20

828 53 27
                                    

(bölüm sonunda yazar notunu okuyun lütfen, benim için önemli 🥺)

Seokjin ve Namjoon, Haru'nun sürüklemesi sayesinde olduğundan daha hızlı bir şekilde Seokjin'in evine geldiğinde, Haru babasının elini bırakmış ve kapıyı açmasını beklemişti. Seokjin dairenin kapısını açtığında Haru, Namjoon neye uğradığını anlayamadan onu sürükleyerek tamamı pembe ve beyaz ile dekore edilmiş odasına getirmişti bile. Her ne kadar babası arkasından Namjoon'u rahat bırakması için seslense de pek dinliyor gibi bir hali yoktu. Namjoon da şikayetçi sayılmazdı, Haru olmasa şu an burada olmayabilirdi de.

"Namjoon oppa buraya oturabilirsin." küçük kızın gösterdiği minik sandalye ve masa takımını görünce Namjoon önce kendisine baktı sonra sandalyeye baktı ve gülümsedi. "Ben yere otursam daha iyi olur bence." Haru kafasını iki yana sallayıp Namjoon'u elinden tutup sandalyeye oturttu. "Bir şey olmuyor ki, babam da oturuyor." Haru, kapının pervasıza yaslanıp ikiliyi izleyen Seokjin'e dönmüştü. "Öyle değil mi baba?" Seokjin gülümseyerek onaylamış ve odanın içine adımlayarak boş sandalyelerden birine oturmuştu. "Davetinize ben de katılabilir miyim küçük hanım?"

Haru heyecanla ellerini çırpmış ve küçük oyuncak mutfağına yönelerek misafirleri için atıştırmalık ve çay hazırlamaya koyulmuştu. O sırada Namjoon, küçük masanın diğer köşesinde oturan adama baktığında yıllardır hayalini kurduğu bu güzel tablonun içerisinde yer alacak kadar ne iyilik yaptığını düşünüyordu.

"Ne düşünüyorsun?" Seokjin, telaşlı telaşlı odanın içinde dolanan kızından gözlerini ayırıp Namjoon'a sorduğunda esmer olan istemsizce irkilmişti. "Efendim?" Seokjin gülümseyerek sorusunu yinelediğinde Namjoon usulca omuz silkti. Bunu söyleyemezdi. Ama belki farklı bir yolla ifade edebilirdi. "Çok şanslı olduğunu." Büyük olan anlamayarak baktığında Namjoon hala oyuncaklarıyla uğraşan küçük kıza çevirdi bakışlarını. "Çok şanslısın Seokjin. Yıllardır eksikliğini çektiğim ve hayalini kurduğum hayata sahipsin."

Namjoon iyi bir kariyere, kendi çapında yeterince üne ve paraya sahip olabilirdi ancak Amerika'daki yalnızlığı bütün bunların varlığını önemsizleştiriyordu. Dağılmayan bir salon, çalmayan bir kapı, ev ve iş arasındaki yol hariç başka rota bilmeyen bir araba giderek anlamsızlaşmaya başlamıştı onun için. Belki de en büyük etmen buydu buraya taşınmasındaki, Seokjin belki de bahanelerden yalnızca biriydi.

"Artık sen de bunun bir parçasısın." bakışlarını kaçırarak söylese de Namjoon anlamıştı. "Bu o kadar kolay bir şey mi sence?"

Seokjin Namjoon'un dert ettiği pürüzlere anlam veremiyordu. O daha çok yaşamadan hiçbir şeyi tam olarak bilemeyeceklerini savunuyordu. Hayat felsefesi buydu. Uzun uzadıya planlar yaparak net bir hayat tasarısı yapmak ona göre değildi. Bir tek kızı için bu kadar hassas davranıyordu ancak Namjoon ile olan ilişkisinde hala zor bir taraf göremiyordu. "Zor olan ne Namjoon? Bizim bu kadar gecikmemizin sebebinin senin biraz fazla düşünüyor olman olduğunun farkındasın değil mi?" Şakayla karışık söylese de söylediklerinin hepsi doğruydu.

"Fevri hareket edip pişman olmanı istemiyorum, senin bir kızın var. Onu düşünmelisin." Seokjin göz devirdi. "Namjoon ben altı senedir babayım ve emin ol senden daha tecrübeliyim. Kafana takılan şeyleri direkt sor, Haru'yu bahane etme." O sırada elinde porselen fincan takımıyla masaya yaklaşan küçük kız ile sohbetlerine ara vermek zorunda kalmışlardı. "Evet, çaylar geldi. Bu size," önce Namjoon'un önüne, "bu da sizin için." sonra da Seokjin'in önüne fincanları bırakmış ve içinde hiçbir şey olmayan küçük tabakları da iki adamın önüne koymuştu. "Afiyet olsun, bu pasta için çok uğraştım umarım seversiniz." kendisi de gülümseyerek boş sandalyelerden birine oturduğunda Namjoon gülümseyerek izliyordu küçük kızı. "Ellerine sağlık, eminim çok güzel olmuştur." olmayan pastadan yemiş, olmayan çaydan içmiş ve bol bol sohbet etmişlerdi.

kiss me now | yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin