"Reklâm ekibi, seni ofislerinde bekliyor. Araba seni, saat on bir de otelden alacak. "
Baekhyun, telefona bakakaldı, çünkü Chanyeol, çoktan kapatmıştı. Gerçi söylenecek ne kalmıştı ki?
Oda servisine kahvaltısını ısmarladı, ucundan kenarından bir şeyler yedi, iki büyük fincan kahve içerek, kafasını toplamaya çalıştı.
Saat on birde otelin önüne indiğinde, Chanyeol, bekleyen arabanın arka koltuğunda, bir takım evraklar okuyordu.
"Oh, sen misin?" diyerek, onunla göz göze geldi. İstemediği hâlde kalbi deli gibi atmaya başlamıştı. Chanyeol'ü her gördüğünde, allak bullak olması, onu hala şaşırtıyordu. Son gördüğünde, dili, kendi ağzının içindeydi ve neredeyse, o kolların arasında eriyecekti. Chanyeol' de hatırlıyor muydu? O yüzden mi gözlerinde, alaycı bir pırıltı ve kışkırtan bir ifade vardı.
"Evet, Baek benim."Baekhyun kapı kapanırken yutkundu. "Seni beklemiyordum."
"Ama umuyordun."
"Sen... Sen..."
"Ben ne? Baek."
Baekhyun başını sallayarak, "Önemli değil," dedi.
"Aa hadi ama" dedi Chanyeol, yumuşak bir sesle. "Neden, o çok sevdiğin buz kılıfının ardına
saklanıyorsun? Neden, beni bir kez olsun düşündüğünü, kabul edemiyorsun?"Baekhyun dik dik baktı, kalbi hızla atıyordu. Ne saçma? Neden Chanyeol, onun ne hissettiğini bilmemeliydi ki? Artık tenis kortunda durmuyordu ve Chanyeol'de, rakibi değildi. Rakibiydi de, bilinen anlamı ile değildi. Ona karşı dürüst davransa, ne olurdu? Chanyeol'e doğruyu söylese, dünya mı dururdu? Fakat hislerini kelimelere dökmek, o kadar kolay değildi, çünkü hislerini saklama konusunda, beyni yıkanmıştı. Belki de bu yüzden, onunla sevişmek, olağanüstü
olmuştu. Korkutucu olmamış, çünkü Baekhyun'un bütün engelleri yıkılmıştı ve bir süreliğine de olsa, kendini özgür hissetmişti.
"Aslında görmek istediğim en son insan sensin,""Yalancı," dedi Chanyeol, aynı yumuşak ses tonuyla, "Numara yapmayı bırak, özellikle kendini
kandırma. Beni gördüğün anda, vücut dilin seni ele verdi. Sen bile, göz bebeklerinin koyulaşmasını engelleyemezsin.""Hâlâ nasıl burada olabiliyorsun?" diye çıkıştı, Baekhyun.
Chanyeol güldü, "Ben burada yaşıyorum," dedi.
"Bu otelde mi yaşıyorsun?"
"Neden olmasın?"
"Çünkü... Çünkü otel, kalabileceğin bir yerdir ve gerçek bir ev değildir."
"Bazı insanlar için öyledir," dedi Chanyeol ve camdan görünen, Londra caddelerine baktı. Birçok yerde kalıp, hiç evi olmadığını duysa, Baekhyun şaşırır mıydı? Çok ince bir perdeyle
ayrılmış yerinde, sırf sesleri duymamak için, kulaklarına yün bez parçaları sıkıştırdığı günleri
hatırladı.
"Aslında bütün ihtiyaçlanmı karşılıyor," dedi Chanyeol. "Büyük ve şehrin merkezinde... İçinde ödüllü restoranlar var. Ne istersem ısmarlayabiliyorum. Arabam emniyetle park ediliyor ve kapıda güvenlik var. Bundan iyisi Şam’ da kayısı.""Kendi eşyaların olsun istemez misin?"
Chanyeol, dönüp Baekhyun'a baktı. "Ne gibi?"
Baekhyun omuzlarını silkti, "Oh, bilmem... Resimler... Çeşitli objeler... Fotoğraflar..."
"Geçmişin izleri mi?" diyerek gülümsedi, Chanyeol. "O tip şeylere merakım olmadı. Hep çıkmaya ve yürüyüp gitmeye hazır biçimde olmak için, bir valiz ve pasaportla yaşadım."
Baekhyun kaşlarını çattı, "Peki, ya gelecekte? Sonsuza kadar otelde mi yaşamayı planlıyorsun? Bunu mu istiyorsun?"
"Gelecek yok," dedi Chanyeol,
" Şimdi sahip olduklarımız ve hissettiklerimiz önemli...
Şu anda seni öpmek istiyorum, ama maalesef zaman yok," diyerek, ceketine uzandı. "Geldik."