***Silahımdan çıkan mermi ile Duygu’yu tutan kadın anlından vurulmuş, yere yığılmıştı. Bu esnada arkamdan gelen bir ses ve vücudumda hissettiğim yanma hissiyatı. Bir ayağım yıkılan bir ağaç gibi çökerken, gözlerim Duygu’da, ne hissettiğindeydi. Duygu da bana bakıyordu ancak ne hissettiğini anlayamıyordum. Ne hüzün vardı gözlerinde, ne de bir acıma. Yere düşmemek için yanda duran masaya elimi attım ancak tutamadım. Sanki gücüm kalmamıştı artık. Gözüm kararmıştı ve ağzımda kan tadı vardı. Boğazımda bir yumru hissedip öksürmeye çalıştım. Ne kadar öksürsem de gitmiyordu o yumru. Canım yanıyordu.
Biran gözüme Musab abi ilişti; o son anında dahi gülümseyen hali ile. Sonra Nimet, Eda, Hakan ve daha niceleri...Gördüğüm, atılan bombanın müthiş korkunç şiddeti geldi aklıma. Sonra Kızılay meydanında olanlar... neden olduğunu bilmesem de Ömer geldi, Derya, Eylül, Oğuz, Tuğrul, Hamid, Furkan abi geldi. Tek tek hepsiyle olan kısa ama öz anılarım geldi...
Sonra bir sesleniş; kafamı kaldırıp baktım bana seslenen o hayran olduğum sese. Annem ve babamı gördüm karşımda. Bana güçlü olmamı söyleyip, yaklaşıp beni kollarımdan tuttular kalk dercesine. Sonra anladım ki halüsinasyon görmüşüm ve onlar gerçek değilmiş. Arkamdan gelip beni tutanlar bu siyahlı giyenen adamlarmış. Kulağımın dibinde bağrıştılar;
- Niye vurdun kadını aptal herif! Bize lazım bu kadın.
- Ne yapsaydım patron, bıraksaydım da vursa mıydı birkaç kişi daha?
- Peki ne halt yiyecez biz şimdi, ne yapcaz oğum bu kadını?
- Ben bilmem, ben sana dedim bulaşmayalım bu işe diye. Patron sensin sen düşün orasını.
- Lan ben senin... kadının kolunu bırak da git şu kadını tut uzaklaşmadan. Yakalayamazsan da gözüme görünme.
Sonra adamın kısık sesle söylediği sözle anladım ki hoşlanmıyor bu iş ve bu adamdan;
- Seni görmeye çok meraklıydık bizde zaten, aptal herif hayatını kurtardık hâlâ konuşuyor...
- Hadisene lan! Ne duruyon hâlâ?
Adam birşey demeden çekip gittiğinde kendimi daha fazla tutamadım ve gözlerimi yumdum.
Gözümü açtım ve en son ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. Canımın yanmasıyla hatırladım olanları. Müdahale edildi mi bilmiyorum yarama. Yaranın tam olarak nerede olduğunu da bilemiyorum zira vücudumun heryeri yanıyor. Duygu’nun peşinden giden adam karşımdaki sandalyeye oturdu ve benimle konuşmaya başladı;
- Sonunda uyandın be kadın! Rahat mısın böyle?
- Dalga mı geçiyorsun sen ya, nasıl rahat edebilirim elim kolum bağlıyken?
- Ah doğru, çözmemi ister misin? Ama bir şartla, kim olduğunu söyleyeceksin.
- Sanki bilmiyorsunuz...
Sonra iyice yaklaşıp kulağıma sessizce;
- Bak seninle anlaşalım, ben bu işin içinde olmak istemiyorum. Burdan birlikte plan kurup çıkabiliriz istersen.
- Böyle birşeyi neden yapasın ki, ve ben sana nasıl güveneceğim?
- Haklısın ama başka çaren var mı şuan?
Neden bilmiyorum ama bu adam bana güven veriyordu. Onun gerçekten patron dediği adamdan nefret ettiğini duymuştum ne de olsa.
- Hızlı karar versen iyi olur. Kendim bir şekilde kurtulurum ama kendi milletimden, bir Türk’ü burada bırakmak istemiyorum. Anlıyorsun değil mi?
Biraz düşündüm ve karar verdim. Ne olursa olsun elimdeki imkanı kullanacaktım.
- İyi, ne yapacağız?
Hızlıca cevap verdi.
- Ben bir şekilde adamları başka yere yönlendireceğim. Sen de buradan ipleri çözüp çıkacaksın. Adamları öldürüp öldürmemek sana kalmış. Canlı ol da nasıl çıkıyorsan çık. Ha birde unutmadan dışarıda üstü örtülü bir araç var, eğer beni göremezsen ona binebilirsin.
- Sen ne yapacaksın ki?
Derin bir iç çekip, yine hızlıca konuşmaya başladı. Ama gözleri dolmuştu bu sefer konuşurken.
- Burada sadece sen yoksun. Yardıma ihtiyacı olan kadınlar, yaşlılar ve en kötüsü çocuklar var. Senin gibi bir Türk’ü bulmuşken yardım istemeden edemezdim. Ama senin kurtulman daha mühim çünkü vatana dair sırlar var sende. Sen kurtulmak zorundasın. O yüzden ben gelemezsem arabaya bin ve git!
- Birlikte kurtaralım onları.
- Sen dediğimi yap yeter benim için.
İnatçı biriydi aynı zamanda vicdanlı. İnsanları kurtarmak için kendini tehlikeye atıyordu. Lakin ben ne dersem deyim ikna olmuyordu. En sonunda kabul ettiğimi söyledim. Ancak buna izin vermeyecektim. O çıkamazsa diğerlerini de çıkartamazdı. Bu yüzden yardım etmem gerekiyordu.
Tam çıkacakken aklıma gelen soru Duygu’ya ne olduğuydu. Hemen sordum. Ancak cevap vermeden çıktı gitti. Garip biriydi. Çıkarken dediği tek şey ise kurtulursak detaylıca konuşuruz olmuştu. Bu ne demekti ki, acaba bir oyuna mı sürüklüyordu beni? Öğrenmek için elimi çözmeye çalışıyordum ki iplerin zaten bol olduğunu farkettim. Hemen elimi kurtarıp ayağımı çözdüm ve bu harabe odadan çıkmak için kapıya yanaştım. Direkt çıkmak istemiyorum zira kaç kişi nöbet tutuyor dışarıda bilmiyorum. Bu yüzden daha kolay bir yol izleyeceğim, garanti bir yol. Yerime geri oturdum ve ellerim bağlı gibi görünsün diye ipi elime doladım.
- Kimse yok mu, acil lütfen! Ölüyorum burada...
Sona doğru sesim gerçekten kısılmıştı. Canım yanarken nasıl çıkacaktım buradan?
Kapı birden açıldı ve içeri zayıf, genç ve hafif siyahi biri girdi. Ardından biri daha. Bu kadar mı cidden? Genç olan arapça konuştu;
- Ne var be, ne bağırıp duruyorsun!
Cevap vermeyince, ahmaklık yapıp tam beklediğim gibi bana yaklaştı ve tokat attı. Ben ise elimi çıkartıp ayağa kalktım ve saniyeler içinde genci tutarken, belinde olan tabancayı alıp öbürüne sıktım. Sonra gencin boynunu kırdım. Düştükten sonra tüfeğini alıp dışarı doğru yürüdüm temkinli şekilde. Tabancanın sesini duyanlar elbette bu tarafa geleceklerdi. Önüme çıkan adamı öldürüp sakin bir yere taşıdım ve üstündeki üniformayı çıkartıp kendim giydim. Maske kısmına iki bez parçası koydum ki sesim kalın çıksın. Yoluma devam ettim ama kendimi kötü hissediyordum. Heran bayılacakmış gibi. Zor da olsa koşarak adamların yanına gittim ve telaşlı görünerek onlara tutulduğum yeri ve orada bir bağrışma olduğunu söyledim. Arapça konuşurken daha kalın çıkmıştı sesim Allah’tan. Yüzümde maskeli olduğundan dikkat çekmemiştim. Onlar koşarken ben gayet rahat bir şekilde gezebilecek olmanın zevkini yaşıyordum. Patronlarının olduğunu düşündüğüm odanın önünde durdum ve nöbetçilere de deminki teröristlere söylediğimin aynısını ve gitmeleri gerektiğini söyledim. Söylediklerime kanıp gittiler. Artık adamın odasının önündeydim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim ancak gariptir ki içerde kimse yoktu. Hemen masanın üstünü, dolapları, çekmeceleri, kısacası bilgi alabileceğim heryeri inceledim ama ne yazık ki birşey bulamadım. Belki de gizli bir yerde tutuyorlardı belgeleri. Biran durdum ve düşünmeye başladım. Etrafıma bakmaya devam ediyordum yine de. Sonra dolaptaki içinde belge olduğunu düşündüğüm defter dikkatimi çekti. Dıştan bir günlük gibiydi ancak elime aldığımda defter gibi görünen o defter bir sandığa dönüştü.
- Ne yalan söyleyeyim zekice ama benden kaçmaz.
“kendi kendine konuşma faslın bittiyse biran önce çık buradan.” Haklısın içses çıkmalıyım ancak bu sandığın anahtarını da bulmalıyım. İçinde önemli bir bilgi olmalı. “adam aptal mı Defnecim, anahtarı neden burada bıraksın?” yine haklısın galiba.
- O zaman ne yapalım çıkınca bir çaresini buluruz artık.
Acaba esirler kurtulabildi mi, adama ne oldu yakalandı mı? En iyisi bir bakmak ne olduğuna. Tam kapıyı açmış çıkacakken geri kapattım. “Ama dur bir dakika, önce sandığı güvene almak gerek Defne.” Üstelik ekibe de ulaşmam lazım merak etmişlerdir. Aynen sağol içsesim sen demesen unuturdum. “zaten ben senin düşündüklerinim.” Olsun yine de sağol sen. Sen olmazsan ne yaparım, planlarımda en büyük yardımcımsın sen. “ e tabi ben olmazsam zaten değerin olmaz kardeş.” İçsesimin dediğine aldırmadan dua edip Allah’tan yardım dileyip kapıyı açtım ve çıktım dışarı. Ortalıkta kimse yoktu. Ne kadar yorgun da olsam koşarak dışarı çıktım. Biraz ileride örtülü olan aracı gördüm. Yanına gider gitmez örtüyü kaldırdım. Bir beyaz Toros’tu bu. Anahtar aracın üstündeydi hemen açıp içine bindim. Aracın içini incelerken dikkatimi çeken bir fotoğraf oldu. Fotoğrafta bir kadın, yanında üç çocukla sarılmış mutlu bir şekilde poz vermişti. Fazla oyalanmadan yan koltukta bulunan tuşlu telefondan başkanı aradım. Lakin meşguldü telefon. Sonra arka koltuktan bir mırıltı mı desem uğultu mu? Bir ses işte, sanki birinin ağzı bağlanmış da bağırmaya çalışıyor gibi bir ses. Arkama döndüm ve bağlı bir adamla karşılaştım. Ağzını açmamla bağırmaya çalışması bir oldu. Ağzına silahı dayayınca bağıramadı. Kim olduğunu merak ettim tabi ki.
- Kimsin sen?
Konuşması için ağzının içine dayadığım silahı çektim ve sessiz olması gerektiği uyarısında bulundum.
- Sen, sen nasıl kurtuldun oradan?
- Soruma cevap ver!
- Ben patron, yani buralarda patron derler bana.
Demek patron buradaymış öyle mi? Vay be! Adamın ağzını tekrar bağlarken “aferin, böyle uslu uslu bekle burada.” Demeyi de es geçmedim.
Sandığı arabaya bırakıp araçtan indim. Arka kapıyı açıp
- Ama işimi şansa bırakamam, üzgünüm sevgili dostum.
Ensesine okkalı bir yumruk indirdim. Bu yumrukla baya uyurdu kendisi. Sonra içim rahat bir şekilde aracın üstünü bulduğum gibi geri kapattım.
Bu esnada harabe fabrikanın içinden silah sesleri duyunca tüm rahatlığım gitmiş yerini telaşa bırakmıştı. Temkinli bir şekilde koştum ve silah seslerinin olduğu tarafa geldim. Kalabalık bir grup, sivilleri kıskaca almış tek tek vuruyorlardı. İki grup arasında siper almış vaziyette olanları izliyordum. Sonra başlarında gördüğüm kişiyle şaşkınlığım hat safhaya çıktı. Başlarındaki Duygu’dan başkası değildi. İnanılır gibi değil, bu kadar düşmüş olamazsın değil mi? “Ne yazık ki düştü kardeş, bırak ağlayıp içimi dökeyim sal gözyaşını” olmaz ağlayamam, sırası değil şimdi. Ah be Duygu, ihanetini gözlerimle görecek miydim be, neden yapıyorsun kızım bunu bize?
Topla kızım kendini, hadi, sen daha kötü sahneler gördün! Sonunda kendimi toplamıştım. Aklıma ortalıkta gezerken gördüğüm makineli tüfek geldi. Buraya yakındı gidip alabilirdim. Arkamı dönmüş giderken Duygu’ya ait ses kulağımı tırmaladı.
- Olduğun yerde kal!
Geri döndüm ve sivillere baktım. Aman Allah’ım o da ne, çoğu yere yığılmış can çekişirken, geri kalan kısım ise yakalanmış bir yere götürülüyordu.
- Maskeni aç!
Elinde tüfekle bana bu komutu veren Duygu’ya acıyordum. Evet sadece acıyordum ona. Artık gözümde bir değeri kalmamıştı. O artık Kuran’da geçen “ Esfele Safilin” tanımının vücut bulmuş haliydi benim için. O yaratılmışların en aşağısıydı, en aşağılık olanıydı. Bu yüzden ona sadece acıyordum artık.
- Sana maskeni aç dedim!
Bu sefer Arapça demişti bunu. Artık yapabileceğim birşey kalmamıştı. Çaresiz açtım yüzümü...
- Defne!
- Defne yaa! Bir zamanlar dostun olan Defne, kardeşim dediğin hani.
Artık gözyaşlarıma söz geçiremiyordum. Ağlıyordum, evet ağlıyordum artık. Gözyaşlarım bardaktan boşanırcasına akıyordu artık, tutamıyordum onları.İnsan kendi yazdığına ağlar mı ya? Ben ağlarım hdbdkd
Ah şu ihanetler ne acı bee, yazarken kendime yapılmış gibi hissettim ya...daha mühimi milletine... neyse yorum bekliyorum sizlerden...Bölüm nasıldı? Beğenmişsinizdir umarım...
Duygu'ya demek istedikleriniz var mı yorum kısmından? >
Beğendiyseniz bir oy alırız sizden herhalde değil mi? 🙏
Bugünlük benden bu kadar haydin Allah'a emanet olun canım okurlarım💙

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikamın Alevi - GÖKBÖRÜ- (Ara Verildi)
RastgeleGizli bir kahramanın hayat serüvenine tanık olmaya hazır mısın? Hazırsan kitaptan bir kesit vereyim senin için: Arabanın içi görünmüyordu sadece şoför azıcık görünüyordu. Tabi bu kim dersiniz; Ömer. Kim olabilir ki zaten. Arabaya bindim ama yanında...