu. Uzun perçemleri vardı hep yüzüne düşen, alnını kapatırlardı bu kahküller. Alnı hafif geniş sayılırdı. Biçimli ve çok da kalın olmayan kaşlarını o güzel gözleri süslüyordu. Kirpikleri uzun ve seyrekti. Çok zariflerdi. Şuan gözleri kapalıydı ama normalde siyah ve koyu kahverengi arası bir renkte gözleri vardı. Ama ben siyah derdim. E tabi hayatında gözlerine en çok bakan kişinin ben olduğumu hesaba katıp bunun doğru olduğunu kabul etmişti. Bazen bakardım kahvenin en eşsiz tonuydu gözleri, bazen de bakardım kapkaranlık sis gibi, kömür gibi bakardı. Kararsızdı gözleri, saçları da öyle. Koyu kahverengi olduğu belli oluyordu fakat saçı ıslanınca simsiyah oluyordu. Burnu küçüktü ama basık olduğu için hafif tombul bir burnu vardı ama yüzüne çok yakışıyor ve onu çok tatlı gösteriyordu. Dudakları kalın ve biçimli, yumuşacık, parlak, oldukça kırmızı ve canlıydı. Ne çok severdim, öpmelere doyamazdım o dudaklarını. Çenesi de hafif tombul ve yuvarlaktı. Yüzü yuvarlaktı, hafif tombuldu ve o bunu hiç sevmese de ben çok severdim, özellikle o şekerden yanaklarını. Sürekli sıkar veya makas alırdım, o da sinirlenirdi fakat sinirlenince daha da bu tatlı olduğundan ciddiye alamazdım.

Gülümseyerek yüzünün her bir noktasını ezberlemek istercesine incelerken şarkıma devam etmiştim sessizce.
"Aklıma takıldığında,
bir yağmur yağdığında,
yanakların ıslandığında.
Üzülme, bu sancılar
geçer onlar yalancılar
Onlar, onlar, yalancılar. Onlar, onlar..
Sussam olmaz, bağırsam duymazsın.
Hiçbir şey bulaşmaz sana.
Dursun zaman, dokunduğunda.
Bütün dünya oyunlarında.
Ölseydim, kömür saçlarında."  elimi koyduğum yanağını usul usul okşarken, ellerim bir anda saçlarına gitti. Yumuşacık saçlarını okşarken düşündüm, mezar olsaydı bana bu güzel saçları. Son nefesimi onun menekşe kokan saçlarında verseydim. "Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde. Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor." diye mırıldandım ona okumayı en çok sevdiğim şiir aklıma dolanırken.

Sonra usulca devam ettim şarkıma:
"Sen yoktun..
Ben ölüyordum.
Sen yoktun..
Ben, ölüyordum..."  durdum ve düşündüm tekrar. O yokken gerçekten ben ölüyordum. Annem ve babam öldüğü zaman hayatımın cidden biteceğini düşünmüştüm fakat bir şekilde devam edebilmiştim. Tam oluyor, yapabiliyorum derken yıllar geçtikçe hayatım daha da zorlaşmaya başlamıştı. Büyüdükçe gelen sorumluluklar, bir eve tek başıma bakıyor olmam, sürekli ninemle ilgileniyor olmam, peşimi bırakmayan akrabalarım, eski evimi özlüyor olmam, ailemizin kurtlar sofrası olması ve annemle babamı çok özlemem... Cidden her şey geçse de onların acısı geçmiyordu. Beni bırakıp gidişleri dün gibi aklımdaydı. Henüz çok küçükken bu gerçekle karşı karşıya kalmak zorundaydım ve bunun benim için ne kadar zor olduğunu anlatamazdım. Bu kadarı o küçücük bedenime ağır gelmişti. Sadece neden ben diye soruyordum. Küçücük ellerimi açıp, eğer yukarda bir yerde Tanrı varsa bana yardım eder diye umuyordum. Ama olmadı, ben bir Tanrı olduğuna hiç inanmadım çünkü böyle iğrenç bir düzen nasıl olabilirdi? Nasıl bu kadar küçük bir kuluna bu kadar yük verip onun hiçbir duasını kabul etmezdi? Tanrı olsaydı, benim çaresizliğimi görürdü. Dünya bu halde olmazdı. Hoş, eğer yukarlarda bir yerlerde Tanrı varsa bile ben ona hep küs kalacaktım.

flawless // eremikaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin