Time Villian!Saniye

129 10 6
                                    

Benim bildiğiniz üzere Villian!Saniye diye bir AU'm var.

Bilmeyenler için söyle bir resmini paylaşayım:

Bilmeyenler için söyle bir resmini paylaşayım:

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Hatta Saniye için değil

Ultroll!Porçay

Gambit!Hugola

Hero!Kaanflix de var. Onların daha ne yaptığını nasıl güçleri olduğunu daha tam oturtamadım.

Oturtamadığım içinde hala bir kitabı yok.
Aslında bir bölümü kesin olrak tamamlandı. Bende kendi merakımdan çatlamaktan yorulduğum için burada paylaşacağım.

Benim için bu bölüm yorumlarınız çok önemli.

Hadi başlayalım!

_________

Dört duvar arasında içini yiyip bitiren düşünceleri susturan tek bir şey vardı. Cennet kadar güzel gülüşe sahip en yakın arkadaşı. Yanından ayrılmaya dahi korktuğu arkadaşı.
Onun düşüncelerini aydınlatıp, daha olumlu fikirler sağlıyordu. Daima böyle olacaktı. O zor duruma düşünce arkadaşı gelip kurtaracaktı.

Ama sonra o gitti.

Gözleri kapalıyken, onu hala göz kapaklarının arkasından görebiliyordu; parıldayan gülümseme, sevinçle gözlerini kısarak parlayan parlak gözler, eli onun omzundaydı. Uzak bir yerden gelen tanıdık bir melodinin uğultusunu, evin içinde dolaşan pizza ve kızartma kokusunu hâlâ duyabiliyordu.

Şimdi bile, ondan birkaç yüz yıl uzakta olsa bile varlığını hâlâ hissedebiliyordu, ancak sadece birkaç saniye.

Birkaç Saniye.

Oturduğu yerden etrafına bakındı çocuk. Görünüşe göre tekrar yalnızdı. Rüzgarın bir melodi gibi esip karanlı düşüncelerini azda olsa uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Gözlerinden akan damlalar çimenlere damlayarak ıslatıyordu.

Bu damlaların, karanlık düşüncelerin ve koşturmaların tek nedeni oydu. Öldüğü düşünülen ama Mert'in kaybolduğuna inandığı arkadaşı. Onun suçuydu bu.

Mert kendini çimenlerin üzerine bıraktı ve ondan kalan tek hatıra -bir kaç yıl önce 7 yaşındayken bulup boyadıkları- bandanayı burnuna götürdü.

Onu şimdiden özlüyordu.

Bu acı bir kaç saniyede keşmesini umsada olmuyordu. Her an aklının bir köşesinde patlıyordu anılar.
Çocuk yana yattı ve bacaklarını kendine doğru çekerek, arkadaşının geri dönmesi için umut etmeye başladı.

Hemen arkasından yalpalanarak düşen zavallı adamı görmedi. Hava çatladı ve yer kısa bir süre sarsıldı, çok geçmeden adamın yüzü çimenlik alana düştü. Çimenler ıslak ve soğuktu, burnuna yeni yağan yağmurun toprağın kokusu burnuna doluyordu.
Sıçramanın gücü yine onu etkilemişti, ama sırtındaki baskı, rüzgarın ve elektriğin onu duvara doğru itmesi, portaldan bile ürkemeyecek kadar eziciydi.

Hemen önündeki çocuk haricinde onun girişini görecek kimse yoktu. Ayağa kalktı, destek almak için elini yere bastırdı.

Kahverengi pantolonu hâlâ tozla kaplıydı - çabucak temizlemeye bile yeltenemiyordu- ama gömleği bol, beyaz bir gömlekti, gömleğin kol kısmı ve yaka kısmı kurumuş koyu kırmızı kanla kaplıydı ama zaman içinde giydiği gömleklere kıyasla oldukça temizdi ve dikkat çekiciydi.
Önündeki çocuğu korkutmayacağını umdu.

Ne diyeceğini nasıl karşılık vereceğini bilmeden çocuğa doğru adım attı. 13-14 yaşları arasındaki genç çocuğu korkutmamaya özen göstererek önüne geçti.

Çocuğun çikolata kahvesi gözleri direk onu buldu.

"Hey," adam selamladı.

Çocuk onu kısa bir süre tanımlarken kendisini kaldırıp geriye doğru kaymayı ihmal etmedi. 'Tehlikeli' ünvenını hak etmişti bile.

Adamın etrafa dağılmış bukleli kumral saçları, porselen kadar keskin çene hattı ve burun, gençliğinin verdiği çocuk yüzü ve burnundan elmacık kemiğine kadar uzanan bir savaş yarası. Bunlar bir insan olduğu havasını verirken sol gözünde bir göz bebeği olması yerine, sarı bir çark bulunması bu havayı yok ediyordu.

"Sen de kimsin?" Gri gömleğinin bazı yerleri kan ile kaplıyken bazı yerleride ıslak ve çamurdu. Pantalonundan bahsetmeye bile gerek yoktu, karşısındaki adam savaştan çıkmış gibi duruyordu.

"Zamanla öğreneceksin." Adam ciddileşmişti ve yerinde eğilerek karşısındaki çocuğa baktı. "Fazla zamanım yok. Sana bir şeyler söyleyeceğim ve bunu can kulağıyla dinlemen gerek." Adamın gözleri endişe ile bakan çocukta gezindi.
"Onun hakkında ki düşüncelerini kanıtlamak istiyor musun?"

O, sadece bir kişi olabilirdi.

"Evet." Çocuk keskin bir şekilde cevapladı. Yüzü karşısındaki adam gibi ciddiyetlikle gerildi.

"Biliyordum." Adam siyah bir deri ile kaplanmış kanlı eldivenini çıkardı. Karşısındaki çocuk adamın hareketlerini saniye saniyesine dikkatlice izledi. Her an bir hareketine karşı tetikte bir şekilde durdu.
Adam, daha temiz ellerini gömleğinin cebinden içeriye soktu ve içindeki saatle geri çıkardı.
Saati göz önüne durmadan önce çocuğun elindeki bandanaya gözü takıldı. "Onu kaybedeli uzun zaman oldu." Fısıldarken yüzünde hüzünle şekillenen bir gülümseme oluştu ama anında geri silindi.

Saat, güneşin ışığı ile altın çerçevesini parlatırken, içindeki akrep ve yelkovan ileriye doğru kısık bir ses çıkararak ilerliyordu. İçindeki roma rakamlarının aralarında başka bir yerinde saniye ve saliseyi belirleyen bir yer daha vardı. Ayrıyaten normal bir saatten ayıracak bir şekilde iki yer daha vardı. Çocuk bunlardan birini gün, ay ve zaman olarak düşünsede diğer parçayı anlayamadı.

"Bir arkadaşım bana "Sen kimsin ki, Bu sonsuz çoklu evrenin içinde?" demişti." Saatin altın zincirini sıkı sıkı tutarken çocuğa uzattı.

"Sen kimsin ki, bu sonsuz çoklu evrenin içinde?"
Adam, çocuğun elini tuttu, kendisine doğru çekti ve saati çocuğun eline bıraktı. "Onu bulabilirsin. Bu paradoksu bozabilirsin. Bu sefer olacak inanıyorum." Adamın sesi çatlak ve yalvarışlıydı. Çocuğun elini saate doğru katladı, sıkı sıkı tutmasını sağlamak amaçlı ellerini çocuğun parmaklarına dolayarak sıktı. Diğer eliylede bu sefer elini pantolonun cebine atarak başka bir şey çıkardı.

Bir cep defteri.

"Fazla zamanım yok sana anlatamam Mert. İçindeki öğrenme merakı ve arkadaşını bulma iç güdüsüyle bunu başarırsın." Adamın sözleri git gide daha da hızlandı ve her bir kelimeyi çabucak söyledi. Çocuğun ellerini tuttu ve ıslak çimenlerin üzerinden kaldırdı. "Şimdi bunları al ve ağaç eve doğru koş. Saati kullan ve 62.25.1459 rakamlarını tuşla. Orada birisiyle karşılaşacaksın. Ona güven." Adamın endişesi çocuğun iliklerine kadar ilerledi ve onuda telaşa soktu. Kalbi deli gibi çarparken adamın sözcüklerini sindirmeye çalıştı.
"Lütfen, lütfen. Bunu yap, ama aynı hataları yapma." Çocuktan ellerini çekti ve son bir kez gözlerini gezdirdi.
Ardından geriye doğru adım attı. "Şimdi koş!"

"Ne? Ne diyorsun!? Bunu nasıl yapacağım! Sana inanmıyorum bile, bir deli gibi davranıyorsun!?"

"Ben bir deli değilim inan bana! Ve bunu yapacağını biliyorum. Çünkü ben yaptım!" Adam adımlarını hızlandırdı. "Git hadi Mert!"

Ve çocuk adamın tökezleyerek ilerlemesini izlemeyi bırakarak ağaç evine doğru koştu. Ve tekrar bu sefer arkasında ölümüne de olsa da arkadaşına doğru koşan adamı görmedi.


Kitapsız Kalanların ListesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin