Kral haberi duyar duymaz, sarayın şifahanesine koşarak gitmişti, kapının önünde dağılmış ve yara bere içinde oturan ve hekimlerin yardım isteklerini kesin bir şekilde reddeden Jeongguk'u gördüğünde ne hissedeceğini bilememişti.
O attığı her adımda etrafındakileri titreten komutan gitmişti.
"Komutan!"diye seslendi gür sesiyle. "Bu hâlin ne?!"
Jeongguk'un ayağa kalkacak gücü kalmamıştı. Kralın karşısında diz çöktü tüm acizliğiyle.
"Koruyamadım," dedi, hâlâ ağlıyordu. "Majesteleri onu koruyamadım, eğer fark etseydim geri dönmesini sağlardım ama fark edemedim!" yüreğinin acısından sesinin kontrolünü sağlayamıyordu. "Benim yüzümden içeride yatıyor, benim suçum onu koruyamadım!" Alnını zemine yaslayıp hıçkırıklara boğulmuştu, sırtını dik tutmaya, başını kaldırıp Kralın yüzüne bakmaya gücü yoktu.
Kral Jeongguk'un çocukluk arkadaşı için bu halde olduğunu düşündü. Onu anlayabiliyordu, beraber büyümüşlerdi.
Aslında ona kızmalı belki zindana attırmalı ve türlü işkencelere maruz bırakmalıydı ama Jeongguk zaten dikkatsizliğin cezasını çekiyordu. Daha fazlasını yapsa bile etkisi olmayacağını fark etti kral.
Yapmak istediğini değil yapması gerekeni seçti.
Jeongguk'un karşısında tek dizinin üstüne çöküp bu değer verdiği askerin omzuna koydu elini.
"Dik dur Komutan." dedi tok sesiyle "Sen oğlumu buraya getirmeseydin, bir savaş meydanında naaşına saygı duymayan kişiler tarafından lime lime edilecekti."
Jeongguk başını kaldırıp Kralın yüzüne bakma cesaretini bulduğunda Kralın dolu gözleriyle karşılaştı.
"Benim oğlum göründüğünden çok daha güçlüdür komutan, cesurdur, dirençlidir aynı zamanda asi ve şımarıktır da ama sırf zehirli bir kılıçtan darbe aldı diye yaşamaktan vazgeçmez, bir omega olduğu için bu kadar kötü düşünme o sıradan bir omega değil. Bu yüzden kaldır kafanı, hekimlerin seninle de ilgilenmesine izin ver yaralarını sardır. Biz seni böyle görmeye alışık değiliz."
"Majesteleri..."
"Bu söylediklerim aynı zamanda birer emirdir komutan, kalk ayağa!"
Kralın söylediklerinin üzerine yanına gelen hekimlerin desteğiyle ayağa kalktı, bir yandaki odaya götürüldüğünde kral ayağa kalkıp hekimlerin Jimin'le ilgilendiği odanın kapısını tıklattı, oğlunu o halde görmeye dayanamazdı bu yüzden içeri girmedi.
Hekimlerden biri çıktığında kralın karşısında eğildi.
"Durumu nedir?"diye sordu kral.
"Majesteleri, gereken tedaviyi uyguladık prensimiz gerçekten çok dirençli ancak zehir çok geniş bir alana yayılmış bu yüzden bir süre uyanabileceğini sanmıyorum. En azından uyguladığımız ve uygulayacağımız panzehirler etkisini gösterip zehrin etkisini yok edene ve prensimizin vücudu kendini toparlayana kadar uyanmayacak."
"Ama iyi olacak öyle değil mi?"
"Öyle umuyoruz."dedi hekim korkarak.
Kral bu dediğiyle birlikte yakasından tutup duvara yapıştırdı hekimi. "İyi edeceksiniz, aksi durumda hepinizi öldürürüm! Ne kadar sürerse sürsün, oğlum iyi olacak!"
"Elimizden geleni yapacağız majesteleri."
Kral hekimi bir hışımla bıraktı, zaten yapabileceği bir şey de yoktu. Şimdi beklemesi gerekiyordu.
***
Jeongguk, yaraları sarıldıktan sonra tekrar Jimin'in kaldığı odanın önünde oturmaya başladı.
Zehir vücudundan çekildiğinde Jimin odasına götürülecekti ve tedavisine orada devam edilecekti ancak saatler olmasına rağmen henüz pek bir gelişme yoktu.
Sıkıntıyla nefes vererek şakaklarını ovdu. Ölecek gibiydi, Jimin'i görmeliydi. Onu görmeli küçük kalbinin göğüs duvarlarına çarptığını işitmeliydi.
Alfası içinde ona hakaretler yağdırıyor, dışarı çıkmak ve omegasını korumak için deli gibi çırpınıyordu. 'Koruyamadın!' diyordu sürekli. 'Aşağılık herif, onu koruyamadın!'
Saat gece yarısını geçtiğinde ve tüm saray derin bir sessizliğe büründüğünde, güçsüz bacaklarını zorlayarak ayağa kalktı Jeongguk. Sevgilisini görmeliydi, birkaç dakikayı daha onu görmeden, nefes aldığını işitmeden geçirirse kafayı yiyecekti çünkü.
Hekimlerden birinin hâlâ odada olduğunu biliyordu, bunu umursamadı, kapıyı yavaşça açarak içeri girdi. Gözüne ilk takılan kenardaki bir koltukta oturarak uyuklayan hekim oldu. İçini büyük bir sinir kapladı. Omegasının an be an kontrol edilmesi gerekiyordu, en ufak bir dikkatsizliğe gelmezdi hassas bünyesi.
Sinirle içeri girip hekimi yakasından kavrayarak kaldırdı.
"Ne hakla uyursun!"dedi hırıltılı bir sesle, gözlerinden kırmızı parıltılar geçti. Kontrolünü elden düşürmesi an meselesiydi ama direniyordu.
"Efendim ben-"
"Kapa çeneni! Uyumaya hakkın yok senin!"
"Uyumuyordum, bir anlığına sızmışım yemin ederim." dedi hekim korkuyla.
"Dışarı çık!" dedi yine sinirinde gram azalma yoktu. "Dışarı çık yoksa burada parçalayacağım seni!"
Hekim Jeongguk'un ellerinden kurtulduğu gibi kendini dışarı attı, kapıyı da arkasından kapattı.
Jeongguk kapının altından gelen güçsüz ışığın hekimin gölgesiyle örtüldüğünü gördüğünde sakinleşmek için derin bir nefes alıp odanın bir köşesinde kendisine hiç yakışmayacak bir sessizlikle uyuyan sevgilisine baktı.
İçini aniden bir dinginlik kapladı, ses çıkarmadan ağır adımlarla sevgilisine yaklaştı, yatağın kenarına oturdu. Minik ellerini avuçlarının arasına alarak öpücükler kondurdu."Meleğim,"diye mırıldandı. Sıcacık ellerini tekrar yatağa bırakırken. Alnına düşen, yatağa dağılan güzel sarı saçlarını sevdi usulca. Eğilip dudaklarını alnına bastırdı. "Neden yaptın?" dedi kırgın çıkıyordu sesi, cevap vermesini bekledi bir süre, sessizlik bozulmadığında iç çekerek başını göğsüne yasladı.
Ağır ağır inip kalkan göğsünü hissedebiliyordu şimdi, kalbine doğru yasladığı kulağına gelen kalp atışlarını duyunca rahatlamıştı, her zamankinden güçsüz olsa da 'Ben buradayım,' diyordu ona 'buradayım bir yere gitmedim.'
Doğrulup bakışlarını sargıların kapattığı gövdesinde gezdirdi, narin vücudunun çeşitli yerlerinde yaralar vardı. Çok derin olanlar sargılarla kapatılmıştı. Karnına indirdi bakışlarını, göbek deliğinin biraz aşağısının sağ tarafında kalan yarayı görmeye çalışarak kıstı gözlerini.
Ne kadar hasar aldığını görmek istiyordu ama haranın olduğu yerdeki kurumuş kan lekesi hariç bir şey göremiyordu.
Sargısının açıkta bıraktığı kısımdaki morarmayı inceledi, parmak uçlarıyla acıtmaktan korkarak dokundu o morluğa. Zehrin ne kadar etkili olduğunu bir kere daha fark etmesiyle içi titredi Jeongguk'un.
Gözyaşları tekrar yanaklarına gölge düşürürken. Alnını yasladı Jimin'in göğsüne.
"Tanrım," dedi zorlukla "onu benden alma, yalvarırım! Onu benden alma!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Play with Fire|Jikook
FanfictionDans etmenin yasaklandığı bir ülkede yıkık dökük bir harabeyi mesken tutup her fırsatında orada kraliyet ailesinden gizli dans eden Prens Jimin, burada bir başkasıyla karşılaşmayı beklemiyordu. İsimden ve yazdığım açıklamadan yola çıkarak kurgu üze...