malikânenin koca bahçesini aşıp ormana girdikleri vakit kuş cıvıltıları hepsinin kulağını doldurdu.
ağaçlar yemyeşildi. düzlük alanlar buğday ile doluydu. özellikle onlara doğru ışıklarını emanet etmiş olan güneş, büyüleyici bir manzara sergiliyordu.
inupi, doğanın güzelliklerine bakarken kalçasında başlayan ağrıyı görmezden gelmek için uğraştı.
elbette, her ormanda olduğu gibi çukurlar, bataklıklar vardı. bu yüzden yürümek biraz daha zordu. yataktan yeni çıkmış, dört gün boyunca sadece tuvalet ile odası arasında gidip gelmiş biri için pek tercih edilen bir yer değildi.
yaklaşık beş adım önlerinde ilerleyen büyük gruba minik bir bakış atıp yanındaki dut ağacına yaslandı. nefes nefese kalmıştı.
daha sonra, yüzüne vuran güneşin önüne birisi geçti. siyah, örgülü saçları ile kokonoi'den başkası değildi bu. bataklık rengi gözleri şüpheyle kısılmış, bedeni inupi'ye doğru eğilmişti.
omzuna astığı bez çantanın içinden bir matara çıkardı. kapağını açıp gömleğinin kumaşıyla hafifçe sildi. soluklanmaya çalışan inupi'ye uzattı. "hızlı yürümeye gerek yok." garip bir şekilde yüzündeki küçük tebessümü saklama gereği duymadı.
o da bilmiyordu. altı üstü fakir bir köylüye su uzatıyordu. şefkatle gülümsemesi şart mıydı?
genç ressam da bunu fark etmişti elbet.
günler sonra ilk defa yüzünde geniş bir gülümseme oluştu. eskisi gibi kuru olmayan pembe dudakları gerildi, masmavi gözleri kısıldı. "teşekkür ederim!" dedi, gerçekten samimi bir sesle.
siyah saçlı olan afalladı, ne dese bilemedi. en sonunda matarayı inupi'nin eline tutuşturup geriye çekildi. sanki burnunu kaşıyormuş gibi yaparak yüzünü kapattı. ama genç ressam yine de yanaklarındaki kızarıklığı görebilmişti.
mitsuya onları çağırana kadar orada soluklanmaya devam ettiler. daha sonra yollarına devam ettiler. taşlara basarak geçmeleri gereken nehre geldikleri zaman herkes telaşlandı. kızlar eteklerini dizlerine kadar zar zor çektiler, baji ile draken dikkatlice eşyaları taşıdılar.
"inupi," dedi, akane yanlarına gelip kardeşinin koluna sarılırken. "dikkatli olmanı istiyorum." taşlara kaçamak bir bakış attı. "kokonoi'nin yanından ayrılma lütfen. elimde olsa sana yardım etmek isterdim." kız sonunda kardeşini taşımayacağı bilincine sahipmiş gibi gözüküyordu.
"sorun yok," yanlarına gelen koko, nezaketle kafasını eğdi. "siz de dikkat edin bayan inupi."
akane, onayı aldığı zaman kafasını salladı ve parmak ucunda yükselerek kardeşinin saçlarını karıştırdı. ardından nehrin karşısına geçmek için onu bekleyen emma'nın yanına gitti.
"bir gün daha ertelememiz gerektiğini onlara söylemiştim." onu ileriye doğru yönelten soylu, huysuz bir şekilde homurdandı. "senin için daha iyi olurdu."
inupi, dirseğinde hissettiği parmaklar ile ürperirken hafifçe öne eğilerek ilk taşa bastı. kokonoi de onu takip etti. yolun yarısına geldiklerinde sarı saçlı olan, yüzünü buruşturmaya başlamıştı. gerçekten acı veriyordu.
"sakin ol," dedi, kulağının dibindeki ses. "kendini bu kadar çok kasmana gerek yok."
ben buradayım.
genç ressamın bedeni anında gevşedi. ne gariptir ki, bunu bulundukları hâl yüzünden ikisi de düşünmedi.
birkaç adım sonra ayakları toprağa değdi. inupi, rahat bir nefes verirken yanındaki adam güçlü kollarını çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝘁𝗵𝗲 𝗿𝘂𝗹𝗶𝗻𝗴 𝗮𝗿𝘁𝗶𝘀𝘁 | 𝗸𝗼𝗸𝗼𝗻𝘂𝗶
Fanfictionsanatım, ruhunun sesidir. ama sen sağır ve kör olmayı seçen bir günahkârsın hajime kokonoi. bu yüzden kalbe saplanan her bir ok ile lanetlendin. tw// şiddet