mingi'yle konuşmuştum. günlerce onu en az kıracak şekilde ve neler demem gerektiği hakkında kafa patlatmıştım ve bir şekilde konuşmuştum işte. her şeyin başladığı gibi hem de, okul yurdu yemekhanesinde konuşmuştum. neden böyle bir ironik durumu tercih ettiğimi bilmiyordum ama onunla tamamen baş başayken konuşmaya cesaret edememiştim sanırım.
şaşırmamıştı ve bu durum beni daha çok üzmüştü. onunlayken bile onu o anlamda seçemeyeceğimi hissettirmiş olmak fena halde vicdan yaptırmıştı bana. aslında umut vermediğimi görmek iyi hissettirmişti de ama hiç umut vermemezlik yapmadığımı da biliyordum. kendimi çok çirkin hissediyordum şu anda. iğrenç biri gibi.
mingi eskisi kadar sık konuşup görüşmesek de tamamen yabancı gibi olmak istemediğini söyledi. ben de kabul ettim tabi ki. ama artık sürekli beni güldürüp eğlendiren ve dans konusunda fazlasıyla yardımcı olan biri yoktu hayatımda.
mingi hakkında aklıma gelen ilk şeylerin bunlar olması da utancımı arttırdı bir anda. kesinlikle ona değer veriyordum ve keşke onu üzmek zorunda kalmasaydım, gerçekten. ama kimi seveceğimizi seçemiyorduk işte. aptal bir organdı bu kalp ve genelde de aptalca seçimler yapardı.
sonuç olarak artık bir mingi'm yoktu ama onu tamamen de kaybetmiş sayılmazdım. umarım beni en acısız şekilde ve çabucak unuturdu. ondan sonra tekrar yakın olmayı çok isterdim ama bunu istemezse de anlardım tabi. bunu ondan isteyemezdim ama, istemedim de.
bir de jisung ve jeongin benden daha çok üzülmüştü bu duruma. mutlu olmamı istediklerini bildiğim için bir şey demiyordum. seungmin ise başından beri olduğu gibi bir yorum yapmamış ve sadece mutlu olmamı istediğini söylemişti. mutlu veya mutsuz olacağım bir durum yoktu ortada, sevgilimden falan ayrılmamıştım sonuçta. neyse.
bir de minho'yla olan garip ilişkimiz vardı. artık kavga etmiyorduk, eskisinden biraz daha fazla iletişim kuruyorduk ve sadece iki hafta içinde bile yakınlaşmış sayılırdık. sanırım yani. en azından artık arkadaştık. hala birbirimizin rakibi olsak da düşman değildik ve bunun bir şekilde ikimiz için de iyi olacağını düşünüyordum. birbirini kamçılayan arkadaşlar her zaman başarılı olurdu sonuçta.
minho tahmin ettiğimden biraz farklı biri çıkmıştı doğrusu. bu kadar eğlenceli biri olduğunu düşünmemiştim. daha önce arkadaşlarıyla nasıl olduğuna dikkat etmediğim için bilmiyor olabilirdim çünkü daha önceleri umrumda olan birisi değildi. sidik yarışımız haricinde yani. şimdi ise nasıl biri olduğunu birinci elden görüyordum ki bana kendisini tamamen açmadığına da emindim aslında. iki haftadır insan gibi iletişim kuruyorduk sonuçta.
"basket oynayalım mı?"
jisung'un sesiyle irkildim. başımda dikildiğini fark etmemiştim ve ona baktığımda da iyice üzerime eğildi.
"gruba da yazdım diğerleri de geliyor."
basketbol oynamayı çok sevmediğim için katılmazdım genelde ama şu anda bir oynayasım gelmişti. başımla onaylayıp yataktan kalktım bu yüzden. jisung da sevinçle telefonunu alıp büyük ihtimal gruba onayladığımı yazmaya başladı.
spor salonuna gittiğimizde potalardan birinde oynayan dörtlüyü gördük. uzaktakinde oldukları için bizi fark etmemişlerdi ama ben direkt elindeki topu sektire sektire potaya ilerleyen kişiye bakmıştım kurulmuş robot gibi. mor saçlarıyla parlarken dikkat çekiyordu zaten, bakmam şaşırtıcı değildi yani.
arkadaşlarım oraya doğru gittiği için ben de peşlerine takıldım. onlara yaklaştığımızda oyunu durdurup bize bakmışlardı. direkt minho'yla göz göze gelmiştik. terli saçları alnına yapışmıştı ve top onun elindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boy in luv [hyunho]
Fanfictionseul sanat lisesi dans bölümünün iki gözdesi vardı: lee minho ve hwang hyunjin. [25 haziran 2022 - 14 ekim 2022]