"Gerçekten, bugün biriyle çıkıyor musun, Baekhyun?"
Baekhyun, evet demek, hayatında muhteşem biri olduğunu
söylemek istedi. Keşke şampanya ve ıstakoz yedikten sonra, eve gelip, onunla tutkulu bir sevişme yaşayacaklarını söyleyebilseydi. Hepsi hayâldi, çünkü Chanyeol dışında, başka birine dokunduğunu düşünmek bile, kanını donduruyordu. Ne kadar üzücü bir durumdu...
"Hayır, çıkmıyorum," dedi, düz bir sesle."Tamam." Chanyeol'ün sesinde, tatmin olmuş bir ifade vardı. "O zaman sonra görüşürüz. Pasaportunu getirmeyi unutma."
"Ne için?"
"Sence? Yeni çekim ekibi, egzotik bir yerde çekim yapmayı plânlıyor," dedi, sabırsız bir sesle.
" Sadece yap Baek, olur mu? Söylediğim her şeyi, senin onayına sunmak gibi bir niyetim yok. Böyle yürümez, daha doğrusu ben böyle çalışmam,"diyerek telefonu kapattı.Baekhyun, öfkeyle ahizeye baktı, ama yapacağı bir şey yoktu. Eğer gerekiyorsa, imajını değiştirecekti. Bütün değişiklikleri kabul edecek ve kameraya gülümseyerek bakacaktı,
yapabileceği tek şey buydu. Sözleşmede yazılmayan ama Chanyeol'ün istediği başka ne varsa,
yapmayacağını biliyordu. Kesinlikle onunla yatmak zorunda değildi.Pencereleri ve kaloriferleri kapattı. Buzdolabını boşalttı ve iki saat sonra, siyah bir limuzin kapısının önündeydi. Valizini üniformalı bir şoförün eline vermek ve arka koltukta oturmak, onu şaşırtmıştı. Yolculuk boyunca kitap okumaya çalıştıysa da, bir türlü dikkatini veremedi.
Kafası durmadan, düşünmek istemediği yönlere kayıyordu. Özellikle geçmişi, hiç düşünmek
istemediği bir şeydi. Camdan dışarı bakarken, Chanyeol'ü, egzersiz yaparken, onun gelip kendisini izlediği ve birbirlerini tanımaya çalıştıkları zamanları hatırladı.
Evlerinin yanındaki tenis kortunun, yanından geçen kaldırımda, onun dimdik duruşunu, kalbi çarparak izlediğini anımsadı. Babası çok sinirlenirdi ama orası halka ait bir yerdi ve bir koruma görevlisini, Oradan uzaklaştıramazdı. Cesaret edemezdi. Park Chanyeol, emir
alacak bir adam değildi. Baekhyun bile bazen ondan çekinirdi.Chanyeol çok güçlüydü ve ona bakış biçiminden bile Baekhyun'un hisleri alt üst olurdu. Dikkatini tenise vermesi zorlaşırdı ve Chanyeol onu seyrederken, hep eli ayağı birbirine karışırdı. 'Kariyerini mahvedecek,' diye bağırmıştı babası ve Baekhyun'da, Chanyeol'ü görmeyeceğine söz vermişti. Gerçi o zaman Chanyeol, ile sevgili bile değillerdi.
Bir gün babası, üvey annesi ile
Londra’ya gittiğinde, Baekhyun köye inmiş ve Chanyeol ile karşılaşmıştı. O gün hiç tenis kortuna çıkmamıştı. Kendini öylesine özgür hissetmişti ki, en yakın dükkâna girip çikolata almıştı. Çikolata kâğıdını çıkarırken, aksanlı ve etkileyici bir ses,
" Gerçekten yiyecek misin?" demişti.
Baekhyun, o alaycı gözlere, kafasını kaldırarak bakmış ve adlandıramadığı bir şey olmuştu. Sanki bir sihir oluşmuştu. Kalbi alev almıştı. Ne konuştuklarını hatırlamıyordu, Chanyeol, onunla flört etmiş ve Baekhyun' da ona kolaylıkla karşılık vermişti. Onun gibi birine nasıl direnebilirdi ki?Egzotik, farklı, gizemli ve etkileyiciydi. Bunların önemi yoktu, tek önemli olan, onun yanında olma isteğiydi.
Baekhyun ona, uçurumla çevrili, büyük bir topun düşmesiyle oluşmuş gibi görünen, ünlü obruğu göstermeyi teklif etti. O gün Chanyeo'ün arkasından, ona yetişmeye
çalışarak yürümüştü. Büyük deliğe bakarken, Chanyeol, emrinde çalıştığı Rus milyarderin elmas madenine benzediğini söylemişti. Baekhyun, söylenenleri anlayamamış, tek isteği,
Chanyeol'ün onu öpmesi olmuştu.Chanyeol onu hemen anlamıştı, çünkü cümlenin ortasında durmuş, "Oh, istediğin bu mu, Bay Tenis?" demiş ve kollarına alarak onu öpmüş, Baekhyun'da kendini kaybetmişti.
O öpüşmenin, bir teslim oluş olduğunu, o anda fark etmemişti.