Umut

47 7 0
                                    

Turgut Uyar bir şiirinde şöyle diyordu:

"Aslında bir alıştırmadır umut
Öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
Hain ve olmayanadır çünkü
Umutsuzluğu taşır yanında
Oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
Önüne durulmaz mantığıyla doğanın
Yeşilden olma birim
Sudan gelme itmeyle"

İşte umut böyle bir şeydi. Ölüm denen tarih bir gün illaki gelecek ve soğuk kollarını dolayacaktı boynuma. Varlığım son bulacaktı. Geniş mutfağımın yerindeki beyaz fayanslara boş boş bakıyordum bunları düşünerek.
"İyi misin?" dedi bir ses. Doğru ya. Ali hala buradaydı. Nemli gözlerimi yüzüne diktim.
"Bulacağım..." diye fısıldadım. Ardından kapıya doğru fırladım. Sporlarımı ayağıma geçirmeye çalışırken Ali yanıma geldi. Bende o sırada ayakkabının kördüğüm olmuş bağcığını çözmeye çalışıyordum. Lanet şey bir kere de hemen açılsa şaşarım zaten.
"Hadi, hadi açıl..." olmuyordu. Sanki bana inat edercesine açılmıyordu. Sinirlerime hakim olamayıp çığlık atarak ayakkabıyı birkaç kere yere vurdum ve olağanca gücümle fırlattım. Olduğum yere çöktüm. Zaten akmak için fırsat kollayan gözyaşlarım sel oldu. Ali elini sırtıma koydu. Geri çekildim. Ne hakla bana dokunmuştu? Tamam kısa sürede yakınlaşmıştık bana destek olmuştu ama benim birine ihtiyacım yoktu ki. Ve en önemlisi de bu hallerimi görmemesi gerekiyordu. Hafızama hala daha tamamen sahip olmasamda Çiğdem'in dosyası için bunun hiç iyi karşılanmayacağını biliyordum. Akli dengemin yerinde olmadığını iddia edebilirdi. Evet, gitmeliydi. Aniden ayağa fırlayıp kolundan tuttum. Kapıyı açıp onu dışarı itmeye çalıştım. Tüm gücümü kullanmama rağmen onu kıpırdatamıyordum. Sonra kendi ayaklarıyla çıkmaya başladı.
"Hüma, iyi misin? N'apıyosun, Kendine gel!"dedi kesik kesik ben onu hala iteklerken.
" Hüma ne olduğunu anlatacak mısın?"demesiyle kapıyı yüzüne çarpmam bir oldu. Üstüne 3 kere de kapıyı kitledim. Sanırım... Biraz rahatlamıştım. Kafamı acilen toparlamam gerekliydi. Yapılacak işler vardı. Şu yaşlı Başkomiserin yanına gitmem gerekiyordu. Öteki odadan çalan telefonumu duydum. Alarm sesiydi. Bu sesten ölesiye nefret ettiğimden koşarak kapatmaya gittim. Alarmın üstünde:
"Akif buluşma 14.30" yazılıydı. Olamaz... Hemen aklımdan çıkmıştı. Saate baktım.
14.02
Evet. Yetişebilirim. Hızla gardırobuma yöneldim. Akif'le buluşacağım için çok da resmi giyinmeme gerek yoktu. Siyah kotumu ve mor çiçekli polyester gömleğimi seçip yatağa fırlattım. Alelacele üzerime geçirdim. Saçımı da topuz yapıp bikaç not defteri ve evrağı çantama koyduktan sonra kapıya yöneldim. Bağcığı açılmayan spor ayakkabımı boşverip ne kadar sevmesem de ilk gördüğüm krem topuklu ayakkabıyı giyerken bir elimle de kapıyı açmaya çalıştım. Tam çıkacakken Ali'yi gördüm. Merdivene oturmuş, kedi yavrusu gibi bana bakıyordu. Gitmemiş miydi? Tekrar saate baktım.
14.33
Eyvah, geç kaldım! Niye gitmemiş ki bu.
"Gitmedin mi sen?"
"Sakinleşmeni bekledim."
"Neden? "
"İyi gözükmüyordun. Bırakıp gitmek istemedim." dedi yavaşça oturduğu yerden kalkarken. Ali hakkında yanılmış olabilir miydim? Aslında iyi biri miydi? Hayır. Belkide bana iyi biri gibi gözüküp benden bilgi alacaktı. Ona güvenemezdim.
"İyiyim, git hadi. "
"Emin misin?" dedi. Sert sert baktım.
"Eminim çekil hadi önümden geç kalacağım."
"Nereye?"
"Akifle buluşacağım."
"Niye ki?"
"Avukata ihtiyacı varmış."
"Ne için?"
"Arkadaşları evcilik oynarken hep oyuncaklarını bozuyormuş."
"Ben ciddiyim Hüma."
"Deli misin be sen. Niye avukata ihtiyacı olur bir insanın? Ayrıca ben sana niye açıklama yapıyorum ya? Hadi çekil önümden." deyip onu iterek yanından geçmeye çalıştım ama kolumdan tuttu.
"Hüma, o adama güvenme..."
"Şimdi de müneccim mi oldun başımıza. Çekil! Geç kalacağım." dedim tükürürcesine. Sonunda çekildi. Çok mu ağır konuştum acaba? Kötü de birşey yapmamıştı aslında... Hayır! Belki de sadece bir ajandı. Belki benim de canıma kıymaya çalışacaklardı. Hayır! Müsaade etmeyeceğim.
" Hayır... "
Köşeyi dönüp kafeye doğru ilerledim. Bahçe kısmında gördüm Akif'i.
"Özür dilerim geç kaldım biraz."
"Önemli değil. Ne içersin?"
"Bir Türk kahvesi alırım." dedim çantamı açarken. Garsona değişik el kol hareketleri yaparak o kısmı halletti.

"Eveet, anlat bakalım neymiş derdin tasan."

"Bir polis var... Taktı kafayı bana. Yok yere iftira atmaya çalışıyor."

"Tam olayı bugün anlatacak mısın, buraya kamp kurayım mı?"

"Tamam, tamam. Sinirlenme."

"Ne diye iftira atıyormuş?"

"Güya ben bir kadını öldürmüşüm de... Seri katilmişim de... Kurbanlarımım alnına yıldız çiziyormuşum da... Bisürü böyle zırvalık işte."

"Öldürdün mü peki?"

"Ciddi misin? Şaka yapmıyorsun değil mi?"

"Evet hadi el salla kamera şurda. Ya sabır! Dürüstçe cevap ver. Bilmem gerekiyor."

"Hayır... Böyle bir şeyi nasıl düşünürsün? Beni hiç tanımamışsın."

"Akif... Ben şuan senin arkadaşın değil avukatınım ve sorularıma doğru bir şekilde cevap vermen gerekiyor. Anlatabildim mi?"

"Tamam. Sor ne soracaksın."

"Kim öldürülmüş?İsmini vesaire biliyor musun? "

"Bahar... Bahar Çakmakcı. " dedi bakışlarını eline düşürerek. Aslında bu bilgi benim için çokta yeni değildi. Daha önceden İsmet başkomser çıtlatmıştı. Fakat içim hafif de olsa burkulmuştu. Okulda Baharla çok münasebetimiz olmuyordu. Kendisi sınıfın hatta okulun popüler kızıydı. Haliyle de pek sevdiğim söylenemezdi. Bikaç kez neredeyse elimde kalacaktı. O zamanlar enerjimi atmak için dövüş eğitimi alıyordum ve Bahar canımı sıkınca üstünde denemekten hiç çekinmemiştim. Sınıfın zeki kızıydım ve hiç sevilmiyordum. Nehirden başka arkadaşım yoktu. Sınıftaki çoğu kişiyi güzelce elden geçirmemden ötürü de kimse yanıma yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Günlerim Nehirle geçiyordu. Sonra Bahar okula gelmeyi bıraktı. Sonradan duyduk Annesi ölmüş, babaları da evi terk etmiş. O da lösemi hastası olan kardeşine bakmak zorunda kalmış. Yaptıklarıma sonradan pişman olmadım diyemem ama haketmişti sonuçta. Benim yaptıklarımı haketse de hayatın getirdiklerini hakettiğini düşünmüyordum. Hiçkimse haketmiyordu.
Düşündüklerimi hemen üstümden atıp sorularıma devam ettim.
"Nasıl olmuş peki?" dedim yüzümü buruşturarak. Onunda bu karamsar havayı üstünden atması uzun sürmedi.

"Komşuları gelen kokulardan rahatsız olup kapıcıya söylemişler bakması için. İlk o görmüş. Günler geçmiş, ceset formunu kaybetmeye başlamış. Boğazı kesilmiş. Kan kaybından ölmüş dediler. Alnında da bir iz varmış öyle duydum. Sanırım yıldız gibi birşeydi." dedi soğukkanlılıkla.

"Neden senin yaptığını düşünüyorlar?"

"Bi bilsem... Telefonda en son benimle konuştu diye illa ben mi öldürdüm onu..." daha devam edecekti fakat bir şeyin aklıma gelmesiyle onu durdurmam bir oldu.

"Emniyete üstün kanlı gelmenin sebebinden başla bakalım anlatmaya."

"Sen hafızanı kaybetmemiş miydin? "

"Kaybetmiş olmamı mı dilerdin?"

"Hayır, hayır. Yanlış anladın."

"Doğrusunu anlat o zaman."

"Peki," derin bir nefes aldı. "anlatacağım."




FıtratHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin