aşk, acı, biz

159 19 142
                                    

Bazen içinde bulunduğum âna ait hissetmiyordum. Bulunduğum yere de öyle. Binlerce Jisung'a ayrılıyor, içime sığmıyor, kendimden taşıp dünyaya akıyordum. Dünyanın yaşam ve ölüm dolu sokaklarını arşınlıyordum önce ; sonra yavaş yavaş, yağmurla yüklenip giderek kararan ve ağırlaşan bir bulut gibi yutuyordum o sokakların tozlarını. Ağzıma kadar üzüntüyle doluyor, sonunda dünyaya da sığmıyordum. Bütün bu silik hisler ve karmaşık duygular silsilesi, bu kaybolmuşluk, bu olmayan (gerçekten yok muydu?) bir evi aramanın çaresizliği yetmezmiş gibi kapıldığım şiddetli tufanın sonraki durağı hep muammaydı. Sokaklardan da taşarsam nereye akar benim benliğim? Dünya da bana dar gelirse gidecek neresi kalır?

"O iyi biri."

"Belki sen onun iyi biri olduğuna inanıyorsundur."

"Hayır, anlamıyorsun, eğer onu tanısaydın böyle düşünmezdin."

"Peki sen onu tanıdığına nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Eminim işte."

"Seungmin, canım, sen aptal mısın?"

Seungmin gözlerini devirdi. Buna karşılık Jeongyeon'un yaptığı tek şey bıkkınlıkla kafasını iki yana sallayıp yanıma gelmek oldu. "Neden hüzünlü görünüyorsun?" diye sordu yeni bir kukla yapmak için yonttuğum ahşabın usul usul şekillenmesini izlerken.

Omuzlarımı silktim. "Hüzünlü gözleri düşünüyordum."

"Ne?"

"Hiç."

Durup bana baktı bir müddet. Üzerime sinen durgunluğu tanımlamaya çalışır gibi süzdü beni. Ardından masada duran çöreklerden bir tanesini alıp ısırmadan önce, "Öyle olsun," diye mırıldandı. Kısa siyah saçlarını ensesinde toplamış, kazağının üzerine kalınca bir ekose gömlek giymiş, keten pantolonunun altına siyah botlarını geçirmişti. Tavırları rahat, konuşması güven vericiydi. Her zamanki Jeongyeon'du yani, fakat ben her zamanki Jisung değildim. İşte bu yüzden bakışlarıyla beni çözmeye çalışıyor, farklı olan parçayı bulmak için çabalıyordu.

Bunları sezebiliyordum çünkü onu tanıyordum, yine de bundan yeterince emin değildim, çünkü hiç kimseyi bütünüyle tanıyamazsınız ve buna kendiniz de dahildir.

"Şu Divâne dedikleri oğlanın sattığı çörekler de amma lezzetliymiş."

"Minho," dedim ağzındaki çörekten dolayı şişmiş yanaklarına ve şaşkın gözlerine bakarak. Ona Divâne dediklerini hatırlamanın bedenime yaydığı ince sızıyı görmezden geldim. "Adı Minho."

Kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi? Güzelmiş."

Belli belirsiz gülümsedim. "Bence de."

Hem de şafaklar kadar. Ve belki bir demet gardenya. Ballı çörekler ve sonbaharın şahitliğinde bir tebessüm.

Jeongyeon şaşırdı verdiğim karşılığa, ancak belli etmemeye çalıştı. Neden şaşırdığını anlamasam da - anlamadığım daha birçok şey vardı - sormadım hiç, bir boş vermişliğin ağına takılmış gibiydim. Güçlü bir akıntı beni bilmediğim bir diyara sürüklüyordu ve ben boyun eğiyordum ; öylece durup teslim olarak, kimselere bir açıklama borçlu olmadan, kurtulmak için çabalamaz hâlde, bile isteye.

"Nereden biliyorsun adını?"

Gözlerimi kaçırıp yapmakta olduğum kuklaya döndüm. "Tanıştık. Ve insanlar yanılıyor."

"İnsanlar hep yanılır."

"Changbin de çok güzel bence."

Birdenbire yanımdaki sandalyeyi ters çevirip oturan Seungmin'e döndük aynı anda. Kollarını sandalyeye dayamış gülümseyerek bize bakıyordu. Kahve saçları durgun bir denizin uslu dalgaları gibi alnına dökülmüş, çehresine hep sahip olduğu o neşeli, masumane ifade konuvermişti.

deli oğlanın türküsü, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin