zamanı oy, sesini sakla

86 12 7
                                    

"Beğendin mi?"

Beni duymadı. Belki de duymamış gibi yaptı. Neticede yaptığı tek şey uzanmaya devam etmek oldu. Ben de suratımı iyice asıp elimdeki eskizi kucağıma bırakırken sıkıntılı bir nefes verdim buna karşılık. Bir an sonra yeşil gözlerinde bilincimin algılayamadığı yabancı bir bakışla bana baktı, sanki şu an sustuğunu ve sonsuza dek susacağını söylüyordu, tıpkı Soleil gibi. Uzunca bakıştık öyle, belki benim bakışım da onun bilinmezliğinde bir yerdeydi. Hayvanların kendi aralarında konuşup konuşamadıklarını düşündüm ; konuşabiliyorlarsa ne konuştuklarını, eğer konuşamıyorlarsa içlerinde taşıdıkları sessiz yaralar olup olmadığını. Bizim dünyamızın bağrından kayıp tam düşecekken tırnaklarını geçirerek tutundukları ve bu direnişin onlardan kelimelerini aldığı bir hikâye düşündüm sonra. Dünyalarımızın arasındaki çizginin ne kadar kalın ve koyu olduğunu merak ettim.

Gözlerimizi ayırınca kucağımdaki eskizi yaslandığım koltuğun üzerine indirip onu aldım yerine. Huysuzluk yapmadı, kucağıma iyice yerleşirken küçük kulaklarının arasını okşadım. Şimdi sıcak bir sevinç yatıyor gibiydi göğsümde.

"Hâlâ bir adın olmadığı için mi küskünsün bana?"

İnce miyavlamasının evet mi hayır mı olduğunu bilmesem de yüzümü güldürdü. Ufacıktı henüz, Minho'nun onu bulduğu ve gözlerime bakıp sessizce sonbaharın hırçın yanından korumamı istediği gün atölyeye getirdiğimde öyle bitkindi ki daldığı uyku epey uzun sürmüştü. Sonra yıkamıştım onu, sokakların tozunu yutmuştu çünkü. Neyse ki yaralanmamıştı fakat sık sık yağan yağmurların çamurundan da kaçamamıştı hiç. Öyle narin görünüyordu ki hiçbir yanını incitmeden banyosunu yaptırmak için soğuk terler dökmüştüm. Kırılmaya hazır cam bir fanusu siler gibi özenle tüylerini kurulayıp sütünü içirmiş, yeniden uykuya dalana dek göğsümde yatırıp başını sevmiştim. Bütün bunlardan sonra çabucak alışmıştı buraya. Oradan oraya zıplıyor, sevimliliği zaman zaman pencereden içeriye dolan güneşten daha çok aydınlatıyordu evimi.

Minho'ya benziyordu. Ve onu hatırlatıyordu bana. Bu düşünceye hangi yollardan dolaşıp vardığımdan emin değildim ama öyleydi işte.

"Minho buraya gelince bir adın olacak," dedim kulaklarının arasını okşamaya devam ederken. Ardından küçük bedenini ellerimin arasına alıp yüzümün hizasında havaya kaldırdım ve minik, güzel, yeşil gözlerine bakıp iç geçirdim. "Sence ne zaman gelir?"

Masumca baktı, ben de bilmiyorum diyordur belki. Belki o da özlemiştir Minho'yu. Belki o da onun bir an önce buraya gelmesini istiyordur. Bilemem. Kendimi biliyorum ama. Nadirdir bu, alışılmışın dışında. Çoğu zaman bilmem çünkü ; anlayamam kendimi, duygularımı da öyle. Hissederim lâkin tanımlayamam. Ruhunun okuma yazmasını bilmeyen bir cahilim bazen. Ancak değişiyorum, bunu her zerremde hissederek üstelik. Bazı hislerin karşısına iki nokta koyup ne anlama geldiğini yazmaya çalışıyorum. Deniyorum. Öğreniyorum.

Gözlerinin arasından öpüp yeniden kucağıma indirdim kediyi, sırtını okşamaya başlarken, "Onu benim getirmem gerek, değil mi?" diye sordum yanıt gelmeyeceğini bile bile. Amacım onayını almak değil, kendimi ikna etmek. Yine de onu muhatap alarak konuşmayı sürdürdüm. "Burayı tanımıyor sonuçta. Acaba ne zaman gelmek istediğini sorsam mı? Ama rahatsız etmiş olmaz mıyım? Olurum, değil mi?"

Düşen çenemden sıkılmış olacak ki bir anda ellerimin arasından kaçıp koltuğun üzerine zıpladı, köşeye gidip orada kıvrılıverdi. Biraz sessiz olur musun lütfen, şurada biraz kestireceğim, büyümek için uyumaya ihtiyacım var, der gibi. Ofladım, yapmaya başlayacağım kuklanın eskizini elime alıp ayaklanırken, "Sence burayı sever mi?" diye sordum az evvel oflayan ben değilmişim gibi neşeli bir melodiyle harfleri uzatarak. Kendi kendime güldüm sonra. Minho'nun buraya geleceğini düşündükçe içimdeki gökyüzü aydınlanıyordu. Yani eğer içimde bir gökyüzü varsa, ve kara bulutlarla kaplıysa, şimdi o bulutlar dağılmıştı. Güneş çıkmıştı ve şefkatle tenimi ısıtıyordu. Sis perdem yoktu. Bir gökkuşağım vardı onun yerine. Sakince yağan yağmurumun damlaları arasından kayıp geçen bir gökkuşağı. Belki yedi renkten bile fazla. Dünyanın bütün renklerini kucaklayan bir gökkuşağı.

deli oğlanın türküsü, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin