Ölümün Soğukluğu

55 9 1
                                    

Doktor, çakma sarı hemşire ve Ali dışarı çıktılar. Ali 'yi yakınım sanmış olmalılardı. Neden burada konuşmuyorlardı ki? Sanki üç yaşındaydım. Tekrar sinirlerim bozulmuştu. Doktor "Amnezi" diye bir şey söylemişti. Daha doğrusu sayıklarken ben zorla duymuştum. Ne olduğu halkında hiçbir fikrim yoktu. Herhangi birşey de çağırıştırmıyordu. İnternetten baksam... İyi de telefonum nerede? Off bir sıkıntı daha... Neyse Küçük Ali geldiğinde sorarım. Derken önlerinde Ali 'yle birlikte içeri girdiler.'Ne çabuk.' Doktorun yüzünü okumaya çalıştım ama hiçbirşey çıkaramadım. Endişeli miydi? Sanki mutlu da gibi aslında.
"Evet, Hüma Hanım. Serumunuz bitince eve gidebilirsiniz. Sevgi Hanım gerekli işlemleri yapmıştır zaten." deyip durakladı. Ali'ye kaçamak bir bakış atıp çıkışa yöneldi. Nasıl ya? Kaçar gibi, buda neydi şimdi? Tam kapının eşiğindelerken isyan etmek aklıma geldi.
" Bi' dakika, bi dakika. Ne bu kaçar gibi? Belki ki bir şeyler oldu. Ne olduğunu söyl-"
Doktor söylediklerimi duyup bana dönecek gibi oldu. Daha sonra Küçük Ali ona kaş göz yapıp artlarından aceleyle kapıyı kapattı. Yok böyle olmayacaktı, şu çocuğa had bildirmek gerekliydi artık.
" Ne yaptığını sanıyorsun sen ya. Seni tanımıyorum bile başıma gelmiş burda dikiliyorsun sabahtan beri. Kabalık etmemek için bir şey demiyorum ama artık gerçekten çizgiyi aştın. Telefonum nerede? Arkadaşımı arayacağım. Tıkıldım kaldım burda. Ölmüştür meraktan."dedim. Cümlemin sonlarına doğru ses tonumun yüksek olduğunu farkedip biraz düşürmüştüm. Ali suratıma bakmaya devam etti.
" Kimi arayacaksın? "dedi ifadesiz bir sesle. Kimi arayabilirim ki? Tabikide Çiğdem'i arayacaktım. Başka kimsem var sanki. Delirmiştir merakından.
" Hala burda mısın sen? "derken çoktan ayağa kalkıp yatağın yanındaki çekmeceleri karıştırmaya başlamıştım bile.
" Çiğdem'i mi? " Evet! İşte orda, buldum seni telefon. Ne? Telefon elimde çekmeceye eğilmiş bir halde kalakaldım.
" Nereden biliyorsun? "dedim arkamı dönmeden. Sesim biraz titremişti. Afallamıştım. Çiğdem'i nereden biliyordu? Derin bir nefes aldı. Bende bu sırada yüz ifadesini merak ettiğim için arkamı döndüm.
" Otur. "dedi eliyle yatağı gösterirken. Soru işareti dolu gözlerimle baktım suratına. O da bana ciddi bir bakış atınca dediğini yaptım. Ben yatağın ucuna otururken oda tam karşımdaki koltuğa oturdu. Tekrar iç çekti. Ama artık dayanamıyordum. Vakit kaybediyordum. Çiğdem'i düşündükçe daha da sabırsızlanıyordum. Kendimi tutamadım.
"E hadi ne söyleyeceksen söyle. İşim var. Ayrıca evet Çiğdem'i arayacağım." dedim. Orada öyle durmuş ellerine bakıyordu.
"Senin birşey söyleyeceğin yok. Bana müsaade." diyip kalkacakken konuştu.
"Çiğdem öldü."
Nefesim daraldı. Karnıma bıçak saplanmış gibi hissettim. Karnımı tuttum. Düşmemek için yatağın başlığına tutundum. Başım döndü. Sonrada midem bulandı. Baştan beri beni içine almak için çabalayan kara deliğe dayanacak gücüm kalmamıştı. Boşluğumdan yararlanıp simsiyah örtüsünü üzerime bir mezar gibi örttü.

~~~~~~~~~~~~

Uyandığımda yerde yatıyordum. Neredeydim? Yattığım yerden doğrulup bu sorunun cevabını bulmaya çabaladım. Sanırım çiğdem'in evindeyim. Elimde bir ıslaklık hissettim. Gözlerim istemsizce oraya kaydı. Kırmızı bir şey elimi boyamıştı. Boya mıydı? Anlamak için elimi burnuma götürdüm. O demirimsi metalik kokuyu hemen tanıdım. Kandı. Kimin kanı? Vücudumu hızla kontrol ettim.Hayır, yaralı değildim. Ama aynı izden bluzumda da vardı. O kadar net değildi. Sanki sıçramış gibi. Ayağa kalktım. Çiğdem neredeydi? Odaları dolaşmaya başladım. Hiçbirinde yoktu. Banyoya bakmamıştım. Yavaş adımlarla oraya doğru ilerledim. Parkeler gıcırdıyordu. Aldırmadım. Banyonun kapısını ittim. Elimdeki kan oraya da bulaştı. Sonra onu gördüm... Bana gülümsüyordu. Derin bir iç çektim.
"Of Çiğdem ya... Böyle şaka mı olur. Ödüm koptu."
Bir şey söylemedi. Capcanlı ela gözleriyle gülümseyerek bana bakıyordu. Gözleri ifadesizdi. Donuktu. Fayansa oturmuştu. Etrafında da elimdekine benzer bir kırmızılık vardı. Boynunda da... Karnında da... Şakanın parçasıydı herhalde.
" Kalk hadi. " dedim ona doğru ilerlerken. Kalkmadı. Gülümseyerek bakmaya devam etti. Kaldırmak için kolundan tuttum. Buz gibiydi. Annemi hatırladım. Öldükten sonra gasilhanede yıkanmasına yardım ederken ona dokunduğumda da böyleydi teni. Soğuk... Sanki buzdan bir parçaymış gibi. Ölümün soğukluğu... Arkamda ayak sesleri duydum. Korkuyla ve yavaşça döndüm arkama. Karşımda henüz 7-8 yaşında gözüken küçük bir kız çocuğu vardı.
"Abla..." Dedi Çiğdem'e bakarak. Şimdi hatırladım. Çiğdem'in kardeşiydi bu. Gonca...
"Hüma abla, ablam niye beni duymuyor?"
Tekrar nefesim kesildi. Bana kendimi hatırlattı. Küçük Hüma'yı... Hiç sevgi görmemiş Hüma'yı... Cevap veremedim Gonca'ya. Tüm kelimelerim şu eski eşyaların arkasına çıkmamak üzere saklanmışlardı sanki.
"Hüma abla elindeki ne?" dedi bu sefer de. Gözüm tekrar elime kaydı. Bıçağa benzer bir şey vardı. Bir hançer... Üstü o koyu kırmızı şeyle kaplıydı hemde. Evin loş ışığında siyahımsı görünen sıvı her yerdeydi. Dikkat edince duvarlarda kanlı el izlerinin olduğunu gördüm. Bir arbede yaşanmış gibiydi. Konuşmaya çabaladım. Olmadı. Sesimi bulamıyordum. Belkide söyleyecek bir şeyim yoktu. Gonca tüm masumiyeti ve kocaman gözlerle bana bakıyordu. Cevap bekliyordu. Çiğdem'e çok benzediğini fark ettim.
"Hüma abla, ablam niye beni duymuyor?" Dedi tekrar.
"Çünkü uyuyor, canım." diyebildim.
Arkama döndüm. Hala yerde gülümseyerek bana bakıyordu. Fayansı izledim. Artık siyah gözüken sıvı banyonun giderine doğru yola çıkmıştı. Tekrar Gonca'ya döndüm.
"Peki ne zaman uyanır?" dedi. Bunun cevabını bende bilmiyordum. Sahi, Ne zaman uyanırdı?

FıtratHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin