Cutter, ikinci kata çıkan merdivenlerin ilk basamağında düşüncelerini daha fazla içinde tutamadı: "Doğru olmayan bir şeyler var." Sıkıntıyla buruşan suratına eşlik eden ekşi sesiyle, "Çok yanlış olan bir şeyler!..." diye homurdandı.
"Yeşil Koru" diye adlandırılan bir çeşit kaleye benzeyen bu eve geldiğinden beri yüreğinde büyüyen tuhaf, bir o kadar da kötü hisse artık katlanamıyordu. İlk başta böyle hissetmesinin nedenini evin büyüklüğüne, koridorların sessizliğine ve elbette markinin hastalığına bağlamıştı. Bu öyle bir hastalıktı ki kahyasından hizmetlisine, aşçısından seyisine herkesi neredeyse elle tutulacak kadar somut bir mutsuzluk ve umutsuzluk dalgasıyla adeta yutmuştu. O kadar ki onların ruh hali, Cutter gibi hayatın her türlü gerçeğini metanetle karşılayan birinin bile içinin kararmasına neden olmuştu.
Günler geçmiş, evin efendisi iyileşmiş, o hastayken tabak çanak seslerinin bile duyulmadığı mutfaktan aşçının yardımcılarına yönelttiği sonu gelmez azarlar yükselmeye başlamıştı. Markinin hastalığı sırasında işlerini çabucak bitirip bir köşede sessizce dikilen hizmetçiler, o iyileştikten sonra yine aynı köşede kıkırtılar ve gülüşmeler eşliğinde konuşur olmuşlardı ve Cutter'ın daha önce hiç görmediği Bay Simms adındaki adam, karnı ne zaman acıktıysa o zaman başını mutfak kapısından içeri uzatıp aşçının arkasını dönmesini fırsat bilerek kenardan aşırdığı kurabiyeleri cebine tıkarken hiç kulağının olmadığını belli eden boğuk ıslığıyla eski halk şarkıları çalmaya başlamıştı.
Kahya Bayan Mortimer da Cutter'ın onu ilk gördüğü güne çok daha neşeliydi, hatta çoğunlukla ifadesiz bir suratla etrafta dolaşan markinin özel uşağı Bay Hawkins bile!
Her şekilde Cutter, son birkaç günde Thorne Markisi'nin hastalığı süresince geçen kasvetli günlerin herkes için geride kaldığını açıkça gözlemlemişti ve işin aslı hiçbirinin, buna marki de dahildi, ne hissettiği umurunda değildi. O sadece Bayan Catherine'le ilgileniyordu ve Cutter'a göre Bayan Catherine huzursuzdu, daha da önemlisi mutsuzdu.
Genç kadın, markinin ölüm kokan odasında ağlayarak kendini Cutter'ın kollarına attığında; Cutter, onun mutsuzluğunun nedeni üzerinde düşünmemişti. Bir kadının en sevdiğinin gözlerinin önünde eriyip yok olmasını çaresizlikle izlemesinden daha acı ne olabilirdi? Buna rağmen Bayan Catherine dayanıklıydı: Saatlerce kocasının yanı başında güç vermek istercesine onun büyük ellerine sarılır, o sırada da sessiz sessiz gözyaşı dökerdi.
Marki iyileşince elbette o gözyaşları ortadan kaybolmuştu ve belki de bu yüzden Cutter, her şeyin yolunda olduğunu düşünmüştü. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlaması için de markinin iyileşmesinin üzerinden beş koca gün geçmesi gerekmişti. İşin acı yanı Cutter, o beş koca gün boyunca hala mutsuz ve tuhaf bir biçimde daha da huzursuz görünen Bayan Catherine'in bu durumu üzerinde de kafa yormamıştı. Ne de olsa o, çocuğunu kaybeden bir anneydi ve iki yıl henüz böylesi bir acının yarattığı hüznü geride bırakabilmek için çok ama çok kısa bir süreydi.
Bugün, yani markinin kendine gelmesinin altıncı sabahı, Cutter ilk defa Bayan Catherine'in durgunluğunun; dudaklarında zoraki şekillendiği belli olan gülümseyişinin küçük James'le ilgili olmayabileceğini düşünmüş ve ortada olan ipuçları, ancak o zaman, kafasında asla düşünmek istemediği sevimsiz bir tablonun oluşmasına neden olmuştu.
Gözünün önünde olanı görememişti: Yeşil Koru'nun lorduyla leydisinin ayrı odalarda kalmasını, soylular arasında çok yaygın bir uygulama olduğu için, hiç garip karşılamamıştı; zamanlı zamansız Bayan Catherine'in kapısını çaldığında, her seferinde genç kadının odasında olmasını garip karşılamamıştı; son iki gündür alt kattaki kütüphanede ziyaretine gelen komşularını ya da kiracılarını kabul eden markiyi bir kez olsun Bayan Catherine'in odasında görmemiş olmasını da garip karşılamamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOŞA GEÇEN YILLAR
Historical FictionZaman her şeyi değiştirir. Catherine'in sıradan olan ve sıradan devam etmeye mahkum hayatı Marcus Thorne'la karşılaştığı andan itibaren değişmişti. Tanıştıktan bir gün sonra onunla nişanlanmış, bir ay sonra evlenmişti. Hiçbir zaman toz pembe düşle...