Catherine, merdivenleri hızlı hızlı inerken bir taraftan da zarif ellerine eldivenlerini geçirmeye çalışıyordu ve ne yazık ki bu konuda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Yumuşak oğlak derisi az önce yıkadığı nemli parmaklarına takılarak ilerlemeyi reddediyordu.
Merdivenin ortasında bir yerlerde durup, aslında nerede durduğunun zerre kadar farkında değildi, bir leydiye asla yakışmayacak bir biçimde, "Geç işte lanet olası!" diye homurdandı. "Geç! Daha bir sürü işim var!"
Gerçekten de çok işi vardı: Mutfağa uğrayıp o çok sevdiği minik elmalı tartların ve çıtır kurabiyelerin hazır olup olmadığına bakması, piknik sepetine istediği diğer malzemelerin konulup konulmadığını kontrol etmesi gerekiyordu.
Değil bir markiz, sıradan bir leydinin bile asla yapmayacağı bu tip işleri yapmak Catherine'i rahatsız etmiyordu. Elbette bunları takip etmesi gereken en son kişinin kendisi olması gerektiğini Catherine de biliyordu fakat sırf Jenkins'ten herhangi bir şey istememek için bunu görmezden geliyordu. O burnu büyük budalanın ondan istenilenleri sanki görevi değilmiş de lütfedermiş gibi yerine getirmesi, Catherine'in sinirlerini tepesine çıkarıyordu. Bu yüzden hem sinirleri için hem de yıllar içinde Jenkins'i görmezden gelmenin ona yapılabilecek en büyük hakaret olduğunu anladığı için çoğu işini onsuz halletmeyi tercih ediyordu ve bunun için de bazen mutfağın yolunu tutmayı, ufak ve önemsiz bir ayrıntı olarak görüyordu.
Görmezden gelindiğini ya da evin hanımefendisinin hiyerarşik sırayı atlayarak herhangi bir uşağa iş buyurduğunu anladığında Jenkins'in suratında beliren ifadenin, Catherine'e göre, değeri paha biçilemezdi. Bundan daha paha biçilemez olansa iki gün önce kahvaltı masasında Thorne Markisi'nin adama bir hizmetliden daha fazlası olmadığını sonuna kadar hissettirdiği o unutulmaz andı.
Jenkins'in özür dilemek zorunda bırakılması, özür dilemek isteyeceği en son insandan özür diledikten sonra da sırf ona yeni bir kahvaltı servisi açmak için odayı alelacele terk etmesi oldukça tatmin ediciydi. Catherine'in üzüldüğü tek nokta, o servisin açıldığını görememiş olmasıydı çünkü o sırada Catherine, Jenkins'i soğuk ve neredeyse aşağılar bir tavırla mutfağa gönderen erkek tarafından kütüphaneye sürüklenmişti.
Evin geniş girişine inen merdivenin en alt basamağına ulaştığında, hem zihninin kaymak istediği yer hem de hala eldivenlerden birini bile eline geçirememiş olmasının getirdiği sinirle başını iki yana salladı ama tabii bu hiçbir işe yaramadı. İki parmağını ancak içine sokabildiği yumuşacık deriyi sinirle çekerek yeniden düzeltirken hiç istememesine rağmen önceki gün kocasıyla kütüphanede yaptığı o uğursuz konuşmayı parça parça hatırlamaya başladı ve yine o gün olduğu gibi odasına çıkıp saatler boyu ağlamak istedi: Geçmişine, bugününe, geleceğine; kazanamadan kaybettiklerine; kazanıp kaybettiklerine; her şeye ama her şeye ağlamak istedi. Hiçbir şeyi çözmese de ağlamak istedi.
Gözyaşları öyle tuhaftı ki! Bitmiyordu! Sonu gelmiyordu! Tam bittiğini, sonunun geldiğini düşündüğü anda herhangi bir sözcük, herhangi bir hareket ya da herhangi bir yaşanmışlık onları yeniden ve yeniden ve bazen de çok ama çok daha güçlü geri getiriyordu. Catherine, net olarak, bu konuda kendinin bir otorite sayılabileceğini düşünüyordu. Son altı senede o kadar gözyaşı dökmüştü ki ve hep bittiğini, artık akacak bir damlanın bile kalmadığını sandığı noktada aslında hazırda bekleyen sayısız damlalar olduğunu tecrübe ederek öğrenmişti.
Kafasındaki düşünceler kadar eldivene de kızdığı için, "Yeter artık!" diye homurdandı. "Geç işte! Geç!"
"Yardım mı gerekiyor?"
Catherine'in ufak çığlığının nedeni, sesten çok o sesin beklenmedik biçimde ortaya çıkışınaydı. Şaşkınlık ve korku, adımını geriye atmak istemesine neden olurken o sırada hala merdivenin hemen dibinde dikilmekte olduğunu unuttuğu için ayağının arkası basamağa çarptı ve dengesini kaybetti. Kolları, bir yeri ya da bir şeyleri yakalamak için havada boştan yere dönüp durdu. Beli arkaya doğru kavislendi fakat yine de düşmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOŞA GEÇEN YILLAR
Fiction HistoriqueZaman her şeyi değiştirir. Catherine'in sıradan olan ve sıradan devam etmeye mahkum hayatı Marcus Thorne'la karşılaştığı andan itibaren değişmişti. Tanıştıktan bir gün sonra onunla nişanlanmış, bir ay sonra evlenmişti. Hiçbir zaman toz pembe düşle...