5 | HAYATA MAHKUM

3K 122 63
                                    

"Çiçek oluyorsun adım adım. Zaman zaman savuruyor rüzgar seni. Döküyor birkaç yaprağını, boynunu büküyor, çaresiz kalıyorsun. İşte en kötüsü, bu diyorsun!

Ayağına takılan her taşı bir engel sanıyorsun. İrili ufaklı tecrübe hepsi bilmiyorsun.

Belki fırtına var şimdi. Havada puslu bir yalnızlık, ama güneş saklı yarınlar.

Bir meltem okşar birazdan yanaklarını hafiften, gülümsetir yüzünü bir dost, bir sevgili.

İşte bu yüzden, örtme perdelerini sıkı sıkı hayata. Bak, güneş vardır belki havada..."

Elinde ki eskimiş günlüğün sayfasına düştü gözyaşları Eylül'ün. Hatrında olmayan annesi, sanki yıllar sonrasını görmüş gibi yazmıştı bu alıntı sözleri.

İçini titreten soğuk, annesinin tıpkısı olan saçlarını savuran rüzgar bile kendine getiremiyordu onu.

Neredeydi? Kendini teskin edecek hiçbir söz bulamıyordu kendine.

Üzerinde kefeniyle kaçtığı bu ülke, neden ona tabutmuş gibi geliyordu?

Kafasını gökyüzüne kaldırdığında özgürlüğünü görmüyordu.

Üzerine yağan kar değil, topraktı sanki.

'Anne' diye haykırdı içinden. 'Anne, yanına gelmek istiyorum!'

Gelinliğinin açıkta bıraktığı kolunun tersiyle gözlerini silerek havalimanından ayrılmak üzere yürümeye başladı.

Adımlarını korkusunu kendine belli etmemeye gayret göstererek atmaya çalışıyordu.

Gelinliğinin açıkta bıraktığı gerdanı ve kollarına değen kar, vücudunu kor gibi yakıyordu.

Yanından geçen insanlar, saçları ve makyajı dağılmış; bembeyaz gelinliğine sürülmüş lekesine bakıp ağlayan bu kaçkın geline zombi görmüşçesine bakıyordu.

Dakikalar sonra gelen taksiciyi el ederek durdurdu. Gözlerinin yaşını sildi ve Norveççe selam vererek gülümsedi. Taksici, elinde ki küçük valizi bagaja koyduğunda arka koltuğa yerleşti.

"Hei fine dame. Hvor skal vi?" (Selam güzel bayan. Nereye gidiyoruz?)

Gelinliğinin eteklerini takıntılı bir hasta gibi titizlikle düzeltirken taksicinin sesiyle kafasını kaldırdı.

Adamın garip bakışlarına gülümseyerek "Vi skal til Oslo Sandnes." diye karşılık verdi. (Oslo, Sandnes'e gidiyoruz.)

Araba çalıştığında, kafasını cama yasladı ve gözlerini kapattı. Bir kez daha tekrar etti içinden. 'Yakalanmayacağım ve ölsem de Haznedar soyadını taşımayacağım.'

Mardin, Eylül'ün tabutu Norveç'e tezat yangın yeriydi. Hayır, yangın yeri olmasının sebebi güneş değil; Haznedar aşiretinin fokurdayan öfkeleriydi.

"Rezil olduk!," diye haykırdı Zerrin Haznedar. "Tüm Mardin'in diline düştük!"

Sinirden titreyen bedeni, konağın bahçesine yığıldı. Dizlerinin üzerine düştüğü an, kollarından tutup kaldırmaya çalışsalar da, haline rağmen güçlü bir sesle "Bırakın!," diye bağırdı. "Ben bitmişim, bırakın beni!"

Aldığı yaşına rağmen bakımlı elini yumruk yaparak betona vurdu. "Düğünümüzden gelinimiz kaçıyor, haberimiz yok!"

Titreyen çenesini durdurmak adına, alt dudağını dişledi. "Namusumuz, itibarımız iki paralık oldu!"

Töre Serisi 2 - MEFTUN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin