Ne Kadar Kaçış; O Kadar Beyhude Beden

13 0 0
                                    

 Hiçbir zaman ait hissetmemişti sanırım. Kısa anların bütünlüğü iyi bir aile yapar mıydı onları? Umursamaz kalmaya çalışmak, kaçtıkça küçülmek, küçüldükçe bedenin yorulması... Ruhuna iyi bakmalı insan. Ruhta çevresini belirlemeli ya... Küçücük bir ruh ne hissedebilir doğru düzgün. Hissizlik, insan olmaktan kaçmaya çalışmak ne de acı vericidir. 

-Bu geri zekalı...

 Devamını dinlemeden sofradan kalktı. Bu anlar o kadar ıstırap verici oluyordu ki her seferinde... Anlatamazdı sanırım. Kalktığın sofraya geri dönme! Bu gururun zorba kurallarından biridir, tükürdüğünü yalama sözünün başka versiyonu işte. 

 Kapıyı tüm gücüyle açarak içeri daldı. Her oturduğunda belini ağrıtan sandalyeye oturdu. Ay sonu gelmedi bu sefer. Karnı aç biraz, midesini tırmalayan bir şey var sanki içinde. Bilgisayarı açtı ve bir şarkı dinlemeye başladı. Onu kollarından çekip çocukluğuna götüremese de andan koparmaya yetecek kadar.

 Beyninde tatlı bir haz bıraksa da tam olarak işe yaramıyordu. Artık hiçbir şey işe yaramıyordu. Geri zekalısın! Babasının ona ismiymiş gibi ondan her bahsedişinde kullandığı sıradan bir sözcük. Tabi babasına göre... Ona göreyi kim umursar ki? O kim? Kimse sevmez onu tam anlamıyla. Sevilmeye layık mı gerçi? Pencereden giren güneş huzmeleri rahatsız edici geldi artık gün batımı uykunun yaklaştığını, akşam yemeğinin bulaşıklarını bacakların ağrısa da yapmak zorunda olduğunu, kavga eder miyiz etmez miyiz gibi soruları hatırlatmaktan başka bir şey değildi. Romantizmden de bu yüzden tat almıyordu belki de. Ne aşka inancı vardı ne de insanların iyi olduğuna dair... 

 Melodi yavaş ve can acıtıcıydı. Ruhu kuyunun dibinden gökyüzünü seyretmekle yetinmek zorundaydı. Neden dipteydi acaba ruhu? Dipte... Aşağıda... Tam da olması gereken yerde işte...

 Kaçmak için birini beklemişti. Peki o kişi? Gene aklına geldikçe ezik hissetmesine neden olan biri... Eliyle yüzünü kapattı. Bastırdığı göz yaşları ta kalbinden tırnaklarını geçire geçire gelmiş gibi içini acıtarak geldi. Dünü, bugünü yalnız... Kimse ona tenezzül edip kaale bile almıyordu. Kardeşi onu cahil görüyordu, ne hissettiğine ne anlattığına ne de düşündüğünü dinlemeye bile vakti yoktu. Babası... Gerçi o gün... O gün değmez biri için yediği cezadan önce de kırıcı davranmıyor muydu? Arada cahilce yaptığı konuşmalar gelirdi aklına. 

 Her şeyden kaçmayı düşündü. Kaçmamış mıydı? Tüm yüklerini okyanusa attığı gün, bedeni okyanusa doğru koşmaya niyetlendiğinde bile bir şeyleri eksik hissediyordu. Koşmak istemişti o günlerde ama... Prangalar olmadığı halde bacakları ilerlememişti. Neydi çare? Bu günahlarla ölüm mü? 

-Semra, kızım buraya gel!

 Ondan özür dilemeye çağırdıklarını geçirdi aklından. Kabul etmem... Kırılan kalp her seferinde daha çok sızlar, o sızı ne kadar sıksa kalp ondan o kadar kurtulmak ister. Sevgi sizi saldırgan yapıp ruhunuzu kurtaramaz ama nefret... Sızı zamanla bir savunma olarak nefrete dönüşür ve işte o zaman kırılganlık biter. Ne yapsanız da kalp kırılmaz çünkü o kişi her kimse ona karşı savunmasız yer bırakmamıştır, etrafını keskin bıçaklarla çevrelemiştir. Her an ruhunu o acıdan arındırmaya hazır bir canavara dönüşür.

-Pul biber getir.

 Güneşin tüm sıcaklığıyla başınızdan aşağı eridiğini düşünün. Dalga geçercesine sinsi bir gülümseme hakimdi yüzüne annesinin. Kalbi sıcak mı sıcak bir kurşunla kaplandı. Pul biberi getirdi.

-Diyet yapacağım diye bize saçma sapan yemeklerini yedirme!

-Tamam, bir daha yapmam...

  Geri kalanlarını dinlemedi... Halbuki öyle değildi ama anlatamazdı... Odasına çekilmek istedi. Belki de odasından da öte bir yere... 

... 

Tüm okuyucularımdan özür dilerim. 


Dağılmaya Hazır Bulutlar |Kısa Öyküler|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin