Hyunjin avucunu yakan bardağı parmaklarıyla sıkı sıkıya tutarken gözleriyle turunculaşmış gökyüzünü izliyordu. Normal zaman içerisinde kendini huzurlu bulduğu anlardan biriydi aslında. Gökyüzünü izlemek kafasını boşaltmasını, bi nevi ruhunu arındırmasını sağlıyordu.Ama şu an normal zaman çizelgesini geride bırakmıştı.
Elindeki bardağı masaya bırakıp gözlerini cama yansıması vuran Chan'a çevirdi. Dört gündür yanında kalıyordu ve dört gündür bir sonuç alamıyordu. Her şeye rağmen yanında kalanın kendisi olmuştu ama Chan, o sanki yanında yokmuş gibi davranıyordu. Birkaç kez kendi içinde verdiği savaşlar sonrası gitmek istedi. Chan'ın onu durdurmayacağını biliyordu. Belki de bu yüzden hâlâ yerinde sayıklıyordu.
Bir şey yapsın istiyordu.
Umutla yanında durmasına değecek herhangi bir şey yapsın ya da desin istiyordu.
Masanın üstünde ekranı aydınlanan telefonuna göz ucuyla baktı. Felix arkadaşının durumunu bildiğinden onun hakkında endişelendiğine dair mesajlar atıyordu. Çünkü Hyunjin aramalarına cevap vermiyordu.
Felix:
Fransa için bu akşam kayıtlar kapanıyor
Gitmek istemediğini söylemiştin ama yine de hatırlatıyorum lütfen kendine gel artıkDerin bir nefes alma ihtitacı duydu. Giderse kariyeri için çok büyük bir adım atacağı gerçekti. Ama istememesinin en büyük sebebi Chan'a olan bağımlılığıydı. Bir gün görmediğinde bile bütün hücrelerinin deli gibi onun sıcaklığını istediğini hissediyordu.
Yönünü odanın içine çevirip yatakta uzanan Chan'a çevirdi.
"Bir şeyler yemek istemiyor musun hâlâ?"
Birkaç adımda başına geldiğinde yanındaki boşluğa oturdu. Chan gözlerini odasının beyaz tavanından çekip Hyunjin'e baktı. Sessizlik içinde kafasını iki yana salladı.
"Böyle olmaz Chan..." Hyunjin mırıldanması ardından sevdiği adamın altına girdiği yorganı üstünden bir çırpıda çekti. Kalkmasını, kendine gelmesini istiyordu. Eskiden olduğu gibi o güçlü ve neşeli gözlerle bakmasını istiyordu. Kızarmış ve aralıkla ağladığı için nemli gözlerle değil.
"Hadi beraber bir şeyler hazırlayalım." Elini Chan'ın elinin üstüne koydu ama tutamadan Chan geri çekmişti. "İstemiyorum Hyunjin. Hiçbir bok yapmak istemiyorum anlamıyor musun?"
Hyunjin sinirle geri çekildi. Yaptıkları en başında yanlıştı belki de ama sonucun bu olmasına göz yumamıyordu. Onu bu kadar severken görülmemek en son istediği şey bile olamazdı.
"Ne istiyorsun açık açık söylesene," Ayağa kalkıp gözlerini Chan'a sabitledi. "Beni yanında istemiyor musun? Kaç gündür yanındayım sana destek olmaya çalışıyorum. Sikeyim bu kadar mı değersizim ne istiyorsun benden başka?"
Chan ayaklarını yataktan aşağı atıp Hyunjin'e döndü. "Ne saçmalıyo-"
"Saçmalıyorum öyle mi?" Hyunjin içindeki birikmişliğin artık taştığını hissediyordu.
"Saçmalayan tek kişi sensin ne kadar kabul etmesende." Ellerini kaldırıp odanın içini gösterdi. "Neden Minho'nun odasında uyuyorsun, yatağında yatıyorsun? Bu saçmalık değil ama benim dediklerim saçmalık mı?"
Sinirle parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Ardından masanın üstündeki telefonuna yöneldi ve hızla cebine attı.
"Yalnız kalmaman için gelmiştim ama hiç gerek yokmuş," Getirdiği birkaç eşyasını sırt çantasına attı çabucak.
Chan bu sırada hızla hareket eden gence doğru yürüyüp kolundan tutarak kendine çevirdi.
"Gidiyor musun?"
Hyunjin kolunu Chan'ın elinden kurtarıp omzuna çarparak yanından geçti. "Ne istediğini bilmeyen biriyle daha fazla uğraşmanın anlamı var mı?"
"Hyunjin öyle değil."
Evin merdivenlerine yöneldiğinde Chan'da peşinden ilerliyordu. Hyunjin duyduğu cümleye karşılık alaycı bir gülümsene takındı. İndiği basamakların ortasında durup döndüğünde arkasında ilerleyen bedenin de durmasını sağladı.
"Kes palavrayı Chan. Şimdi gerçekten yalnızsın işte. Ağlar mısın duvarları mı yumruklarsın zerre sikimde değil." İç sesi ne kadar bunun tersini söylese de es geçti.
Tekrar hızlı adımlarla basamakları inip kapıya vardığında Chan'ın "Herkes gibi sen de gidiyorsun." diyişini duymuştu.
Araladığı kapıdan çıkmadan önce tekrar arkasına bakmak zorunda hissetti. Belki de son kez görüyordu yüzünü.
"Beni herkes yerine koyan sensin."
Başka da bir şey demeden kapıyı çekip çıktı evden. Kaçıncı kez bu evden ayrılışıydı bilmiyordu fakat artık son olsun istiyordu. Kıymetini bilmeyen, kendisini değersiz hissetiren birisinin yanına bir daha dönmek istemiyordu.
Yorulmuştu.
Elindeki çantasını sıkıca tutarken dolan gözlerine içinden sövmeden edemedi. Döktüğü gözyaşlarının da bir anlamı yoktu artık.
Hızlı adımlarla evin biraz ilerisine park ettiği arabasının önüne gelip anahtarlarını çıkardı. Kilidi açıp sürücü koltuğuna yerleştikten sonra elindeki çantasını arkaya bıraktı. Hareketleri oldukça seriydi çünkü bir an önce gitmek istiyordu buradan.
Cebindeki telefonunu çıkarıp son arama listesinde arkadaşının ismine baktı ve bulduktan sonra hiç düşünmeden aradı.
Birkaç saniye sonra ise Felix'in kalın sesiyle "Alo?" deyişini duymuştu.
"Hyunjin? Orada mısın?"
Derin bir nefes alıp sol gözünden akan yaşı elinin tersiyle sildi. "Buradayım." dedi. "Sen nerdesin? Yanına gelmem lazım."
"Sesin çok kötü çıkıyor. İyi misin sen? Gelip almamı ister misin?"
Sanki arkadaşı onu görebilecekmiş gibi başını iki yana salladı. "Gerek yok. Konumunu at sadece."
"Tamam, atıyorum şimdi."
"Bu arada," deyip durdu ve derin bir nefes aldı. "Biletimi sen halleder misin? Fransa'ya seninle gelicem."
Felix kararsızca "Emin misin?" diye sorunca hiç bekletmeden "Evet," dedi. Eğer şimdi gitmezsem, bir daha gidemem diye de geçirdi içinden.
Hiç sanmıyordu ama belki yokluğunda kıymeti bilinirdi.
-
yo ben aglamiyom sen agliyosun
ŞİMDİ OKUDUĞUN
like you do | minbin
Fanfikce"Ne oldu aşık mı oldun? Gözlerini alamıyorsun üzerimden." Minho tek kaşını yukarı kaldırmış yarım bir sırıtışla kendisine bakarken sarhoşluğunun da etkisiyle biraz yavaş ve kısık sesle konuşmuştu. Changbin gözlerini kaçırmadan Minho gibi kısık sesle...