dönemin üçüncü ayına yaklaşmıştık. yaklaşmıştık dediğim de iki hafta vardı yani. hastalığımı yeni yeni atlatmıştım. mingi hasta olduğumu öğrendikten sonra benimle ilgilenmek için can atmıştı ama neyse ki odama girmeyecek kadar görgülü biriydi. gerçi jisung'a kalsa gelmesinde bir sorun yoktu, hala onunla olmamı istiyordu çünkü.
mingi artık biraz daha rahattı yanımda. bu flört konularında biraz daha açıktı yani. ne istediğini daha bir belli ediyor ama hala da bir ilerleme kaydedemiyordu çünkü sorun bendim zaten. gittikçe işi çıkmaza sokmakta üstüme yoktu cidden.
bir de önceki aylık değerlendirmede lee minho'yla eşit puanlar almıştık. ben modern dansta ondan üç puan fazla almıştım o da hiphop dansta benden üç puan fazla almıştı. toplam skorumuz da eşitti yani. bu durum bile öz güvenimi arttırmaya yetmişti.
bir nevi berabere kaldığımız için mi bilmiyorum ama minho'dan herhangi bir atılım görmedim bu konuda. son zamanlardaki sessizliği garibime gidiyordu. ondan yüksek aldığım zamanlarda bile bir şekilde bana laf atardı çünkü. garip davranıyordu.
garip davrananın sadece o olmaması da işleri karıştırıyor olabilirdi tabi. çünkü ben de farkındaydım önceden farklı şeyler yaptığımın. mesela o akşamdan sonra kediyi görmeye gitmem garipti işte. bir kere ben kedileri çok sevmezdim bile ama oraya gidip onu izlemek iyi hissettirmişti o gün. ben de devam ederken bulmuştum kendimi.
izlediğim şey kediydi tabi, yanlış anlaşılma olmasın şimdi.
birkaç gün sonrasında hasta olup gidememiştim de tabi ama artık jisung'u iyileştiğime ikna edebildiğim için devam edebilirdim. bir haftadır yatıyordum malum. ilaçları kullanmasam daha uzun da sürebilirdi belki, yurt şartlarında alternatif tıp tedavileri olmadığı için bitkisel çaylar içemezdim malum.
ilaçları kimin kapıma astığını da bulamamıştık. üç gün sonra falan da bulmayı kesmiştim zaten. kendisini saklamak istiyorsa saklasındı yani yapabilecek bir şeyim yoktu.
"bugün güzel yemek yokmuş ya."
yanımdan arkadaşına söylenerek geçen kişi dikkatimi dağıttı. öğleden önceki dersimizden çıkıyorduk. yemeğin ne olduğunu bilmiyordum ama yemek seçen biri olarak otomatikman cephe almıştım günün yemeğine. aşırı aç olmamam ve yiyecek stoğumun dolu olmasına şükrettim bile şimdiden.
bizimkilerle birlikte buluşmak için yemekhaneye giderken telefonum çaldı. arayanın babam olduğunu görünce durdum olduğum yerde. normalde insanlar annesi veya babası aradığında nasıl hissederdi bilmiyordum ama benim gibi gerilmediklerine emindim. bir de sıkıntıyla telefonu açmadıklarına tabi.
konuşmamız kısa sürdü. bir dakika bile değildi. annemin aksine bana ilk nasıl olduğumu sorması biraz da olsa iyi hissetmemi sağlamışsa ama sonrasında söylediği şey gerginliğimi hat safaya çıkarmıştı bile. annemle birlikte buraya geliyorlardı. son dersimden sonra -ki bu öğle yemeğinden iki ders sonrasıydı benim için- geleceklermiş. bunu iki saat öncesinden haber vermeyi akıl edebilmişlerdi.
zaten olmayan iştahım anında kesilirken kendimi dışarı attım direkt. yemek için yurt binasına gitmedim yani. yemekhane oradaydı çünkü. arkadaşlarıma da gruptan aç olmadığımı söyledim kısaca. üstelediler ve nerede olduğumu sordular tabii ki ama geçiştirdim. kimseyle konuşmak istemiyordum şu anda. annemle yüz yüze gelmeden önce kendimi mental açıdan hazırlamam gerekiyordu çünkü.
bahçedeki banklardan birinde oturuyordum. okulun yan tarafında kalan banklardandı. bu kısmın bahçesi küçüktü diye kimse olmazdı genelde. kafa dinlemek için birebirdi yani, özellikle de herkesin yemekte olduğu şu saatlerde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boy in luv [hyunho]
Fanfictionseul sanat lisesi dans bölümünün iki gözdesi vardı: lee minho ve hwang hyunjin. [25 haziran 2022 - 14 ekim 2022]