Ceketimi vestiyere asmadan sadece alt kısma tıkıştırdım. Üstüne de anahtarı atıp ayakkabılarımı çıkardım.
İçeriden gülme sesleri, boğulma sesleri ve daha tanımlayamadığım sesler geliyordu. Huening Kai ile aynı evde kalıyorduk. Daha doğrusu o benim evimde kalıyordu. Bir günlüğüne bana misafir olarak gelmiş sonra da evimden asla ayrılmamıştı. İlk günler benim eşyalarımı çalmış, sonraki günler kendi eşyalarını getirmesine rağmen hâlâ eşyalarımı çalmaya devam etmişti. İlk tanıştığımız zamanlar Soobin kulağıma fısıldayıp 'Huening Kai ile hiçbir şeyini paylaşma, sana geri dönmez. Ayrıca sevimliliğine de aldanma.' Dediğinde keşke dikkate alsaydım.
Salona doğru ilerleyip kapı girişinde durdum. Huening Kai ile Soobin ellerinde PS5 ile ekran karşısına kurulmuşlardı. Geldiğimi bile fark etmemişlerdi. İkisinden birisi beni fark edene kadar kapıda öylece durdum. Beni ilk fark eden Huening Kai'ydi.
"Beomgyu-ah geldiğini neden haber vermiyorsun?" Dedi. Ellerimi göğüsümde bağladım. "Beni şirketten almaya geleceğinizi söylemiştiniz." Dedim sesimdeki alınganlığı örtpas etmeye çalışmadan.
Soobin gözlerini büyüterek Huening Kai'ye baktı. "Sizi bekledim." Dedim vicdan azabı çekmeleri için. "Aynı o şerefsizi beklediğim gibi." Sesimin titremesine engel olamadım. Bir anda neden onu da araya karıştırmıştım ki?
Ayaklarımı yere vurdum. "Ya!" Sesimi olduğundan daha fazla çıkmasını da umursamadan ağlamaya başladım. "Neden geldi, neden?" Bugün fazlasıyla dolmuştum. Gerek toplantı odasında yaşadığımız gerilim olsun, gerek beni saatlerce bekletmesi olsun. Şimdi ise kendimi boşaltmam gerekiyordu. Bağırarak, ağlayarak ve Soobin ile Huening Kai'den bebek gibi ilgi görerek.
"Ondan nefret ediyorum!" Diye bağırdım. Uzun bir aradan sonra ilk defa bu kadar kırıldığımı hissediyordum. Huening Kai ayağa kalkıp beni koltuğa çekiştirdi. Soobin ile arasına oturtturup yüzümü kapattığım ellerimi çekti yüzümden. "Ne yaptı gene?"
"Gelmedi, onu 2 saati aşkın süredir bekledim. Ama gelmedi, üstelik haber dahi vermedi. Bugün toplantı odasında da benimle inatlaştı. Ne dediysem tam tersini söyledi. Sinirden kudurtacaktı beni. Taslağı onun hazırlamasını söyledim ama o mesai bitince bana haber ver dedi. Madem beraber hazırlayacağız diye tutturacaktın neden gelmedin o zaman!?" Narin biriydim. Oldukça da duygusaldım. Her ne kadar neşeli ve güçlü bir görüntü sergilesem de öyle değildim. Tüm duygularımı ağlayarak sökerdim içimden. Kıskandığımda ağlardım, sinirlendiğimde ağlardım, mutlu olduğumda ağlardım. Eğer bu duyguları yakınlarıma veya yakın hissettiklerime karşı hissettiysem gün sonunda ağlar halde bulurdum kendimi. Ve bunu bilenler sadece yakınlarımdı. Sadece yakınlarımın yanında ağlardım çünkü. Taehyun'da geçmişte olsa dahi bir zamanlar yakınlarımın arasında yer alıyordu.
Biliyordu yani ne kadar üzüleceğimi ne kadar kırılacağımı ve bunun sonucunda ağlayacağımı.
"Kalkın gidelim." Dedi Huening Kai. Ağlamama ara verip soran gözler ile kendisine baktım. "Bulalım evini dalalım. Uçuralım kafasını. Top yapalım kafasından, bedeninden korkuluk yapalım asalım bahçeye." Yüzümü buruşturdum. Bunlar nasıl düşüncelerdi be.
"Sen cidden ruh hastasısın." Dedi Soobin. Haklıydı da. Tamam, her ne kadar Taehyun'dan nefret etsem dahi bunlar ele alınacak konular değildi. Huening Kai bunu şaka yapar gibi söylemiş olsaydı bunun bir ironi olduğunu düşünebilirdim ama emin olun Huening Kai şuan hiç ciddi olmadığı kadar ciddiydi.
"Ya of!" Deyip daha fazla ağlamadan yapamadım. Bir şekilde içimdeki siniri çıkarmam gerekiyordu. "Al işte onu daha fazla ağlattın." Dedi Soobin. Daha fazla ağlamaya başladım çünkü beni ağlatan Huening Kai değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Thin Border / taegyu
FanfictionChoi Beomgyu ve Kang Taehyun yıllar sonra tekrar karşılaşırlar. "Onu tanımamazlıktan geldim."