"fallin' again, i need a pick-me-up."
inui seishu, daha geçen yaz durumu pek iyi olmayan ailesine yardım etmek için kasabadaki heykeltıraşın yanında çıraklık yapmaya başlamıştı. annesi ilk başta buna razı olmasa da izin vermek zorunda kalmıştı. çünkü çaresizlik öyle bir şeydi ki, üzerinizde olduğu her an burnunuzu sızlatır, yokluğunu asla hissettirmezdi.
bu duyguyu yıllarca tatmak zorunda kalan aile, uyandıkları her an genç oğlanın boş yatağını görmeye alışmıştı.
inui seishu, yine klasik iş gününün sabahında gözlerini açtı. görmeyi umduğu ilk şey odasına giren güneş olsa da bu tabii ki gerçekleşmedi. daha o kadar erkendi ki üç camı olan oda bile aydınlanmamıştı.
genç oğlan, şikayet etmedi. her sabah yaptığı gibi bunlara ailesi için katlandığını kendine hatırlattı ve yine gençliğinin bir gününü onlara feda etti. neden okula gidemediğini düşünmedi, çünkü biliyordu. kafası oraya giderse yataktan çıkamaz, her şeyin boşa gittiğini düşünürdü.
güneş yeşil dağların arasından yükselmeye başladığı vakit, kasabanın merkezinde olan dükkanın 'açık' tabelasını kapının önüne koymuştu. bunu yaparken diğer dükkan çalışanlarının gözleri üstündeydi.
ilgisizdi inupi, her gün ona selam veren insanları inatla görmezden gelir, tek bir bakış bile atmazdı. bu yüzden kasabadakiler onun büyük bir psikolojik rahatsızlığın içinde olduğunu düşünürlerdi. genç oğlan, hakkında söylenen şeyleri duyardı duymasına ama hep susardı. insanlar için değmediğini düşünür, yanlarından geçip giderdi.
yine aynısını yaparak kimseyle muhattap olmadı ve dükkanın içine girip merdivenin altında kalan minik odaya doğru ilerledi. ayni zamanda sesini yükseltmiş, ustasının onu duyması için ellerini yanaklarına dayamıştı. "rindou-san, tabelayı yerleştirdim efendim!"
üst kattan birkaç patırtı kütürtü ve gür çıkan yetişkin bir erkek sesi duyuldu. "inupi, bugün sadece özel biri için açık olacağız. tabelayı kaldırabilir misin?"
anında somurtan sarışın oğlan, yanlızca minik bir mırıldanma ile ustasını onaylayıp yarı dolu olan sokağa çıktı.
saatler geçti. güneş denizin biraz üzerinde durduğu vakit dükkanın tahta kapısı gıcırdadı, üstündeki zilin sesi bütün her yeri kapladı.
inupi, kafasını gömdüğü parşömenlerden kaldırdı ve bu kadar sesli şekilde girenlerin kim olduğunu anlamaya çalıştı.
sadece birkaç saniye sonra renginin ne olduğunu anlayamadığı koyu renk gözlerle karşılaştı. sarışın oğlan ister istemez afalladı, bir insanın göz rengi nasıl bu kadar tahmin edilemez olabilirdi? sadece bir gözdü, ruhun perdesi olsalar da onlara bakınca anlardı çoğu şeyi inupi. gözlemlerdi, anlamaya çalışırdı. fakat bu sefer karşı karşıya kaldığı şey bir hiçlikti.
siyah, kömür karası saçlarını örüp yüzünü açmış olan adamın arkasından iki kişi daha girdi. inupi'nin bakışları bu sefer onlara döndü. uzun sarı saçlı, kısa boylu bir çocuk ve başının kenarında değişik şekiller olan uzun boylu bir adam.
giyinişlerinden onların özel müşteriler olduğunu anladığı gibi anında sandalyeden kalktı. çok da gür olmayan sesiyle bir hoş geldiniz mırıldanırken ustasına geldiklerini bildirmişti.
birkaç dakika sonra ahşap masanın etrafında önlerinde parşömenler ile oturuyorlardı. inupi, nedensizce gergindi. elleri titriyordu, nefesi sıkıydı ve en kötüsü de ustasının bunu anlamış olmasına rağmen susmasıydı.
"bir heykel istiyorum, sadece üst bedenin olduğu." dedi siyah saçlı genç. bu keskin, ağır sese inupi hemen dikkat kesildi ve dinlediğini belirtmek için kafasını sallayıp titreyen elleri ile önündeki parşömene yazdı.
"koko, hazır gelmişken büyük bir heykel yaptırsaydın ya." uzun saçlı çocuk, masanın üzerindeki kurabiyeleri ağzına tıkarken homurdanmış, uzun boylu olan da dirseğini omzuna koyarak onu susturmuştu.
"kendi heykelim olacak. Bu yüzden resmimi çizmeniz gerekiyor." inupi dondu kaldı, gerçekten bunu yapması gerekiyor muydu? ustasına yardım dilenen bakışlarından atsa da karşılık alamadı. kabullenerek kafasını yana eğip eline bir parşömen aldı. "lütfen taburede dik oturun. ben ressam değilim, tam olarak istediğiniz sonucu elde edemezsiniz ama elimden geleni yapacağım."
siyah saçlı genç, hafif bir baş sallamayla yerinde doğruldu ve umursamaz bir tavırla "ne yaparsan yap." diye mırıldandı. inupi, göz devirmemek için kendini zor tuttu.
kalem, doğanın esir alındığı o kağıt parçasında gezindi. her bir çizgi, kalbe saplanan bir ok etkisini gördü. belki yüzlerce kez masmavi denizler ile koyu bataklık buluştu. birbirlerine dikkat kesildiler. resim bahanesinin ardına saklanıp yüzlerini akıllarına kazıdılar ve unutmayacaklarına emin oldukları zaman gözlerini kaçırdılar.
siyah saçlı genç, ne kadar bu konuda yeteneksiz olsa da inupi'yi çizmek istediğini hissetti. hafif kirli yüzünü, sol gözünde bulunan büyük yara izinin her detayını belirtmek için o an elinde olan her şeyi verebilirdi. baktığı zaman elinde olan tek şey parasıydı zaten.
kalem, masaya bırakıldı. masmavi gözler kendi ellerinin yarattığı çizimi inceledi ve pembe, kuru dudağının bir kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. elindeki parşömeni masanın ortasına bırakıp saçıyla oynamaya başladı.
yetenek öyle bir şeydi ki sizde olmayınca lanetli biri gibi olurdunuz. başka bir dünya varmış da siz oraya dahil değilmişsiniz gibi hissettirirdi. ama inupi seushi, o dünyaya dahildi. hatta ta kendisiydi. baştan aşağı sanat olan eğitimsiz bir çocuktu.
o odadaki herkes, resmi gördükleri an eğitim alsa nerelere gelebileceğini biliyorlardı. sarışın çocuk, bir fırça darbesi ile dünyaya hükmedebilirdi.
üzerindeki bakışlardan rahatsız olup kalkarken ustasına doğru kafasını sallayıp yerini ona verdiğini belirtti.
rindou, gururlu bir tebessüm ile sandalyeye oturacakken duyduğu şeyle bir anda durdu ve kaşlarını sakince havaya kaldırdı.
"hayır, durun." dedi, siyah saçlı genç kendisine garip garip bakan arkadaşlarının arasından. "heykeli senin yapmanı istiyorum."
havaya kalkan işaret parmağının hedefi inupi'ydi.
hm?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝘁𝗵𝗲 𝗿𝘂𝗹𝗶𝗻𝗴 𝗮𝗿𝘁𝗶𝘀𝘁 | 𝗸𝗼𝗸𝗼𝗻𝘂𝗶
Fanficsanatım, ruhunun sesidir. ama sen sağır ve kör olmayı seçen bir günahkârsın hajime kokonoi. bu yüzden kalbe saplanan her bir ok ile lanetlendin. tw// şiddet