Chanyeol, onu takip etmedi. Takip edeceğini mi sanmıştı?
Hâlâ, onun bir çırpıda yanına
geleceğini ve onu kollarına alacağını sanan, bir Baekhyun var mıydı? Hangin insan, o güce ve zenginlikle cilalanmış, o etkileyici adama, direnebilirdi ki?
Luhan haklıydı. Chanyeol tehlikeliydi ve daha kötüsü, tehlikeli hisler uyandırıyordu. En iyisi yürüyüp gitmek ve onu, ait olduğu yerde, ardında bırakmaktı.İş saati dolayısı ile her yer kalabalıktı, o yüzden koşa koşa trene yetişti. Ocak ayı akşamı, hem soğuk hem yağmurluydu. Trendeki koltuğunda başını cama yasladı ve geçimini sağlayan işi geri çevirmekle, doğru yapıp yapmadığını düşündü. İdarenin, Chanyeol'ün elinde olduğu bir yerde, çalışmayı düşünmek bile, delilikti. Ona olan aşkının yerini, öfke ve kızgınlık almıştı, ama hala ona karşı çok zayıftı. Ona baktığı zaman duyduğu arzuyu, inkâr edemezdi. Şaşırtıcı derecede güçlü bir arzuydu bu.
Chanyeol'den sonra, hayatına kimse girmemişti. Sekiz yıldır hiç kimseye ilgi dahi duymamıştı. İlkti ve tekti. Çağ dışı değil miydi?
Chanyeol, onu, isterik olmakla suçlamıştı, ama Baekhyun'un nasıl bir hayatı olduğu konusunda, fikri bile yoktu.Birçok kişiye ilgi duymaya çalıştıysa da onların varlığından bile buz kesmişti.
Bodmin istasyonuna girerken, gözleri karanlığa daldı. Diğer erkeklere karşı hiçbir şey hissetmezken, Chanyeol'e karşı, her şey ve fazlasını hissediyordu.
Bir saat sonra evdeydi. Her zaman huzur verdiğini düşündüğü evinde, bugün huzur duymuyordu. Okyanus dalgalarının sesi rahatlatacağına, sağır ediyordu. Kendini yalnız ve
mutsuz hissediyordu. Ev bomboştu. Kardeşinin gürültülü varlığını arıyordu. Jongdae'yi özlemişti. Babası, annesinden ayrılıp, Jongdae'ye hamile olan metresiyle evlendiğinde, hayat
o kadar tozpembe değildi. Hatta çok üzülmüştü.Anne ve babasının boşanmasının hüznü bir yana, bir üvey kardeşi olacağını da üzüntü ve kıskançlıkla karşılamıştı. Aile içi kargaşa, en
yüksek boyuttaydı ama bir şekilde hayatlarını sürdürmüşlerdi. Boşanmanın hemen arkasından, annesini kaybetmesi de acısını artırmıştı. Kalbi kırık bir şekilde hayata küsmek yerine, üvey annesi ve babası ile ilişkilerini, bir düzene sokmuştu. Bir çığ altında, onları
kaybettiği güne kadar yaşamı, nispeten de olsa bir yola girmişti.
Sonrası tam bir karışıklıktı ve batmamak için, yüzmek zorundaydı. Polis kapısını çalıp, kardeşini getirdiğinde, kendisi on sekiz yaşında, Jongdae ise on yaşında bir çocuktu.
Yetkililer, onu bakım evine almak istemişti, ama Baekhyun zor bir mücadele vererek, sorumluluğunu almıştı. En zoru ise, babasının bütün paralarını harcamış ve borç içinde yüzdüğünü öğrenmek olmuştu. Avukatlar onu karşısına almış ve babasının yaşam biçiminin, sadece bir görüntüden ibaret olduğunu ve olmayan parayla, ihtiyaçlarının karşılandığını anlatmışlardı.Jongdae ile nasıl geçineceklerini düşünmekten, helâk olmuştu. Kıymetli evlerini sattığında, geride çok az bir para kalmıştı. O nedenle Lulu’dan gelen iş teklifi, hayatlarını kurtarmıştı. Yemek pişirmeyi, sebze yetiştirmeyi öğrenmiş ve bu sayede, kardeşi ile yakınlaşabilmişti. Açılan bütün gece kurslarına gitmiş ve ne olursa olsun, hep Jongdae'nin yanında olmuştu.
Jongdae, ot içerken yakalandığında, kontrolünü kaybetmemeye çalışmış ve herkesin hata yapabileceğini söyleyerek, anlayışlı bir ebeveyn gibi davranabilmişti.
Jongdae, erkekler yüzünden derslerinde başarısız olunca, ona kendi deneyimlerinden bahsetmiş ve
eğitimsizliğin, nelere mâl olacağını anlatmıştı. Kötü başlayan ilişkileri, birbirlerini anlamaları ve çok sevmeleri ve aralarında sağlam bir bağ kurmalarına neden olmuştu.
Yılbaşı tatili için, onu havaalanına bıraktığında, kendini zor tutmuş, fakat Jongdae uçağa biner binmez, ağlamaya başlamıştı. Duygularını saklamayı çok iyi öğrendiğinden değil, öyle olması gerektiği için, kardeşinin önünde ağlamamıştı. Vedalaşmanın, hayatının bir parçası olduğunu, çok erken yaşta öğrenmişti.
Bugün de, hayatının bir kısmını alan, modellik kariyerine veda etmek zorunda kalmıştı.