Nazlana nazlana gökten çekilen dolunayın yerini sarı sıcağa bırakmasının üzerinden üç saat kadar geçmişti ki ilk ampül yakıldı ve meraklı gözlerim hemencek açıldı. Yeni günü ilk selamlayan evladımın kim olduğunu anlamak için yoklama yapmama lüzum olmasa da beni bu hayatta en çok heyecanlandıran oyunun haz veren kollarına atılmaktan mahrum bırakamadım kendimi. Tutkulu, yoğun, uslanmaz bir sabırsızlıkla derhâl oynamaya giriştim. Gerçi üç numara olduğundan, adımın Ebruli olduğu kadar emindim. Doludizgin bir günün sonunda istirahate erken çekilmeye niyetlenmişken danslarına beni de dahil etmeye çalışan dün geceki oynak ve edepsiz notaları düşünecek olursam, Karaca oğlanın uyanmasına iki saatten fazla kalmış olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim. Bir numarayı çoktan olasılıklar peteğimin dışına itmiştim. Sonuçta Adeviye Hanım'ın kıymalı böreğinin keskin kokusu burnumu gıdıklamış olsaydı, gözlerimi ışığa gerek duymadan da aralardım. Taze çifte gelecek olursam, ateş rengi, kadife kumaşla örtülü yatağın titrek kıvılcımları kesileli çok olmamıştı. Armalı oğlansa gece devriyesindeydi. Ufak bir ihtimal altı numara olabilirdi ama yok, o da mümkün görünmüyordu. Bugün cumartesiydi, okul yoktu. Beren kızın, kalınca bir kitabın ardı arkası kesilmeyen sorularına içi dolu yuvarlaklar çizerek yanıt verme işini geç vakte kadar sürdürdüğünü bildiğim için bu saatte uyanmayacağından emindim. Acaba Nevil Hanım'ın işine verdiği aranın sonu gelmiş olabilir mi diye düşündüğüm esnada hayattaki en gaddar çıkmazların bile çığla kapatılmış yollarını hiç zorlanmadan açabilecek kudretteki şen kahkahalarını işittim Neşe kızın.
Konuşurken ağzından gürültülü, tozlu, sıcak üfürükler saçan en sevdiği oyuncağını kucağına almış, yatağında uzanıyordu Neşe kız. Evlatlarımın adını bilgisayar koydukları bu geveze alet, ne çeşit bir tılsıma sahipti bilmiyorum ama Neşe kızın Trabzon'daki annesini odasına kadar getirmeyi başarabiliyordu. Ne vakit baş başa kalsalar, sanki Neşe kızımın neşesine bir kat daha isminden çalınıyordu.
Hafif bir bıkkınlık ve usanç sezilen bir tonlamayla, "Yapma anne! Her zamanki babaannem işte" dedi Neşe kız.
"Değildur işte da! O her zamançi nenen isa ben de her zamançi ananum. Ayni midur değul midur, hemence anlarum. İpini iyicene koparmiştur artik bu kartol suratli kari!" derken birkaç damla tükürük, Asiye Hanım'ın dudaklarının arasından firar etti. Neyse ki ekrandan çıkıp, Neşe kızımın yüzüne konma gafletinde bulunacak kadar hürmetsizleşmedi.
Bu sefer anlayışlı, yumuşak bir sesle konuşmayı tercih etti Neşe kızım:
"Söyleme öyle. Didişir durur seninle ama sevgisindendir. Nazı bir sana geçer."
"Ha bunu doğru dedun! Ciğeri azucik tutiyorsa bağa ettuklarini Sultan'a etsun de görelim bağalum!" diyen Asiye Hanım'ın hırçın vücut dili, haklılığını ispat etmek için kanının son damlasına kadar uğraşacağının göstergesiydi.
"Edemez işte anacığım. En kıymetli gelini sensin onun. Sıkma güzel canını böyle şeylere. Benim şimdi kapatmam lazım, okula gideceğim. Hepinizin ellerinden öperim."
"Git guzum git. Git de ananun diştuğu hallara duşme" derken hem mecaz hem de gerçek manada dizlerini dövmüştü Asiye Hanım.
"Bir şey yok ki hâlinde. Her zamanki Hadiye Sultan..."
Elini, boncuk oyalı mavi kumaş parçasıyla sardığı geniş alnına götürüp, "Daha ne olacakti halımda ya? Tulbentle bile kafayi tutamayrum" diye yakındı Asiye Hanım.
Sevecence ve biraz da muzipçe gülümsedi, "Kafanı boş şeylere takıyorsun da ondan" dedi Neşe kız. İlgili bir evlat olarak annesine, "Git de uzan biraz. Uyanınca kendini iyi hissedeceksin" diye tavsiye vermeyi de ihmal etmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EBRULİ LANETLER
Fantasy"Adım kadar ebruli bir rüya gibiydi hayat denen sahnede bendenize ayrılan yer. Evlatların kimi önümden öylece geçip gitti, kimi seyirci koltuklarını kâh doldurup kâh boşaltmakla yetindi. Kimi ise sahneme çıkıp oyundan bir renk, bir perde olmayı seçt...