Part One

818 49 13
                                    

Korkunç. Korkunçtu. Yüzü de öyleydi. Kendisi kadar korkunçtu. Yaptıkları kadar acımasızdı. Ama böyle olmalıydı. Kim Namjoon acımasız olmasının yanı sıra oldukça korkunç olmasıyla biliniyordu her ülkede. Yalnız ruhu her dedikoduda daha da yalnız kalıyordu bu soğuk ve asla yazın bile tamamen sıcak olmayan heybetli krallıkta. Kalbi yorgundu. Güçten düşmek onun kitabında yoktu. Kendisini bir savaşta feda etmek, iyi anılarak ölmek isterdi. Bir amaç uğruna savaşmak isterdi. Genç bir delikanlı olup sevdiği eşi için babasını karşısına almak yahut bir evsiz olup çalmadığı bir meyve için suçlandığında hakkını savunmak isterdi. Kim Namjoon sadece biri olmak isterdi. Başka biri. Sıradan biri. Öylesine biri. Kim olduğu fark etmezdi. Kilisede bir rahip de olurdu, çiftlikte geçimini sağlamak adına çalışan bir adamda. Fark etmezdi. Ama en çok çocuk olmak isterdi Namjoon. Saf, temiz, güzel bir çocuk. Güzel. Bu kelime onu incitiyordu. Birinin dudaklarından güzel dediğini duymayalı ne kadar oluyordu. İki yıl olmuştu. Kendisi ile zoraki evlendirilen Vita eşi en son bahçedeki çiçeklere kullanmıştı bu kelimeyi.

Asla kendisine söylenmeyen bir şeydi. Oh hayır, kırgın değildi Vitaya. Güzeldi Vita. Çok güzeldi. Masumdu. Henüz on yedi yaşındayken evlenmişti onunla. Ama asla eşleşmemişlerdi. Sevişmemiş, sevmemişlerdi. Bu bir iktidar evliliğiydi babasının yaptığı. Namjoon onu kellesini alana kadar da iktidarı devam etmişti yaşlı Alfanın. Geri kafalı aptal bir adamdı. Namjoon aptalları sevmezdi. Mor leylakları severdi. Nazik tebessümleri severdi. Öğlenden sonra yeşil çay içmeyi severdi mesela. Gizli kütüphanesinde herhangi bir kitabını keyifle okurken güneş ışığının hüzmelerinin odaya damlamasını severdi. Uyandığında kulağını kutsayan kuş cıvıltılarını, yağmur sonrada yükselen toprak kokusunu severdi. En çok da annesini severdi. Zavallı annesi. O da çok güzeldi.

Tıpkı güzel eşi Vita Prens Seo gibi. Seo iyiydi. Saflığı ona da bulaşsın istedi Namjoon. Kırılgan, bir kerecik dokunduğunda öldüreceğini bildiği bir kelebekti Seo. Tiksinirdi ondan. Kaçardı. Dokunmadı, dokunamadı. Kokusunu bile solumadı rahatsız etmemek için. Lakin tüm çabası boşaydı Namjoon'un. Güzel eşi kendisinden nefret ediyordu. Hoş ya, annesi dışında herkes ondan nefret ederdi. Ah, bir de Jungkook vardı tabi. Sadık arkadaşı, en büyük sırdaşı Jeon Jungkook.
Onsuz ne yapardı. Olmayan kardeşinin yerinde her zaman onu beklerdi. Sırtını korkmadan yasladığı tek adamdı. Canıydı. Kan kardeşiydi. Yoldaşıydı. Her anında yanındaydı. Sadıktı Jungkook. Onu da severdi.

Çok çabaladı. Eşinin de kendisine bir kez tebessüm edebilmesi adına. Lakin genç Vita gönlünü can arkadaşına kaptırmıştı. Jungkook ise ona karşı hiçbir duygu beslemiyordu. Zaten asla Namjoon'a ihanate de etmezdi. Onurlu bir adamdı. Namjoon bu huyunu da severdi. Ama Seo sevmedi. Bu huyundan nefret etti. Namjoondan nefret etti. Bu ülkeden nefret etti. Odasına arada bir şey demek için gelen eşinin bıraktığı iğrenç feromonlardan nefret ettiği gibi her şeyden nefret etti. Tek ortak noktaları mor leylaklardı. İkisi de severdi. Seo sadece Namjoon'un mor leylakları sevmesini öğrendiği gibi tüm saray avlusuna kaplattığı leylak bahçesindeyken gülümserdi. Bir de Jungkook'a bakarken gülümserdi ya, Namjoon'un içi yanardı. Kalbi alev alırdı ama yutardı. O mutluysa mutluydu.

Aylar geçti, Seo büyüdü. Kendisi de büyüdü. Seo yıkıldı. Kendisi de yıkıldı. Seo kaldıramadı. Kendisi de parçalandı. Elini uzattı. Seo tutmadı. İtti onu. İstemedi. Tiksindi. Vurdu, kırdı, döktü herşeyi. Sarayı başına yıktı. Felaketler ardı kesilmeden geliyordu. Seo amansızca en yakın arkadaşım dediği adama aşık olmuştu. Çekinmeden cürretkarca bunu gösteriyordu da. Gözüne sokuyordu. Onu aşağılıyordu. Gururuyla alay ediyordu. Namjoon susuyor, o avluda nöbette duran arkadaşına gülerken sessizce balkondan onu izliyordu. Yavaş yavaş soluyordu. Kötü hastalığa yakalanacağını düşünüyordu. Ama farklı bir şey olmuştu.

Purple Lilac °NamgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin