Tam bir hafta olmuştu, Prens Min Yoongi saraya Jimin'i görmek üzere geleli tam bir hafta olmuştu ve ne Jeongguk'un onu görmeye tahammülü kalmıştı ne de Hoseok'un Jimin'in kararını öğrenmek için bekleyecek sabrı.
Onları beraber gördükçe içi burkuluyordu iki alfanın da. Bir türlü susturmadıkları kurtları onları içten içe dolduruşa getiriyor ve normalden daha gergin olmalarına sebep oluyordu.
İki prens önden ağır ağır yürürken kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı.
Hoseok, iyi anlaştıklarını gördükçe daha da geriliyordu.
'Ya prens onu kabul ederse?' diye düşünüyor. Kabul etmesi dahilinde her gün onların mutluluklarına şahit olduğunu nasıl izleyeceğini düşünüyor, kafasında kurdukça kuruyordu.
Hoseok'un zihninde iki prens çoktan çocuk sahibi olmuştu ve kendisi de bebek bakıcılığı yapıyordu.
Öte yandan Jeongguk, Prens Min'e karşı bir öfke besliyordu. Onun yüzünden Jimin'i üzülmüştü, nasıl öfkelenmezdi?
Jimin'in onu kabul etmeyeceğini zaten biliyordu, Jeongguk'un Jimin'iydi o. Başkasına gitmesi mümkün değildi, en azından kendi rızasıyla gitmezdi.
Jeongguk'un korkusu da burada başlıyordu işte, sürekli ya Jimin'i bu evliliğe zorlarsa diye düşünmeden edemiyordu. Kral zaten Jimin'in fikrinin bir önemi olmadığını açıkça belli etmişti. Bu durumda Prens Min de aynı şeyi yaparsa diye korkuyordu.
Jimin'in bitik bir hâlde yağmurun altında oturduğu anlar gözünün önüne geliyordu. Onun ağladığını düşünmek bile göğsünü daraltıyorken bunu izlemeye dayanamazdı. Bundan olsa gerek Prens Min'i zalim biri belirlemiş ve kafasında Jimin'i evlenmeye zorlarsa öleceğini bilse de onu bundan kurtarmak için defalarca parçalamıştı Prens Min'in gövdesini.
Gölün arka tarafındaki lavanta tarlasında oturdu iki Prens.
Prens Min eline birkaç tane lavanta alırken Jimin'e göz ucuyla bakıp gülümseyerek önüne döndü.
"Prensim, Yunanların tanrıçalarından Artemis'i biliyor musunuz?"
"Hayır,"dedi Jimin " Hiç duymadım daha önce."
"O hâlde size anlatmamı ister misiniz?"
Jimin gülümsedi Prens Min'le arkadaşlık ettiği sürece boyunca bir sürü şey öğrenmişti ve bu oldukça hoşuna gidiyordu.
"Evet,"dedi "lütfen."
"Ulu tanrı Zeus'un kızıdır Artemis, avcılık ve kır tanrıçasıdır, ayrıca her gece gökyüzünde belirip bize eşlik eden Ay'ı temsil eder, o kadar güzel ve parlak yüzlüdür, bu yüzden ay tanrıçası olarak da bilinir." Anlatırken bir taraftan da elindeki çiçekleri birbirlerine bağlıyordu.
"Onun doğumu sırasında annesinin etrafında bulunan herkesin ellerinde lavanta çiçekleriyle onu beklediği söylenir." Yüzünde utangaç bir gülümsemeyle birkaç lavanta daha aldı eline.
"Artemis'in doğar doğmaz aldığı bu kokuya bağlandığını, ömür boyu ondan vazgeçemediğini söylerler." Jimin'e bakıp iç çekti.
"Artemis lavanta yağını ve çiçeklerini vücuduna sürer sürekli bu güzel kokuyla dolaşırmış. Bu koku ve çiçekler onunla öyle özdeşleşmiş ki, eğer yer yüzünde herhangi bir yerde lavanta kokusu kaldıysa insanlar anlarmış oradan Artemis'in geçtiğini."
Sonunda çiçeklerle işi bittiğinde yaptığı tacın üzerinde kalan fazla otları temizledi ve Jimin'e döndü.
"Siz de onun gibisiniz Prensim, yüzünüz ay ışığında okyanuslardan yansıyan bir yakamoz gibi, ışıl ışıl." Tacı Jimin'in saçlarının arasına yerleştirdi özenle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Play with Fire|Jikook
FanfictionDans etmenin yasaklandığı bir ülkede yıkık dökük bir harabeyi mesken tutup her fırsatında orada kraliyet ailesinden gizli dans eden Prens Jimin, burada bir başkasıyla karşılaşmayı beklemiyordu. İsimden ve yazdığım açıklamadan yola çıkarak kurgu üze...