Kızılay Meydanı

146 16 5
                                    

   Bu bölümdeki bazı olaylar gerçeteki bir olayı anımsatıyor olabilir ancak gerçek değil bu bir kurgudur. Sadece olaydan biraz esinlendim yazarken o kadar. Keyifli okumalar...
  
    - Defne...Ne olur affet beni.
    - Bırak Duygu!
Kolumu çekip kurtuldum elinden. Sonra çıktım dışarı .
   Az ileride siyah bir araç vardı. Anladığım kadarıyla ekip ne olur ne olmaz diye beni takip etmişti. Arabaya doğru yürüdüm. Arabanın içi görünmüyordu sadece şoför azıcık görünüyordu. Tabi bu kim dersiniz; Ömer. Kim olabilir ki zaten. Arabaya bindim ama yanında kimse yoktu.
- Neden buradasın Ömer?
- Bir kontrol edeyim dedim. Hata mı yapmışım?
- Senin kontrolüne gerek yok. Ben nerde nasıl davranmam gerektiğini çok iyi bildiğimi düşünüyorum.
- Peki, hadi diyelim ki öyle. O zaman içerde ne oldu?
Bu Ömer beni sinir etmeyi nasıl başarıyordu her defasında.
- Bu seni niye ilgilendiriyor ya! Yani bir bıraksan mı acaba peşimde gezmeyi? Ben çocuk değilim de hani. Nerede nasıl davranacağımı biliyorum.
- Tamam. Ya merak ettim ne oldu içerde? Ne dedin de sana yalvarır gibi oldu bu kız?
- Çok merak iyi değildir Ömer.
- Uzatma işte, söyle.
- Eskileri hatırlattım biraz.
Bu arada karargaha doğru gidiyorduk. Derken Ömer'in telefonu çaldı;
- Evet Tuğrul.
- Anlaşıldı , hemen intikal ediyoruz Defne ile.
Telefonu kapattı. Bu arada sert bir U dönüşü yaptı. İyi ki kemerlerimiz takılıydı.
- Ya yavaş! İnsan bir haber verir.
- Kusura bakmayın hanımefendi, rahatınızı bozduk.
Arabayı çok hızlı sürüyordu. Protokol yolundaydık ve tabi ki her yerde araba vardı. Arabaları sollayarak, çok hızlı bir şekilde gidiyorduk. Meraklandım, acaba nedendi bu acelemiz?
- Bir sorun mu var Ömer? Tuğrul ne dedi?
- Fazla merak iyi değildir.
Bunu söylerken hafif güldü. Bende biran sinirle gülümsedim, sonra ciddileşip;
- Dalga geçme Ömer! Görev söz konusu.
- Tamam tamam, sakin ol şampiyon.
- La havle...
- Tuğrul, örgütün Kızılay meydanında bir saldırı hazırlığında olduğu istihbaratına ulaşmış.
- Nasıl ya? Kızılay meydanı mı?
- Evet.
Derken Kızılay meydanına gelmiştik. İşimiz gereği her şeye hazırlıklı olmak zorundaydık. Yanımızda her zaman ekipmanlarımız olurdu. Arabadan inmeden, hemen arkada bulunan ekipmanlarımızı aldık. İkimize de birer tabanca ve telsiz. Ekipmanlarımız bunlardı. Yanımızda daha fazla ekipman taşıyamazdık zira. O küçücük telsizi taktık kulağımıza.
- Karargâh, sesimiz geliyor mu?
Tuğrul ses vermekte gecikmedi;
- Merak etmeyin sesiniz gayet net geliyor.
- Tuğrul, muhtemel saldırı nerede olacak?
- Ben...bilmiyorum.
Sesi tedirgin geliyordu. Sakinleştirmeye çalıştım;
- Tuğrul öncelikle sakin ol. Şimdi siz Hamid ile araştırmaya devam edin. Biriniz kameraları dikkatlice takip etsin. Ekip nerede? Onlara da haber verdiniz mi?
- Tamam. Merak etme ekibin hepsi orada, yakınlarında bir yerdeler. Onlarda ayrılıp her yeri araştıracaklar.
- Telsizleri yok mu?
- Var.
- Merak etme dinlemedeyiz.
- Anlaşıldı, Eylül. Tuğrul herhangi birşey, bir bilgi yok mu elimizde?
- Araştırıyorum.
Sesi hâlâ tedirgin geliyordu. Aslında gayet normaldi onun için bu tedirginlik. Zira o bizim gibi bir eğitim almamıştı. Sıradan bir hackerdi teşkilata yardım eden. O nedenle eğitim almadan sadece siber açıdan yardım için buradaydı.
- Ömer biz ikimiz de ayrılalım. Birşey bulur veya görürsek haber veririz birbirimize. Ben Güvenpark'a doğru gideyim. Sende farklı bir yoldan araştır etrafı.
- Peki, Güvenpark'ta buluşuruz tekrar. Dikkatli ol.
- Tamam, sen de dikkat et.
Ömer ile yollarımızı ayırmıştık. Yolda hızlı adımlarla yürüyor ve etrafa dikkatlice bakıyordum. Dikkatimi çeken herhangi bir ipucu yoktu.
Saat 18:40 ve ben Güvenpark'ın oradayım. Otobüs durağı yakınlarında. Günlerden pazar olmasına rağmen çok kalabalıktı. Düşündüm de bu kadar kalabalıkta, yapacakları saldırı muhtemelen bir ay önce de yaptıkları gibi bombalı olacaktır.
- Hamid
- Evet, dinliyorum.
- Potansiyel hedef ne olabilir sence?
- Bilemiyorum. Yani muhtemel hedef...siviller olmalı.
- Sadece siviller mi? İyi de bu çok saçma.
Bir an duraksadı ve sonra;
- Bir dakika. Tuğrul! Şu kamera görüntüsünü yakınlaştırır mısın?
- Tabii. Birşey mi gördün?
- Beyaz renkli BMW.
- Ne olmuş Hamid? Ne?
- Çevik kuvvetlere doğru yaklaşıyor. Bariyerlere çok yaklaştı. Tuğrul daha önce bir çalıntı araçtan bahsetmiştin öyle değil mi?
- Evet, evet de ne oldu? Anlamadım.
- Bu araçta bir gariplik var.
Belli ki saldırı bu araçla olacaktı. Çünkü çalıntı olması ve çevik kuvvetin oradaki bariyerlere bu kadar yaklaşması, ancak bir saldırı nedeniyle olabilir. Üstelik böyle bir istihbarattan sonra, bu araç çok şüpheli gibi geldi bana.
- Bu araçta bomba olabilir! Defne oraya en yakın sen varsın birşeyler yapmak zorundasın.
Ne yapacağımı bilmiyordum ve donup kalmıştım. Araç çevik kuvvete doğru gitmekten vazgeçmiş ve bir halk otobüsüne yaklaşmaktaydı. Belki bir şekilde engel olurum diye oraya doğru koşmaya başladım. Ne yapacağımı bilmesem de...
Birden bir patlama sesi ile irkildim. Araç infilak etmişti. Yere kapaklanmıştım. Kafamı kaldırıp etrafa baktım; her yer alev içindeydi, bağrışma sesleri geliyordu dört bir yandan...yakında bir yerden bir kadının bağırdığını duydum. Hemen ayağa kalkıp sesin geldiği yöne gitmeye çalıştım. Kulağım hâlâ çınlamaktaydı ve ayağımda bir sızı vardı. Bir şarapnel parçasıydı sanırım, bilemiyorum. Kadının sesi kesilmişti. Ekibe ulaşmak için telsizi kontrol ettim ancak kulağımda değildi. Koşarken veya patlama olunca düşürmüş olabilirdim.
Durumu iyi olan birkaç kişi yaralılara yardım ediyordu. Ambulansı da aramış olmalılar. Bir ambulansın siren sesi geliyordu çünkü. Derken bir araba yığını gözüme ilişti. İki metal parçanın arasında bir kol görmüştüm sanki. Hızlı olmaya çalıştım. Yığının yanına geldim ve yardıma ihtiyacım vardı.
- Durumu iyi olan birkaç kişi bana yardım edebilir mi? Lütfen!
Diye bağırınca yanıma iki kişi geldi.
- Nerenden yaralısın? Hemen pansuman yapalım.
- Yok hayır yanlış anladınız. Benim için değil onun için yardım istedim.
Bir yanı yanmakta olan aracı göstererek demiştim bunu. Adamların gözünün içindeki korkuyu gördüm. Çok kötüydü buradaki durumlar, yüreği dayanmazdı hiçbir insanın. Kendimi toparladım ve;
- Hadi yardım edin! Yardım edin de kurtaralım onu.
- ...
- Hadi!
Onlardan önce harekete geçtim. Zaten yardıma niyetleri yoktu. Öylece durup bana şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Ben ise ters dönmüş ve motor kısmı yanmakta olan aracın arka kapısını açmak için çabaladım bir müddet. Sonra biri daha geldi yanıma. Kalıplı birisi. Bakınca anladım ki gelen Oğuz'muş. Birlikte kapıyı açmayı başarmıştık. Hemen içerideki kadını çıkarttık ve arabadan uzaklaştırdık. Biz uzaklaşırken arabadan bir patlama sesi yükseldi. Araba cayır cayır yanıyordu.
Kadını çıkartmıştık çıkartmasına ama nefes almıyordu. Üstelik çok ağır bir darbe almıştı belli ki. Kafası ve karnı kanlar içindeydi. Kalp masajı yaptım ama nafile.
- Defne! Bacım kendine gel. Kadın öldü. Hiçbir şey fayda etmez artık.
- ...
Çok kötü hissediyordum. Yer kan içinde kalmıştı. Ellerim titremeye başlamıştı. Yaklaşık altı ay önce Irak'ta bir operasyonda iken büyük bir patlama olmuştu. Yine her yer alevler ve kan içinde kalmıştı. Orada can yoldaşlarım, ekip arkadaşlarım Bordo bereli Eda nur Kurt ve Bordo bereli Nimet Akgün'ü kaybetmiştim. Eda'yı aynı bu şekilde kurtarmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştım. Orada şehit düşmüştü ve benim ise oradan bir an önce ayrılıp vatan toprağına geri dönmem gerekiyordu. Nimet'i ise hiç görememiştim. Patlamaya en yakın noktada o vardı ve ona ne olduğunu halen bilmiyorum. O gün onları orada bırakmak zorunda kalmıştım. Eğer onları bırakıp çıkmasa idim esir düşerdim ve ne yazık ki emir orayı terk etmem yönündeydi. Mecbur kalmıştım işte. Eda'nın o kanlar içindeki bedenini unutamadım. Halen hatırlarım o görüntüyü. Onun o kanlar içindeki bedenini alamamanın acısı hâlâ içimde bir kor gibidir. Nimet'in ise kurtulma ihtimali neredeyse imkansızdı. Bu nedenle onun şehit olduğu kanaatindeydim. O patlama aklımdan hiç çıkmıyordu.
- Defne, sen iyi misin bacım?
Kendimi toparlayıp konuştum koca adamla;
- Nasıl iyi olayım koca adam? Bunca insan. Görmüyor musun; her yer yanıyor, her yerden feryatlar yükseliyor. Bu halde ben nasıl iyi olayım?
- Anlıyorum, ancak ben onu kastetmedim. Yaran falan var mı?
- Ayağımda bir sızı var o kadar. Diğerlerinin durumu nedir? Herkes iyi mi?
- Herkes iyi. Sanırım sadece senin yaran var.
- Yara deme şuna ya ufacık bir şey. Birşey yapmaz bana.
Koca adam, kendisi de inatçı olduğundan mıdır bilmem bana;
- Sen öyle diyorsan birşey olmaz. Ama şarapneli çıkartıp müdahale etmek gerkir yine de yarana.
- Sen ciddi misin ya. Eylül ve Derya'nın bahsettiğine göre sen böyle bir durumda baya sert tepki veriyormuşsun hastaneye gitmemek için. Şimdi bana böyle demen ilginç oldu doğrusu.
  Bu sözlerime karşı biraz daha ciddileşip;
- İyi de ben sana hastaneye git bir hafta yat demedim ki. Üstelik senle ben bir miyiz?
  Bu sefer bende ciddileştim.
- Niye, ne fark varmış aramızda ki?
- Yani bu tarz yaralanmalara karşı benim vücudum alışkındır. Biraz dinlenirim geçer gider. Ama sen...
  Sözünü kestim koca adamın;
- Nerden biliyorsun benim alışkın olmadığımı.
  Bu tartışma belki de daha fazla uzayacaktı ama gelenler vardı. Sustuk ve gelenlere odaklandık. Bunlar bizim ekipti.
  
Bu bölümdeki saldırıyı merak edenler ve gerçekte neler olduğunu öğrenmek isteyenler olursa diye ufak bir açıklama:
   Olay; Mart 2016 Ankara Saldırısı olarak anılmakta.

  Bu bölüm heyecan uyandırmış mıdır bilmiyorum ama İnşallah beğenmişsinizdir.
  Bu arada beni takip ederseniz yeni bölümlerden hemen haberdar olabilirsiniz.
  Oy(☆) ve yorumlarınızı bekliyor olacağım sevgili dostlar. Kendinize iyi bakın. Allah'a emanet olun.❤

İntikamın Alevi - GÖKBÖRÜ- (Ara Verildi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin