Bir keresinde insanlıktan önce nelerin var olduğunu merak etmiştim.
Günlerce düşünüp durmuştum. Çocuktum ancak merak doluydum, mutlu olmama rağmen bilmediğim şeylerin ağırlığı küçük omuzlarıma binmiş gibiydi. Etrafımda olanları kocaman gözlerle izler, büyükler okudukları gazetelerden ne öğrendilerse birbirlerine anlatırken hep kulak kesilir, içinde bulunduğumuz karmaşayı basit beyin fırtınalarıyla çözümlemeye çalışırdım.
Birbirini mal mülk uğruna öldürenlerin haberini duyuyordum ; insanlar yüzlerinde samimiyetsiz bir acıma ile vah vah ediyor, yaptıklarının ne denli beyinsizce olduğundan dem vuruyor, birkaç güne de katili ve kurbanı belleklerinden siliveriyorlardı. Hırsızlık yapanlardan bahsedip ayıplayanlar oluyordu. Nasıl cesaret edebilmiş? Acaba mecbur mu kalmış? Mecbur kalsa da bu çok aşağılık bir şeymiş. Malı çalınan şikâyetçi olmuş mu? Yoksa affetmek erdemlerin en büyüğüdür deyip bağışlamış mı? Bunun gibi yığınla fısıltının, kulaktan kulağa oynar gibi ilerledikçe değişen olayların ortasında büyüyorduk. Ama şehirde dolanan bütün yolsuzluk ve kötülüğün yanında iyi haberler de dolaşırdı zaman zaman. Yetimhaneye yüklü bir bağış yapılmış, yoksullar için bir aşevi kurulmuş, küçük çocuklara yeni giysiler dağıtılmış...
Bütün bunları dinliyordum, dinledikçe düşünüyor, düşündükçe daha da meraklanıyordum. Elimde olmaksızın garipsemiş, bunca zıtlığın aynı dünyanın sınırları içinde barınabilmesine şaşırmıştım.
Sonra demiştim ki, bizler olmadan önce de iyilik ve kötülük var mıydı acaba?
Buna bir cevap bulamamıştım o zamanlar. Yıllar geçti, artık kendi ellerimle ekip kendi inancımla büyüttüğüm bir cevabım var, fakat hâlâ emin değilim doğruluğundan. Çocuktum, bir yükün altında gibiydim. Koca adam oldum, omuzlarım hâlâ acıyor.
Büyüdükçe, çocuk zihnimdeki renk cümbüşüne izinsiz karışan siyah darbeler ayırt edilebilir oldu. Yürüdüm, koştum, düştüm, yardım bekledim, bazen uzatılan elleri tuttum, bazen yaralı avuçlarımı yere yaslayıp kendim kalkmak zorunda kaldım, nihayetinde hayatla tanıştım. Sonra durdum dedim ki : Her şeyin başlat düğmesi bizdik.
Bütün bu tantana henüz başlamamışken iyiliğin de kötülüğün de yazarları ellerine kalem almamıştı. Hayat kalın ve kırmızı bir çizgiyle ikiye ayrılmamıştı. Biz filizlendiğimiz rahimlerden çıkıp da toprağa ayak bastığımızda başladı gösteri.
Geçerli hiçbir nedenim olmaksızın, kaynağı belirsiz bir dürtüye tutunup hayatı ikiye ayıran o çizgiyi biz çektik diyordum kendime. Biz var ettik üst üste binmiş bu vasat tabakalar topluluğunu. İnsanları önce türlü oyunlarla avuçlarımıza alıp bir araya getirdik. Sonra başladık ayırmaya ; sen sağa, öteki sol, sen diğer tarafa, dur bakalım senin yerin orası değil, sağ, sol, sağ, sol... Sağ taraf : Deliler. Sol taraf : Akıllılar.
Bu ötekileştirme bizimle başladı, aksi mümkün değil gibi geliyor şimdi. Biz doğduk ve kendi ellerimizle kendimizi parçalara ayırdık. Böldük ve bölüştürdük. Önce yaktık sonra yalancı yaslar tuttuk. Belki de hiç hak etmeyenleri boğduk ve sonra da timsah gözyaşlarıyle ıslattık yüzümüzü. Zihin bizimle var oldu ; en kirlisinden en temizine kadar. Fakat artık öyle geliyor ki, kirden kaçmayı başaranlara bir farklı bakılıyor. Dur, deniliyor sanki kirlenmeyi reddetmişlere, senin yerin sağ taraf. Böylece un ufak olduk, yürekten geriye hiçbir şey kalmadı. Yaşamlarımız kalın, kırmızı, mide bulandırıcı bir çizgiyle bir olduğumuz zamanları unuttururcasına keskince ayrıldı. Deliler ve akıllılar. Zenginler ve yoksullar. İyiler ve kötüler. Ötesi yok ; varlığımız bir karşılaştırmadan, vahşi bir ayrıştırmadan ibaretmiş gibi. Kendi yarattığımız tabakaların arasında küf tuttu insanlığımız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deli oğlanın türküsü, minsung
Fanfictionçok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna değişmek