Hiç açılmayacakmış gibi hissettiren yorgun göz kapaklarımı o sabaha araladığımda, yaz mevsiminin yeniden bir parçamı almak istediğini bilmiyorum henüz.
Kayıplarımla, benden kopardıklarıyla övünüyormuş gibi iliklere değin hissettiriyor kendini. Kopardığı parçalara bir yenisini ekleyeceğini de bilmiyorum o an. Sanıyorum ki bu aşağılık mevsimle kavgamız bitmiş, hesabımız kapanmış, benden çalacak hiçbir şeyi de kalmamış. Yüreğimdeki ağrıların en yakın arkadaşı olmayı bıraktı ve unuttu beni diye düşünüyorum o güne dek. Başka kurbanlar seçiyor artık kendine, diyorum. Yazdan nefret edecek olan başka çocuklar.
Güneş gözlerimin en içine dek giriyor sorgusuz sualsiz, kanımı içimde kaynatmak istiyor sıcak hava. Boğazım Sahra gibi kupkuru. Yorgun, iğrenç ve lav çukurundan farksız hissediyorum. Fakat bu fevkalade mide bulandırıcı uyanışa rağmen mutluyum. Üzerimde dün gecenin yorgunluğu var, göz kapaklarımdaki ağırlık da ondan ötürü. Kolumu kıpırdatacak takatim olmasa da huzurluyum, keyfim yerinde.
Çünkü Hyunjin ve Jeongin'le birlikte günümüzü gün etmişiz dün. Hyunjin'in o zamanlar yalnız yaşadığı evinin küçük bahçesinde, kuş sütü eksik olmayan masalara benzemese de kendimizce bir ziyafet kurmuşuz. Hyunjin fabrikadan izin almış, Jeongin'in çalıştığı ekmek fırını o gün kapalı, ben güç bela alabildiğim üç beş siparişi bitirmişim, hepimizin kafası rahat ve beraberce kurduğumuz sofrada karnımızı doyururken bir yandan da sohbet edip gülmek dışında hiçbir arzumuz yok.
Gün batmamışken kurmaya başladığımız sofra ancak gün batımında hazır oluyor. Jeongin'in tabaklardan birini kazara kırmasının ardından patlatıyorum kahkahayı, Jeongin de yarım ağız gülerken yüzünde bariz bir mahcubiyet var, Hyunjin bahçedeki manzarayı görür görmez gülüp Jeongin'in saçlarını karıştırıyor önemli değil dercesine. Kırıkları toplayan ellerini durdurup kendisi topluyor sonra, Jeongin'in canı acısın istemez çünkü.
Tıka basa yiyoruz o akşam. Hyunjin'in eli pek lezzetlidir. Sofrayı kurmaya yardım etmemize izin verdi de yemek yaparken yanına bile yaklaştırmıyor. Jeongin'in ve benim en sevdiğimiz Kore yemeklerini yapıyor, öyle özlemişiz ki yerken kendimizden geçiyoruz. Gülüyoruz, konuştukça konuşuyoruz, bazen şarkılar söylüyoruz ama yan evdeki komşudan azar işitince kısıyoruz sesimizi hemen. Anılarımızdan bahsediyoruz, hatırladıkça daha çok gülüyoruz, güldükçe ileride bu ânı daha çok hatırlamak istiyoruz. Sonra bütün neşeli arkadaş sohbetlerinin kaçınılmaz durağı olan hüzün çöküyor üzerimize. Boğazımdan geçen Kore yemekleri damağımda güzel, yüreğimde buruk bir tat bırakıyor ; annemi özlüyorum, onun yemeklerini, o yemekleri yaparken bana da tattırmasını, sonra beklentiyle bakan hayat dolu gözlerini, ben çok güzel olduğunu söyleyince yüzünde doğan o şefkatli gülümsemeyi... Hepsini çok özlüyorum ağzım lokma dolu vaziyette yanaklarım ıslanırken. Geçmişe, evimize dönmeyi istiyorum. Son bir kez daha annemin yemeklerini tatmak, ona çok güzel olmuş diyebilmek, yüzündeki o gülümsemeyi görebilmek istiyorum. Ve bunların hiçbirinin artık gerçekleşmeyeceği gerçeği kalbime biniyor. Kocaman bir dağın altında kalmış gibi hissediyorum.
Bir yandan yemek yemeye devam ederken öylece ağlıyorum. Gözlerim söz dinlemeyen yaramaz bir çocuk inadıyla yaş akıtmaya devam ediyor. Jeongin omzumu sıvazlıyor beni rahatlatmak istercesine, tilki gözleri dolu dolu. Hyunjin yanağından akan yaşı hızlı bir hareketle silip önümdeki boş bardağa içki dolduruyor. Bir süre dertleşirken buluyoruz kendimizi. Ben hiç bitmeyen geçmiş özlemimden bahsediyorum, Hyunjin iş yerinin boktanlığından, Jeongin bir an önce evden defolup gitmek istediğinden ama aldığı iki kuruş parayla birikim yapmanın feci zor olduğundan. Yüklerimizi paylaştıkça hafifliyoruz sanki, yeniden yeşermeye başlıyor tebessümlerimiz ve en nihayetinde Jeongin'in yaptığı bir şakayla geri dönüyor kahkahalarımız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deli oğlanın türküsü, minsung
Fanficçok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna değişmek