uyarı: bu bölümde yoongi'nin kendine zarar vermesini detaylı anlattım. tetikleyici olabilir, hasassanız lütfen okumayın.
ᰔᩚ
"hayır, hayır... ha...hayır... yapma... "
fısıldayarak parmaklarını artık nanesinden eser kalmamış saçlarına geçirdi sertçe. bir haftadır temiz kalmasının ardından şimdi banyoda, sıcak suyun altında bedenine işkence ediyordu. tek elinde paketinden yeni çıkardığı jileti tutuyordu. saçlarını çekerek sol tarafa yatırdı başını. saç tellerinin bir bir koptuğunu hissediyordu. kaynar suyun tahriş ettiği yüzünü birbiri ardına akan tuzlu damlalar yakıyordu bir de.
yere nasıl çöktüğünü, suyu ne zaman en sıcağa ayarladığını ve o jileti ne zaman eline aldığını hatırlamıyordu. tek bildiği bu keskin şeyin eline değmemesiydi ancak elini saçlarından uzaklaştırıp bileğini çıplak dizine yaslamıştı bile. soğuk bakışlarını kahverengi izlerin yer edindiği beyaz tene dikti. içten içe o kadar çok istiyordu ki... o kesikleri atmayı, o metal parçasını teninde kaydırmayı. beyaz tenine kırmızı fırça darbeleri atıp güzelleştirmeyi. kendinde sevdiği tek şey ten rengiydi ve kendine tek yakıştırdığı renkler kırmızı ve mordu. morluklar ve kesikler... yanlış olduğunu bildiği ama içindeki fırtınaları susturan, yangınlarına su döken şeyler. ağrılarını dindiren ağrı kesiciler, nefes almasını kolaylaştıran astım spreyleri. öyle iyi geliyordu ki ona yaparken, hep öyle olacak sanıyordu. hep öyle olsun istiyordu. hep kesebilsin kollarını, hep kanatabilsin.
yapmasına nelerin engel olduğunu unutarak gözlerini kapadı. gerçekleri kapatan o perdeyi çekti iyice. sakladı hepsini. yok saydı onları. o görmese var olamazlardı. öyle sanıyordu.
yok saydı en son salonda televizyon izleyen ve onu bekleyen sevgilisini. onu canından çok seven, onun için her şeyi göze alan sevgilisini. onsuz uyuyamadığı, işi varken saçlarını okşasın diye dizine yatıp rahatsız ettiği ancak yine de sesini çıkarmayan sevgilisini. o sadece biraz daha iyi olsun diye gecelerini gündüz yapan sevgilisini. yok saydı tek arkadaşını. onu kardeşi gibi gören, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan arkadaşını. 18'ine kadar edindiği ilk arkadaşını. olabilecek en gerçek arkadaşlığını.
yok saydı rüyalarına girip yaralarını öpen annesini. saçları okşansın da güvende hissetsin diye rüzgarı ona doğru üfleyen annesini. o yaşasın diye canını veren annesini.
yok saydı canım dediklerini. tıpkı o an büyük tehlikeye attığı canını yok saydığı gibi.
derin bir nefes aldı ve keskin metali hissettirdi bileğine, damarının tam üstüne.
hissettiği acıyla ne yaptığını fark ettiğinde gözlerini açıp suyla karışarak gidere dökülen kırmızılığa baktı. daha sonra koluna çevirdi soluk bakışlarını. savaştan kaçar gibi birbirini kovalayan kan damlalarını gördü.
o an bir başka jilet de kalbine saplandı.
içini kaplayan iğrenç korku onu hızla ayağa kaldırdı, yakıcılığını yeni fark ettiği suyu kapattı sanki dakikalardır altında kendini yakmıyormuşçasına ondan kaçarak. eli ayağına dolaşırken kendini duşakabinden dışarı attı. lavabonun yanında gözüne kestirdiği tuvalet kağıtlarından birini alıp büyük miktarda peçete kopardı. peçeteyi bileğine bastırırken dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. diz kapakları yere çarptığında inledi acıyla.
"o kadar derin değil... tanrım, lütfen... "
dişlerini sıkarken fısıldadı. elindeki kana bulanan peçeteyi bırakıp banyo kapısına geçirdi yumruklarını. birkaç saniye içinde kapı açılmaya zorlanmaya başlamıştı. kapı kilitli olmalıydı. biraz sonra kapının diğer tarafından gelen kapının arkasında durmamasını bağıran sesle kendini kapıdan uzağa sürükledi acı içinde. kapı ani şekilde açıldığında içeri girecek kişinin gözlerindeki bakışı görmemek adına başını diğer tarafa çevirdi. güçlü iki kol onu tuttu, kendine yaklaştırıp vücudunu sarstı. yanağını tutup yüzünü çevirdi kendine. ne yaptıysa bakışlarını çeviremedi ama. bir başka iki el çocuğun kesik bileğini tutup peçete bastırdı. yüzüne doğru damlayan gözyaşlarını hissedebiliyordu görmese de. gözlerini kapadı, başını sevgilisine doğru çevirip kolları arasına sakladı.
bileğine turnike uyguluyordu jeongguk. arada çocuğun solgun yüzüne dönüp bakıyor, nasıl olduğunu kontrol ediyordu. iyi gözükmüyordu elbette, nasıl iyi olabilirdi ki?
bir süre sonra kanı durdurmuş, bileğindeki büyük kesiğe bakıp kalmıştı. yoongi'nin ise gözleri kayıyor, nefesi kesiliyordu. hala bilinci yerinde olduğu için sevinmişti. demek ki o kadar çok kan kaybetmemişti.
yoongi çok çabalıyordu. o an hayatta kalmak için çok çabalamıştı.
sanki biraz önce gerçekten hayatını kaybetmeyi isteyen kendi değilmiş gibi.
ᰔᩚ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bahar gözlerindeki yağmurlar, yoonjin.
Fiksi Penggemar[beni kendinden kurtar by perdenin ardındakiler] yoongi'nin tüm bunlardan kurtulmak için haplara ve jiletlere ihtiyacı vardı. !trigger warning √