Mevsimi Geçmiş Tutkular

2 2 0
                                    

Umut dedikleri ne güzeldi... Bekir amcanın haplarından yutmak gibi bir şeydi. Başın tutarsa beyazından, miden yanarsa pembesinden, sırtın ağrırsa sarısından... Tek yapman gereken, derdine tesir edecek rengi seçmekti. Umudun rengi olsa ne olsun isterdi? Bana kalırsa her renkten biraz olsun, adım gibi ebruli olsun isterdi. Her evladımın umduğu bambaşkaydı çünkü. Bekir amca için umut, günün birinde dizlerinin tutmaya başlayıp onu İnci Hanımcığımın mezarına götürmesi; Adeviye Hanım için böreğin içinin çiğ kalmamasıydı. Karaca oğlum için notalara doğru basmak, Neşe kızım için Fiko oğlanın kâğıdında yazanların kötüye işaret olmaması, Gamze kızım için hayatın taşıyamayacağı yükleri sırtına bindirmekten vazgeçmesiydi. Nevil Hanım için kocasının iş bulması, Taner Bey için eski Nevil'in çıkagelmesi, Beren kız için işaretlediği şıkların isabet almasıydı. Fatma Hanım için oğlunun sağ salim işten dönmesi, Hüseyin oğlum için kapıların tutukluk yapmamasıydı. Sevda Hanım için
yediklerinin kilo yapmaması, Mert Bey için uyumadan önceki dakikaların karısının koynundaki hazza batırılıp kraker gibi yenmesiydi. Benim içinse umut, evlatlarımın bulduklarını değil; umduklarını yiyebilmeleriydi. Kendi hikâyelerinde konuk oyuncu gibi silik kalmaları değil, parlak başrollerden olmalarıydı. Yazgılarını kabullenmek yerine alınlarına diledikleri senaryoyu karalayabilmeleriydi. Kalemi de silgiyi de son mürekkep damlası tükenene, son silgi tozu defterden düşene dek avuçlarında sımsıkı tutabilmeleriydi. Kalemlerini ellerinden alıp kaderlerini kötü şansa bırakmak isteyen, silgilerini aşırıp kaderlerinden ne emeklerle yazdıkları güzellikleri silmek isteyen karanlık hırsızı yok etmenin yolu; sevgiye aç tenlerin susuzluğunu gidermekten geçiyordu. Bunun yolu da evlatlarımın, sevgiye aç olduklarını hatırlamalarından... Hedefe çıkan yola en yakın Karaca oğlumla Neşe kızım duruyordu. Bu sebeple isteseler de istemeseler de sevgiden ayrıldıkları her yolda, karşılarında beni bulmak zorunda kalacaklardı.

Neşe kızım için gün dopdolu geçmişti. Fiko oğlanın yemeğini vermiş, okula gitmiş,  okuldan sonra da ekmek parasını kazanmak için pastanedeki işine geçmişti. Akşam olup yuvasının yolunu bulduğunda duvardaki silik rakamlı saat dokuzu gösteriyordu. Akreple yelkovan dur durak bilmeyen kovalamacasını, sanki onun için bugün haddinden cevval oynuyordu. Sıcak bir duş almış, yumuşak yatağına uzanmış, bir güzel günün yorgunluğunu çıkarıyordu ki kapı çaldı. Gelene bakılırsa kapıyı çalan, belki de beklediğim şanstı.

Kelimelerinin arasına gereğinden uzun mesafeler koyarak, "Şey... Ben... Yanlış geldim galiba" dedi Karaca oğlan. Karşısında Neşe kızı görünce -sanki zile basan kendi değilmiş gibi- şaşkına dönmüştü.

Parlak ve etli meyveler iştahını kabartmış olmalıydı ki, "Yanlış geldiysen o kirazlar da bana gelmedi demektir. Üzücü" dedi Neşe kızım güzel suratını asarak.

"İstersen kirazlar sende kalabilir ama kâseyi geri almam gerek. Çünkü bana ait değil."

"Teşekkür ederim. Öylesine söylemiştim" dedi Neşe kızım gülümseyerek. "Sen kime bakmıştın?"

"Bilemiyorum... Biraz toplu bir teyzemizdi, tatlı getirmişti de sabah. Tabağı boş göndermek olmaz diye kiraz koydum ben de."

"İnsan sevmeyen birine göre fazla düşüncelisin."

"İnsan sevmiyorum demedim. Bunu da nereden çıkardın?"

"İnsan tanımayı sevmiyorsun diye düzelteyim o zaman."

"İkisi apayrı şeyler. Bu konuda biraz üşengeç olduğumu itiraf etmeliyim fakat tanıdıklarım arasında sevdiğim insanlar da yok değil. Emin olabilirsin."

"An itibariyle ikna oldum" derkenki tebessümünde, tam tersini söyleyen bir ima vardı Neşe kızın.

"Keyifli görünüyorsun. Bahsettiğin çocuğun annesi iyidir umarım" diyerek Neşe kızın tebessümünü, başka bir duruma yordu Karaca oğlan.

EBRULİ LANETLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin