dönem başlayalı iki ay geçmişti. ikinci aylık değerlendirmeler çok yaklaşmıştı. bu sefer de önceki ayki hatalarımı yapmamak için elimden geleni yapıyordum. kendime biraz daha güveniyordum, yani sanırım. ve bunda song mingi'nin büyük bir payı vardı.
mingi'yle üç haftadır garip bir ilişki içindeydik. beni mutlu ediyordu. beni güldürüyordu, gerçekten güldürüyordu. ama heyecanlandırmıyordu. yani o anlamda heyecanlandırmıyordu. bu durum onu kullanıyormuşum gibi hissettirmekten başka bir işe yarmıyordu dolayısıyla. bunu istemiyordum, onu kullanmak istemiyordum ama onunla olmayı da seviyordum işte. bana iyi geliyordu.
birlikte birkaç kere dans pratiği yapmıştık mesela. çok iyi dans ediyordu ve üst sınıfımda olmasının avantajı ile bana yardımcı oluyordu. çok güzel dans ettiğimi söylüyordu her seferinde. kendime olan güvenimin artmasını sağlamıştı kısacası. ona minnet duymadan edemiyordum.
tüm bunların dışında nasıl bir ilişkimiz vardı bilmiyordum işte. flörtleşmiyorduk kesinlikle ama arada bana yaptığı jestler iyi hissettiriyordu beni. ilk konuşmamızdan sonra bana hiç hoşlanma meselesini açmamıştı -ki buna minnettardım- ama bunu belli de ediyordu. sevgisini belli eden kişilerdendi song mingi. başkası olsa çoktan tav olmuştu kesinlikle. buradaki asıl sorun bendim ve bu yüzden zaten kötü hissediyordum ya. beni mutlu ediyordu ama heyecanlandırmıyordu işte. o anlamda bir şeyler hissedemeyecek kadar okuluma odaklı olduğum içindi belki de. benden vazgeçmesini istiyordum ama buna hazır da değildim. çünkü bana iyi geliyordu gerçekten de işte.
onu kullandığım için kendimi iğrenç hissediyordum. keşke onu sevebilseydim. onu üzmekten çok korkuyordum bir de.
"erkencisin bugün."
okul binasındaki küçük pratik odalarından birlikte çalıştığımızdaydım. birkaç kere birlikte çalıştığımızda burada yapmıştık.
"değerlendirmelere üç gün kalınca."
yorgun bedenimi o geldiği için, ne alaka bilmiyordum ama, yere atarken söylendim. ben suyumu diklerken o da çoktan odanın ortasına, yanıma gelmişti. zaten benden uzun olan boyu ben yere oturmuşken daha da uzun geliyordu, başımda dikiliyordu çünkü. kalkmam için uzattığı elini tutup kalktım. daha yeni oturmuştum oysaki...
"zaten en iyisisin."
bunu duymak iyi hissettiriyordu. kendime söylediğim kandırmacalardan daha farklı hissettiriyordu işte. başkasından duyunca inanmak istiyordum.
"bu pratik yapmamam için bir sebep değil." deyip güldüm. o da güldü, gamzelerini göstererek. dağınık saçları ve gözüken piercingi ile tam bir serseri gibi gözükse de nasıl birisi olduğunu bilmek komiğime gidiyordu hala daha. şapşalın tekiydi çünkü mingi.
"göster bakalım bay hwang."
benden uzaklaşıp çaprazımda duracak şekilde aynaya sırtını verdi. kollarını bağladı önünde. bunu ilk yaptığımız zaman çok gerilmiştim ama birkaç kere yaptıkça alışmıştım. işin sonunda alkışlarıyla ve coşkulu tezahüratları ile sizi öven birisi olunca yapma isteğiniz artıyordu. buna kısa sürede alışmış olmak istemezdim ama alışmıştım işte. mingi'ye de kısa sürede alışmıştım zaten.
şimdi de aynı şekilde karşılık alarak bitirdim dansımı. ne kadar hoşuma gitse de utanmadan edemiyordum tabii ki. çünkü abartarak veriyordu tepkilerini. tatlıydı mingi.
"sen şimdi bunları sahnelediğinde nasıl kimse sana aşık olmuyor?" duraksayıp kaşlarını çattı. "gerçi olmasın kimse aşık."
evet, arada nadir de olsa benden hoşlanan birisi olduğunu bu tarz şekillerde hatırlatıyordu. bilerek yapıp yapmadığından emin değildim ama bu kadarına hakkı vardı. hatta daha fazlasına hakkı vardı mingi'nin. karşılık almaya mesela.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boy in luv [hyunho]
Fanficseul sanat lisesi dans bölümünün iki gözdesi vardı: lee minho ve hwang hyunjin. [25 haziran 2022 - 14 ekim 2022]