Marcus; Medicilerden kalma zarif çalışma masasına kurulmuş, gözlerini dokuma fabrikalarının genel müdürünün yolladığı aylık raporun üzerinde gezdiriyordu. Kaşları alabildiğine çatılmıştı. Bir gören olsa incelediği evrakta büyük bir sorun olduğunu düşünür ve yanılırdı, hem de çok yanılırdı.
Marcus kaşlarını çatmıştı çünkü tıpkı masası gibi Medici döneminin zengin çizgilerini taşıyan sandalyesine oturmasının üzerinden henüz yarım saat geçmemiş olmasına karşın önündeki rapora ciddi notlar düşerek çalışmaya devam etmek yerine, yeniden kuş tüyü yatağına dönmeyi çaresizce arzuluyordu. Mırıltıdan yüksek olmayan bir sesle, "Tanrı aşkına!" diye homurdandı. Onun yaşında kaç adam gün ortasında, sebebi kadın değilse, böyle bir şeyi arzulardı?
"Lanet olası hastalık!" diye söylenirken kendini zamanından önce yaşlanmış o talihsiz insanlardan biri gibi hissetti. Oysa önceki gün ne iyiydi! Ya da... Ya da belki günlerdir yatmak, uyumak, bir şeyler yemek ve zaman zaman da oturmak dışında pek bir şey yapmadığı için iyi olduğunu sanmıştı. İşte bu yüzden de Hawkins'in yalvarmalarına kulak tıkayıp aşağı kattaki çalışma odasına inme konusunda inat etmiş, hastalandığını duyarak ziyaretine gelen sınır komşusu Lord Eugine'i kabul etmişti ve Yeşil Koru'ya ulaşmak için onlarca mil kat etmiş misafiriyle birer kadeh şarap eşliğinde yarım saatten fazla sohbet etmişti.
Yaşlı lordun ayrılmasının hemen ardından dışarıda aynı gerekçeyle bekleyen birkaç kiracısının da görüşme dileğini kabul etmişti. Doğal olarak o sırada bu seneki hasadın muhtemel durumuyla ilgili onlardan bilgi almış; bir tarafı çöken ağıl, akmaya meyleden çatı gibi sıradan sorunların çözümüne dair de önerilerini dinlemişti.
Ve...
Ara vermeden aynı yerde birkaç saat oturmanın bedelini; her bir kemiği ağrıyan, sızım sızım sızlayan hastalıklı bedeniyle ödemişti.
Elbette, pes etmemişti. İnatla dün yine çalışma odasına inmişti ve tabii bugün yine, ama maalesef her iki denemesinde de kendini daha iyi hissedeceğine dair umudu, yerini derin bir hayal kırıklığına bırakmıştı; hayal kırıklığı da yerini öfkeye.
Doğal olarak düştüğü bu acınası durumdan nefret etmişti! Odasına döndüğünde, sırtını kapıya yaslayıp bir müddet dinlenmek zorunda kalmaktan; sonra zaman geçirmeksizin yatağa girdiğinde, baştan ayağa tüm vücuduna yayılan tarifi imkansız zevkten daha da nefret etmişti!
İşte sırf bu yüzden biraz uzandıktan, hatta bazen -kabul etmekten utanç duysa da tıpkı şu an olduğu gibi- uyukladıktan sonra kendini -yatak odasında bile olsa- yeniden çalışmaya zorlamış ve bir şekilde sevgili annesi Leydi Thorne'dan da daha dırdırcı hale gelmiş gibi görünen özel uşağının dinlenmesi gerektiği yönündeki telkinlerini hiç önemsememişti.
Dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi. Haksızlık etmek istemiyordu çünkü kimse ama hiç kimse Constance Thorne'a "dırdırcı" diyemezdi. Sevgili annesi, bir şeyi söylerdi. Sadece söyler ve bir kez daha tekrar etmezdi çünkü tekrar etmesine gerek kalmaz, sözleri anında yerine getirilirdi.
Marcus'un gülümsemesi iyice genişledi. Sonuçta kendisi de Leydi Thorne'un emrine amade insan topluğunun bir parçası değil miydi ve elbette Hawkins'in bu gerçeğin farkında olmaması mümkün müydü? Hawkins; bu gerçeğin o kadar iyi farkındaydı ki efendisinin dinlenmesi gerektiğine emin olduğu noktada, kendi telkinlerinin bir işe yaramayacağını anlar anlamaz, gizlice Leydi Thorne'un yardımına başvuruyordu ya da en azından Marcus öyle olduğunu sanıyordu çünkü Hawkins'in üstelemekten vazgeçip kısa süreliğine ortadan kaybolmasıyla Leydi Thorne'un birdenbire oğlunun odasında belirmesi arasında gözden kaçmayacak bir paralellik vardı.
![](https://img.wattpad.com/cover/214980939-288-k442525.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOŞA GEÇEN YILLAR
Ficción históricaZaman her şeyi değiştirir. Catherine'in sıradan olan ve sıradan devam etmeye mahkum hayatı Marcus Thorne'la karşılaştığı andan itibaren değişmişti. Tanıştıktan bir gün sonra onunla nişanlanmış, bir ay sonra evlenmişti. Hiçbir zaman toz pembe düşle...