Umarım dinleyerek okursunuz.
***Kırgındım biraz.
Birazda pişman.
Kalbimin oralarda bu kadar büyük bir kırgınlığı ilk defa hissediyor olmak büyüdüğümü hissettiriyordu. Bu tür duygular eziyordu beni. Büyüdüğümü hissettirerek eziyordu.
Anahtarı çıkaracak halim olmadığı için şifreyi girip kapıyı açtım. Elimdeki ceketi kapı önünde yere bırakıp ayakkabılarımı da umursamadan farklı köşelerde çıkardım ayağımdan.
Gene dolmuştum duygulara.
Gene dolmuştu gözlerim.
Duygusal birisi olmak çok zordu. En ufak bir şeyde gözlerinizin dolması, savunmasız hissetmenize sebep oluyordu. Karşıdaki insan ağlayarak kırılgan birisi olduğumu zannediyordu. Oysaki içimde tutamıyordum. Dışarıya bıraktığımda ise ağlayarak çıkıyordu sadece.
Annemin nerede olduğunu bilerek oturma odasına yöneldim direk. Bu sefer bana kucak açan Soobin, şakalarıyla morelimi düzeltmeye çalışan Huening Kai yoktu.
Kapının pervazında durup odak noktamı belirlerdim. Annem elindeki yastığı koltuğa yerleştiriyor, çarşafını sermiş ve pikesini de çoktan açmıştı. Beni fark etmesini bekledim. O sırada daha fazla duygulandım, gözlerim daha fazla dayanamadı. Bıraktı göz yaşlarımı. Annem derin bir iç çekti. Yoksa benim ağladığımı mı hissetmişti?
Sonunda varlığımı hissetmiş benden olan tarafa dönmüştü. Bunu bekliyormuşum gibi -ki bekliyordum da- hıçkırmıştım. Annemin yüzündeki endişeyi, şaşkınlığı, şefkati görmek iyi hissettirdi. Birisinin benim için endişelendiğini görmek iyi hissettirmişti aslında.
"Kocaman adam oldum ama hâlâ dizlerine yatıp ağlamak istiyorum, anne." Hıçkırarak söylediğim bölük pörçük kelimeleri annem anlamıştı. Annemdi o, anlardı.
Bana hiçbir soru sormadan hazırladığı koltuğa oturdu ve pikeyi yere attı. "Gel buraya." Deyip dizlerini vurdu elini. Yavaş adımlarla yanına gidip oturdum. Başımı dizine yasladım. Annem anında saçımdaki tokayı çekip çıkarmış ve saçlarımı okşamaya başlamıştı.
"Ne oldu miniğim? Buradan giderken çok mutluydun." Meraklı çıkan sesiyle sormuş ama göz odağı değişmemişti. Hâlâ yerdeki pikeye bakıyordu. Ağladığımı görmeye dayanamadığını biliyordum.
Ağlamam yavaşlamıştı, yapmacık olduğu çok belli olacak şekilde gülüp "her şeye ağladığımı biliyorsun anne. Şurada karınca ölse ona da ağla-" annem sözümü kesti. Anlamıştı işte.
"Beomgyu."
Derin bir nefes aldım. Çünkü ağlamam tekrar şiddetlenmiş ve yan yattığım için nefes almamı zorlaştırmaya başlamıştı. "Geçmişim yakamı bırakmıyor." Dedim. Annemin bacağını ıslatmaması için göz yaşlarımı sildim tek elimle. Hemen sonra bacaklarımı kırıp arasına yerleştirdim ellerimi.
Onun sormasına gerek kalmadan ben zaten teker teker dökülmüştüm. "Bıktım artık." Sanki karşımdaki annem değilmiş de arkadaşımmış gibi anlatmaya devam ettim. "Her zaman geçmişim yüzünden ağlamaktan bıktım. Her şey iyiye dönmüşken tekrar birinin patlak vermesinden bıktım. Hepsinin art arda olması işleri daha da zorlaştırıyor." Cidden öyleydi. Eğer aralıklı zamanla olsaydı bu kadar kendime dert edeceğimi hiç sanmıyordum. Ama tam geçmişi bırakıp kendime yeni bir sayfa açmışken Taehyun'un gelmesi, peşinden geçmişimi getirmesi, Changbin ve güya arkadaşlarımın yakamı bırakmaması, hepsi art arda olmuştu. Hayır, Taehyun'un gelmesinden o kadar memnundum ki. Kendim gibi hissediyordum. Evimde gibi hissediyordum. Ve bir yandan da nefes alamıyordum artık. Patlayacak gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Thin Border / taegyu
Hayran KurguChoi Beomgyu ve Kang Taehyun yıllar sonra tekrar karşılaşırlar. "Onu tanımamazlıktan geldim."